Kissinger: Devlet adamı mı, savaş suçlusu mu? Kürtleri neden “sattı”?

Kimilerine göre büyük bir devlet adamıydı, kimilerine göre ise Kamboçya’da, Güney Amerika ve Bangladeş’teki sivil ölümleri nedeniyle yargılanması gereken bir savaş suçlusu. Öyle ki onu tutuklatmak isteyen ülkelerin gazabından korunmak için gideceği ülkeleri dikkatle belirliyordu.

ÖMER MURAT 03 Aralık 2023 PORTRE

Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemin sembol politikacılarından biri olan Henry Kissinger 100 yaşında öldü. 1923 doğumlu Kissinger’ın ölümüyle 20. asrın hâlâ belli ölçüde de olsa etkinliğini sürdüren son “kalıntılarından” biri de dünya sahnesinden çekilmiş oldu. Alman Yahudisi bir lise öğretmeninin çocuğu olarak doğduğunda adı “Heinz Alfred” idi, Nazilerin Yahudilere yönelik takibatları başlayana (1938’e) kadar Bavyera’da yaşadığı için ana dili aslında Almancaydı, konuşmasındaki Alman aksanı hiç kaybolmadı. Amerikan vatandaşlığına geçerken ismini Henry olarak değiştirdi.

Kissinger’in dünya siyaset sahnesine çıktığı anlar 1970’lerdi. Richard Nixon ve Gerald Ford’un başkanlıkları döneminde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerini yürüttü. Amerikan tarihinde bu iki görevi aynı anda yürüten ender şahsiyetlerden biridir. Kimilerine göre büyük bir devlet adamıydı, kimilerine göre ise Kamboçya’da, Güney Amerika ve Bangladeş’te yol açmakla suçlandığı sivil ölümleri nedeniyle yargılanması gereken bir savaş suçlusuydu. Öyle ki son yıllarında onu bu nedenle tutuklatmak isteyen ülkelerin gazabından korunmak için yurtdışında gideceği ülkeleri dikkatle belirliyordu.

ABD Başkanı Richard Nixon, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile Beyaz Sarayda. (1972)

Kissinger tabiri caizse utanmaz bir realpolitikçi veya başka bir ifadeyle Makyavelistti. Ona göre uluslararası ilişkilerin ana belirleyicisi büyük güçlerin rekabetleridir, bu mücadelede üstün gelmek için insan hakları ve küçük ülkelerin çıkarları rahatlıkla göz ardı edilebilir. Şu müstehzi lafı meşhurdur: “Yasadışı (gayrikanûnî) olanı hemen yaparız, anayasaya aykırı olan ise biraz daha uzun sürer.”

Nixon döneminde ABD’nin Vietnam savaşını tarafsız bir ülke olan Kamboçya’yı da içine alacak şekilde genişletip 500 bin ton patlayıcı kullanarak yaptığı hava bombardımanının karar alıcısıydı. Amacı Kamboçya sınırındaki üslerde faaliyet gösteren komünist Vietkong güçlerinin kökünü kazımaktı ama bombardıman sivil-asker ayrımı gözetmeden yapıldı: Kissinger orduya o bölgede “uçan ya da hareket eden her şeyi” vurmaları talimatını verdi. Amerikan Hava Kuvvetleri’nin bu bombardıman sırasında kullandığı patlayıcı II. Dünya Savaşı sırasında Almanya ve Japonya’ya karşı kullandıklarının toplamından fazlaydı. 150 bin sivili katleden bu bombardıman dört yıllık iktidarları döneminde iki milyon insanı kurşuna dizen Pol Pot ve Kızıl Kmerler’in yükselişine yol açtı. ABD’nin Vietnam’daki askerî işgalini sona erdiren barış anlaşmalarını müzakere etmesi nedeniyle 1973’te Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Oysa Kissinger’in “onurlu barış” dediği bu anlaşmaların yıllar önce de yapılabileceği, bundan kaçındığı için ABD’li askerler dahil on binlerce insanın daha öldüğü kanaati yaygındır.

ABD Başkanı Gerald Ford, DIşişleri Bakanı Henry Kissinger, ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcroft, Beyaz Sarayda Oval Ofiste. (1974)

Kissinger (sonradan ortaya çıkan arşiv kayıtlarına göre) “seçmenlerinin sorumsuz davranması yüzünden Şili’nin komünist olmasına müsaade edecek değiliz” diyerek seçimle iş başına gelmiş sosyalist Salvador Allende’nin devrilmesini aktif şekilde destekler. General Pinochet’nin 1973’teki darbesi sırasında Allende öldürüldü, yerine on binlerce insanı katleden, hapseden veya işkenceden geçiren bir askeri otokrasi kuruldu.

Özellikle o dönemdeki bu tür politikaları nedeniyle Güney Amerika ülkelerindeki Amerikan karşıtlığı had safhadadır. Orada 2006-2007’de görev yaparken bunun beni şaşırtan örnekleriyle karşılaşmıştım. Bir keresinde Türk dış politikasına ilişkin seminer vermek üzere bir Brezilya üniversitesine davet edilmiştim. Tenefüste etrafıma toplanan öğrencilerle konuşurken biri “Türklerin dili Arapça değil mi?” diye sordu, kendisine Türklerin ve Arapların iki ayrı millet olduğunu anlattıktan sonra Ortadoğu hakkında bu kadar bilgisi olmayan bir öğrencinin neden seminere ilgi duyduğunu anlamaya çalıştım. Bölümü farklıydı, bu nedenle uluslararası ilişkiler hakkında fazla bilgisi yoktu, ama 11 Eylül’den sonra Araplara sempati beslemeye başlamıştı. Merakım giderek artmıştı, Müslüman olup olmadığını, ailesinin Brezilya’ya göç eden Araplar arasında olup olmadığını sordum, hiçbiri değildi, yerli bir işçi ailenin çocuğuydu, ABD’den o kadar nefret ediyordu ki ona “böyle büyük bir tokat atan” Araplara sempati beslemişti.

Kissinger’ın nefret oklarını çektiği bir diğer yer Hint alt kıtasıdır. Pakistan ve Bangladeş 1971’e kadar Batı ve Doğu Pakistan şeklinde tek devletti. Kissinger Batı Pakistan’ın askerî idaresinin Bangladeş’teki Bengal milliyetçilerini şiddetle bastırmaya yönelik siyasetine destek vermişti. Nixon yönetimi, Ürdün’den 10 avcı-bombardıman uçağının Amerikan yasalarına aykırı şekilde transferi de dahil olmak üzere Pakistan’a silah sevkiyatları yaptı. Çünkü Kissinger için o zamanlar Çin’le yürüttüğü gizli müzakereler için arabuluculuk işlevini üstlenen Pakistan lideri Yahya Han’ı desteklemek öncelikliydi. O iç savaşta yaklaşık 269 bin kişi öldü, 10 milyon mülteci Hindistan’a sığındı.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Dr. Henry A. Kissinger.

Kissinger ayrıca Endonezya diktatörü Suharto’nun 1975’te eski Portekiz sömürgesi Doğu Timor’u işgal etmesine yeşil ışık yaktı, çünkü Vietnam’ın düşüşünden sonra Doğu Timor’daki solcu hükümetinin de ülkeyi komünist saflara iteceği korkusu vardı, Soğuk Savaş şartlarında ABD’nin böyle bir “itibar kaybına” tahammülü yoktu. Sonraki beş yıl boyunca ABD’nin teçhiz ettiği Endonezya ordusunun başlattığı işgal sonucu yaşanan çatışmada adanın 650 binlik nüfusunun yaklaşık yüz bini hayatını kaybetti. Bu iki politika da bu kadar katliama rağmen başarısız oldu, neticede Bangladeş ve Doğu Timor bağımsızlığını kazandı.

Nitekim başkanlığı sırasında verdiği bir mülakatta “görev süresinin çoğunu Kissinger’ın bıraktığı dünyayı onarmaya çalışarak geçirdiğini” belirten Obama örnek olarak “hâlâ [ABD bombardımanlarından arta kalan] küçük çocukların bacaklarını havaya uçuran bombaları temizlemek için o ülkelere yardım etmeye çalıştıklarını” hatırlatıp şöyle sorgulamıştı: “Bu stratejinin bizim çıkarlarımıza ne faydası oldu?”

Bu tartışmalı şahsiyeti nedeniyle ABD Başkanı Biden ölümü üzerine yayınladığı mesajda alışıldık övgüler kısmına geçmeden önce pek alışılmadık bir ekleme yaparak Kissinger’la “kariyerleri boyunca genellikle aynı fikirlerde olmadıklarını” vurgulamak ihtiyacını hissetti. Kissinger’ın ne denli muammalı bir karakter olduğunu şu manzara gayet güzel ortaya koyuyor: ABD Başkanı onunla arasına böyle biraz mesafe koyarken, şu dünya konjonktüründe eski Amerikan Dışişleri Bakanı’na Çin ve Rus liderler methiyeler dizmekten kaçınmadı. Çin lideri Şi Jinping yayınladığı taziye mesajında ondan “dünyaca ünlü bir stratejist ve Çin halkının eski ve iyi bir dostu” şeklinde bahsetti. Rusya Devlet Başkanı Putin ise “Bu derin ve olağanüstü insanla pek çok kez kişisel olarak iletişim kurma fırsatım oldu ve hiç şüphesiz onunla ilgili en güzel anıları saklayacağım” dedi.

ABD ile Çin arasında Soğuk Savaş sırasında Sovyet Rusya’sına karşı kurulan yakınlaşmanın mimarıydı. 100. yaşına girmiş olmasına rağmen Çin hükümeti, Washington’a iletmek istediği hassas mesajlar için hâlâ onu elçi olarak kullanıyordu, bu nedenle geçen yaz Pekin’e adeta devlet başkanıymış gibi protokolle ağırlandığı bir ziyaret gerçekleştirdi, Cinping’le görüşmesi yaklaşık üç saat sürdü.

Henry Kissinger ileri yaşına rağmen geçen yaz Pekin’e giderek Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’le üç saat süren bir görüşme yapmıştı.

Siyasetin hep içinde oldu, hiçbir zaman kendisini emekliye ayırmadı ve siyaseti hep kendine has entrikalarla yürüttü. Üst düzey bir yardımcısını onun için vazgeçilmez olduğu şeklinde överken, FBI’ya basına bilgi sızdırıp sızdırmadığını anlamak için ev telefonlarını yasadışı olarak dinleme emri verebilen bir adamdı. Acımasız pragmatizmine dair gülümseten bir anekdot ise şudur: Memurlarını fazla çalıştırmasıyla bilinen Kissinger’in başmüşaviri bu nedenle ofisinde rahatsızlanıp fenalaşır, ambülansla hastaneye götürülürken arkasından söylenir: “Bana şimdi lazımdı!”

Trump başkan olduğunda bu Avrupa’da ciddi endişelere yol açmıştı. Kissinger görüştüğü Alman yetkililere Trump’la ilişkilerini (bir Amerikan Yahudisi olan) damadı Jared Kushner üzerinden yürütmelerini tavsiye ederken aynı sıralarda Kushner’e de şu taktiği öğütler: “Avrupalılar Trump’dan dolayı endişeliler, bunu kendi avantajına kullan, onlara emniyet verme, her zaman iki arada bir derede tut!”

Eski ABD Dışişleri Bakanı ve ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger, 100 yaşında hayatını kaybetti.

Kissinger Ortadoğu’da Ben-Gurion’un “çevre doktrini” çerçevesinde Arap olmayan Türkiye ve İran gibi çevre ülkeleriyle, bölgedeki Lübnan Hristiyanları ve Kürtler gibi azınlıklarla İsrail’in ittifaklar kurma hedefini gerçekleştirmeye çalışır. Bu çerçevede Kuzey Irak’ta Mustafa Barzani liderliğinde 1970’lerde ayaklanan Kürtlere ABD ve İsrail İran üzerinden askeri destekler ulaştırır. Fakat bu plan Arapları karşısına almak istemeyen Şah’ın Kissinger’e sormadan Saddam’la anlaşmaya varması üzerine suya düşer. Şah, Sovyet kampına geçmeyeceğine dair teminatlar veren Saddam’ın Batı’yla ilişkileri düzeltmekte olduğunu görür ve kendisinin ortada bırakılmasından endişe ederek bir nevi ön alır.


 

Böylece Kürt ayaklanmasının kaderi düğümlenir: İran olmadan ABD yardımlarının gizlice Kürtlere ulaştırılabilmesi mümkün değildir. Kissinger, Kongre’nin konuyla ilgili gizli oturumunda, kendine has soğuk üslubuyla bu çaresizliği, “gizli operasyonlar misyonerlik faâliyetleri ile karıştırılmamalıdır” sözleriyle anlatacaktır. ABD, İsrail ve İran’a güvenerek savaş meydanına atılan Kürtler bir anda Saddam karşısında etraflarının boşaldığına şahit olurlar. Kissinger’in o dönem yardımcılığını yapan Brent Scowcroft Kürtlerin makus talihini şöyle özetler: “Kürtler Büyük Güçler’in oyununda piyondurlar, bu her zaman böyle olmuştur.”

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat