Trump seçiliyor ve Amerikan Yüzyılı 2024’te bitiyor mu?

Trump yeniden başkan seçilirse Ukrayna savaşını “bir günde” bitireceğini vadediyor. Rus liderin ABD’deki seçimi beklemesi yüksek olasılık. Bu öyle ya da böyle Putin’in Ukrayna’dan zaferle çıkması ve ABD’nin dünya liderliğinin sonu anlamına gelecektir. Bu senaryo ilk bakışta oldukça gerçekçi gözükebilir ama...

ÖMER MURAT 20 Ocak 2024 HABER ANALİZ

Donald Trump’ın yükselişini ciddiye almam gerektiğini ilk kez bundan yaklaşık on yıl önce bir Amerikalı bürokratla görüşmemizde öğrenmiştim. O zamana kadar Cumhuriyetçi Parti içerisindeki gelişmeleri çok yakından takip etmiyordum ve Trump’ın partinin ön seçimlerinde biraz boy gösterse de nihayetinde eleneceğini sananlardandım.

Trump gibi bir şahsiyetin bu denli siyasi popülerlik devşirmeye başlamasını 2008 Finansal Krizi sırasında bankaların kamu parasıyla kurtarılması sonrasında Amerikan halkında müesses nizama karşı oluşan tepkiyle ilişkili görüyordum, muhatabımla bu fikrimi paylaşıp ne düşündüğünü sordum. Bana katılıyordu, fakat beni asıl şaşırtan bu olmadı, sanki sorduğum soruyla damarına basmış gibiydim, neredeyse soğukkanlılığını yitirerek bu kararın ABD’nin bugüne kadar vâzettiği liberal iktisat anlayışıyla neden bağdaşmadığını anlattı, bazı arkadaşları riskli finansal yatırımlara girmişlerdi, oysa kendisi bundan kaçınmıştı, şimdi onların normalde tüm paralarını kaybetmiş olmaları gerekirken hükümetin kamu parasıyla finans şirketlerini kurtarması sayesinde kârlarından bile olmamışlardı. Bu minvalde görüşlerini uzunca anlattı.

O görüşmede benim için o sırada şok edici olan bir şey keşfetmiştim; açıkça söylememişti ama bu iyi eğitim almış ve ülkesinin iyi bir kurumunda iyi bir pozisyonda çalışan kişi, aday olması halinde muhtemelen oyunu Trump’a verecekti. İşin daha da ilginci ise iki saat kadar süren görüşmemiz boyunca Trump’a çok az değinmiş olmasaydı.

Trump gibi derinliği olmayan, yalan söylemekten çekinmeyen baştan aşağıya popülist bir karakterin nasıl olup da ABD gibi bir ülkede başkan seçildiğini pek çok kişi anlamakta zorluk çekiyor. Zaten bunu anlamak için Trump’a odaklanmanız halinde işin içinden çıkabilmeniz pek mümkün değildir. Çünkü Trump’ı seçmen kitlesi nezdinde asıl çekici yapan şey ne olmadığıdır; müesses nizamın tercih ettiği, sevdiği, başkan olarak görmek istediği bir şahsiyet değildir. İşte sadece bu husus Trump’a oy veren tepkili kitle için yeterlidir. O nedenle müesses nizam onu ne kadar aşağılarsa, ona medyasıyla ne kadar saldırırsa kitlesi nezdinde değeri o kadar artmaktadır.

[Popülist Erdoğan’ın Türkiye’deki yükselişi de benzer dinamiklere dayanmıyor muydu? AKP liderinin bugün medyanın yüzde 90’ını kontrol ettiği doğrudur ama bu 15 yıl önce böyle değildi. O zaman ana akım medya büyük ölçüde “önceki müesses nizamı” temsil eden çevrelerin kontrolünde olduğu halde, bu medya organlarındaki muhalif yayınlar Erdoğan’ın tabanına etki edemedi. Adeta onlar “saldırdıkça”, AKP lideri daha da güçlendi. Erdoğan’ın yükselişi tabanının “cehaletinden” veya “kendisine tapmasından” daha ziyade, önceki rejime halkın geniş bir kesiminin bu denli tepkili olmasıyla ilişkiliydi ki hâlâ muhalefetin bu yalın gerçekle yüzleştiğini ikna edici şekilde ortaya koyamaması da AKP liderinin tabanıyla kurduğu ilişkinin sarsılamamasının nedenlerinden biridir.]

ABD tarihinde içe doğru çekilme periyodik aralıklarla görülen bir eğilimdir, Trump bu köklü eğilim kadar Amerikan halkının özellikle orta batı (midwest) ve redneck (güneyli eğitimsiz beyazlar) şeklinde adlandırılan kesimlerinin küreselleşmeye yönelik tepkisini temsil ediyor; anlayacağınız New Yorklu müteahhit dükkanını hangi caddeye açacağını gayet iyi biliyor. ABD’li şirketlerce fabrikaların sökülüp Çin gibi Uzak Doğu ülkelerine taşınarak kendilerinin işsiz ve amaçsız bırakılmış olmasını, ABD pazarının her türlü (çoğu Amerikan markası etiketli) ucuz Çin malına ölçüsüz şekilde açılmasını, bu süreçte menfaatlerinin devlet tarafından gerektiği gibi savunulmamış olmasını bu kesimler kendilerine yapılmış büyük bir ihanet olarak görüyorlar. Sadece ucuz emek peşindeki kapitalistlerin çıkarlarını gözeten hükümetlerin göçmenlere kapıları sonuna kadar açarak kendilerinin işsiz kalmasına sebebiyet verdiklerine de inanıyorlar. ABD dünyadaki pek çok ülkeye nazaran hala müteşebbisliğin, yeniliklerin öncü ülkesi ama bu insanlar için “Amerikan Rüyası” bitmiş durumda…

ABD’deki gelir ve servet eşitsizliği, neredeyse diğer tüm gelişmiş ülkelerden daha yüksek ve bu giderek artıyor. Bir ülkenin ekonomik eşitsizliğini sıfır (tamamen eşit) ile yüz (tamamen eşitsiz) arasında değişen rakamlarla ölçen, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) hazırladığı Gini endeksinde ABD’nin rakamı 2019’da 40 olup Türkiye’ninkiyle aynıdır. AB üyesi ülkeler içinde bu sayının 40’ı geçtiği tek ülke Bulgaristan’dır. Kanada, Japonya, Güney Kore gibi diğer gelişmiş ülkelerin rakamları da hep 40’ın altındadır.

ABD’de bir ailenin “çok fakir” sayılması için konulan kriterlere göre hesaplandığında her 18 Amerikalıdan biri çok yoksullardan oluşmaktadır. En alttaki yüzde 90’nın yıllık kazançlarında 1979’dan bu yana sadece yüzde 24’lük bir artış yaşanırken, en üstteki yüzde 1’lik kesimin kazancı iki kattan fazla arttı. Bugün pek çok Amerikalının (enflasyon etkisinden arındırılmış) gerçek maaşı, aşağı yukarı 40 yıl öncekiyle aynı seviyelerde. CEO maaşlarındaki artış eşitsizliğin bir başka göstergesi; 1965 yılında tipik bir şirket CEO’su, ortalama işçi maaşının yaklaşık yirmi katını kazanıyordu; 2018 itibariyle bu oran 278 katına çıktı. En üstte yüzde 10’luk kesimin sahip olduğu servet, yaklaşık 63 milyon aileden oluşan en alttaki yüzde 50’lik kesimin toplam servetinin 28 katı. Bir başka çarpıcı rakam: 2020 yılında federal hükümet ihtiyaç sahiplerine doğrudan konut yardımı için 53 milyar dolar vermiş. Oysa aynı yıl, ev ipoteği faiz indirimi gibi ev sahiplerine yönelik sübvansiyonlar için 193 milyar doların üzerinde para harcamış. Bu sübvansiyonlardan yararlanan ailelerin çoğu zaten en az birkaç milyon dolar serveti olan “zengin beyazlardan” oluşuyor. Bu şu demek: Sadece başlarını sokacak basit konutlar arayan ailelerin aldığı yardım, zengin ailelerin genellikle ikinci evleri için aldığı ipotek faizi indiriminden az…

Ekonomik eşitsizliğin bu kadar büyüdüğü bir toplumda işleyen, güçlü bir demokrasi inşa edemezsiniz. ABD bu gerçekle yüzleşiyor. Peki müesses nizamla halk arasında böylesine sert bir çatışma yaşanırken ABD’nin dünyada liderliğini sürdürebilmesi mümkün olabilecek midir? Kongre’de Trump taraftarı Cumhuriyetçi üyelerin yasadışı göçü önlemek için sınır güvenliğinde tedbirlerin artırılması şartını sürerek koydukları veto nedeniyle ABD’nin Ukrayna’ya bu yıl askeri yardımları ne zaman göndereceği belli değil. ABD’nin Batı kampına bu meselelerde liderlik etmeyi bırakması halinde Avrupa’nın Rusya’ya karşı seferber olma kabiliyet ve arzusunun ne derece bulunduğu da şüpheli…

Trump yeniden başkan seçilirse Ukrayna savaşını “bir günde” bitireceğini şu sözlerle vadediyor; “Zelensky’ye artık bitti diyeceğim. Bir anlaşma yapmak zorundasınız.” Bu söylem, Trump’ın Putin’e Biden’ın teklif edeceğinden daha avantajlı şartlar sunma ihtimalini yükselttiğinden Rus liderin barışa yanaşmayarak ABD’deki başkanlık seçimi sonuçlarını beklemeyi tercih etmesi artık çok daha yüksek olasılık haline geldi. Bu öyle ya da böyle Putin’in Ukrayna’dan zaferle çıkması ve ABD’nin dünya liderliğinin sonu anlamına gelecektir. Çünkü böyle bir sonuçtan ABD’nin müttefikleri ve hasımları şu dersleri çıkaracaktır: Avrupa, ABD’nin güvenlik şemsiyesine güvenerek Rusya’yla bir çatışmaya giremeyeceğini görecek ve Putin’le Doğu Avrupa’daki etki alanlarına ilişkin müzakerelere başlayacaktır. Putin bir barış anlaşmasında Rusya’ya şu an Ukrayna’da işgal altında tuttuğu bölgeler bırakılsa bile bununla yetinmeyecektir, ki zaten başından itibaren niyeti de bundan ibaret değildir. Ukrayna’yı idare eden hükümete diz çöktürerek ülkenin Belarus benzeri kendisine tâbi haline gelmesini sağlamak için saldırgan tutumunu farklı şekillerde sürdürecektir. Ukrayna’nın uzun süre böyle bir teyakkuza dayanabilmesi mümkün değildir. Ukrayna “düştüğü anda” Rusya gözünü Polonya ve Baltık ülkelerine dikecek ve kendilerini artık çaresiz hissedecek olan bu ülkelerin yüzlerini Brüksel’den ziyade Moskova’ya çevirmelerini sağlamakta zorlanmayacaktır. Diğer yandan ABD’nin Rusya’ya bile diz çöktüremediğini gören Uzak Doğu’daki Japonya, Güney Kore, Filipinler gibi müttefikleri Washington’la Çin’e karşı bir savaşa girişmekten kaçınacaklardır. (Bu durum Çin’le çatışmaya başından itibaren gönülsüz olduğunu saklamayan Avrupa için de geçerlidir.) Rusya’nın Ukrayna’dan zaferle çıkması Pekin’i de cesaretlendirecek, ABD’ye karşı başta Tayvan meselesinde olmak üzere daha sert tutumlar almaktan kaçınmayacaktır. Öyle ya, Çin askeri bakımdan Rusya’dan da güçlü bir ülkedir. Uzun lafın kısası Putin, Ukrayna işgalini başlatırken güttüğü asıl hedef olan Batı liderliğindeki dünya düzenini sarsmayı başaracaktır.

Bu senaryo ilk bakışta oldukça gerçekçi gözükebilir, aynen Rus ordusunun ülkeyi kolaylıkla işgal edeceğine ve Ukrayna’nın buna birkaç haftadan fazla direniş gösteremeyeceğine dair analizler gibi… 24 Şubat’ı izleyen haftalarda Türk uzman/yorumcuların yüzde 90’ı bu fikirdeydi, benim gibi farklı düşünenler azınlıktaydı. Büyük güçlerin savaşlarında kazanan tarafı belirleyen asıl unsurlar ekonomik ve askeri güç kapasitesidir. Oysa yukarıdaki senaryo gerçekleşirse, Rusya ve Çin bu alanlarda kendilerinden çok daha güçlü olan ABD’yi kolayca yenmiş olacaktır.

Dünyanın en değerli 10 şirketinden 9’u ABD’lidir. ABD’nin en değerli ilk 10 teknoloji şirketinin toplam piyasa değeri Kanada, Fransa, Almanya ve İngiltere borsalarının toplam değerinden fazladır. ABD’nin yıllık askeri bütçesi 750 milyar doları geçmektedir ki bu alanda dünyada ikinci sırada bulunan Çin’in askeri harcamaları bunun üçte birinden azdır. ABD 2023 itibariyle filosundaki 92 muhrip ve 11 uçak gemisi ile dünyanın en güçlü donanmasına, 13,300 uçak ve 983 saldırı helikopteriyle dünyanın en büyük hava kuvvetlerine sahiptir. Dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz üreticisi olan ABD bu alanda bile Rusya’dan (hatta Suudi Arabistan’dan) öndedir. Uluslararası ticarî-finansal işlemlerin yaklaşık yüzde 90’ı Amerikan dolarıyla gerçekleştirilmektedir. Dünyadaki merkez bankalarının dolar rezervleri son 20 yılda düşmüş olsa da, dolara gerçekten rakip olabilen bir para birimi henüz ortaya çıkmamıştır. Yapay zekanın geleceğin ekonomisini ve ordularını şekillendirecek alan olduğundan kimsenin şüphesi yok, oradaki duruma baktığımızda da şunu görüyoruz: Geçen yıl ABD, yapay zekâ girişimleri için 26 milyar dolarlık risk sermayesi çekti; bu alanda ikinci sırada olan Çin’in oranı bunun altıda biri kadardır.

Ekonomik ve askerî açıdan hâlâ bu kadar güçlü olan bir ülkenin dünya liderliğini sadece iç sorunları nedeniyle kolayca bırakmak zorunda kalacağını sanmak bana göre yanıltıcıdır. Rusya ve Çin’in kendi iç sorunları yok mudur? ABD müesses nizamının halının altından böyle çekilişine seyirci kalacağını düşünmüyorum. Neler mi olabilir, o da başka yazıların konusu olsun.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat