Erdoğan yine “başardı”; ABD ve Rusya Türkiye’ye karşı aynı cephede

Madem Putin Arap aşiretlerinin YPG’ye karşı mücadele vermesini destekliyor, niye ayaklanan Arap aşiretlerine destek olmak üzere YPG’ye saldırıya geçen SMO’yu hava kuvvetlerini devreye sokarak püskürtüyor? Erdoğan bunu Putin’e sormuş mudur?

ÖMER MURAT 09 Eylül 2023 HABER ANALİZ

Erdoğan Türkiye’ye geleceğini duyurmasına rağmen Putin gelmedi, o da bunun üzerine bir kez daha Rus liderin ayağına kadar gidip o kadar umut etmesine rağmen Tahıl Anlaşmasını uzatamadan eli boş dönerken uçakta “uslu” gazetecilerin önceden belirlenmiş sorularına cevaben Kıbrıs’ta yaşanan son hadiseler dolayısıyla İngiltere’ye şu sözlerle çattı: “Diriliş halinde olan ülkeleri, direnen ülkeleri susturmak, durdurmak için adım atan ülkeler var. Mesela İngilizlerin tavrı… İngilizlerin Rusya ile münasebetlerinin nasıl olduğunu biliyoruz, tamamen ters. Bir taraftan da Kıbrıs’ta bize de çelme takmaya çalışıyorlar. Bu konuyu da Sayın Putin ile ele aldık. Rusya’nın Kıbrıs’a ofis açma olayındaki duruşu, Kıbrıs ile ilgili gelişmeler Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını her şekilde hissettirmekte.”

Orada bulunan “gazetecilerin” bu sözleri üzerine AKP liderine “Madem Ruslar, Kıbrıs konusunda ilk kez bize bu kadar yaklaştı, madem İngiltere ile Rusya’nın arası bu kadar kötü, nasıl oldu da Moskova’nın BM Güvenlik Konseyi’nde Londra tarafından taslağı yazılan, KKTC’yi ağır şekilde eleştiren bir açıklamaya onay vermesine yol açtık? Pile’de diplomatik zemini hazırlanmadan, dozerleri BM güçleri üzerine sürerek statükoyu değiştirme teşebbüsünün adeta kendi ayağına kurşun sıkma olduğunu görüyoruz, bu konuda bir özeleştiri yapacak mısınız?” şeklinde bir soru yöneltmesini maalesef artık beklemiyoruz.

Putin, Erdoğan’ı 4 Eylül’de Soçi’deki ikametgahında karşılarken…

Yüzde 90 oranında Erdoğan’ın kontrolü altında olan medya bu nedenle denetleme görevini yerine getiremeyince iktidar da diplomatik arenada yaşadığı her bozgunu makyajlayarak zafer gibi sunma sakil tavrını tekrarlayıp duruyor. Nitekim daha Kıbrıs’ta yaşanan hezimetin üzerinden iki hafta geçmişken Erdoğan hükümeti, Ukrayna savaşı nedeniyle birbirleriyle “kanlı-bıçaklı” haldeki ABD ve Rusya’nın Türkiye’ye karşı bu kez Suriye’de ortak bir tavır sergilemesini sağlamayı da “başardı.”

Geçen hafta Deyrizor’daki bazı Arap aşiretler ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adlı ülkenin kuzeydoğusunda (Fırat’ın doğusunda) hakim rejime karşı ayaklandı. Ortasından Fırat’ın geçtiği Deyrizor ilinin doğu yakası SDG, batı yakası ise Esad rejimi ve İran destekli milislerin kontrolü altında… Ayaklanan aşiretlerin Esad rejimi ve İran destekli milis örgütlenmeleri tarafından desteklenerek kışkırtıldığı anlaşılıyor.

SDG hakimiyetindeki bölgede yaşayan Araplar arasında, genel olarak Kürtler tarafından idare edilmekten ve YPG’nin eğitim ve güvenlik kurumlarında onları kendi örgütsel ideolojik doktrinizasyonuna maruz bırakma faaliyetlerinden dolayı ciddi bir rahatsızlık bulunduğu biliniyor. Deyrizor aynı zamanda Suriye’nin en büyük petrol sahasının (el-Ömer) bulunduğu yer olduğundan İran’ın desteğiyle Şam, mahallî Araplar arasındaki memnuniyetsizlikten istifadeyle oraya sokulmaya çalışıyor.

Bu çabanın bir nedeni de ABD’nin Suriye’deki konumunu zora sokma hedefiyle ilişkili. ABD pek de tesadüf olmayan bir şekilde Suriye’deki askerî üssünü el-Ömer petrol sahasının bitişiğinde konuşlandırmış durumda. Bu nedenle böyle bir çatışma Washington’un isteyeceği en son şey. Neticede SDG (YPG), ABD’nin aktif diplomatik ve örtülü askerî desteğini alarak onlarca kişinin öldüğü çatışmalar sonucunda isyanı bastırdı.

Suriye’nin güneyinde bunlar olurken, Ankara’nın sanki Esad rejimi ve İran’la gizli bir işbirliği yaptığı şüphesi doğuracak şekilde kuzeyde (Türkiye’nin fiili hakimiyeti altındaki bölgede faaliyet gösteren) Suriyeli muhalif gruplar, Deyrizor’daki isyana destek olmak için, SDG’yi çift cephede savaşmak zorunda bırakmak maksadıyla Menbic ve Haseki’de SDG idaresindeki bölgeye eş zamanlı saldırılar başlattılar. Bunlar, İdlib’teki Talibanvari teşkilata (Heyet Tahrir el Şam – HTŞ) nazaran daha “makbul” muhalif örgütlenmeyi temsil eden “Suriye Milli Ordusu” (SMO) tarafından gerçekleştirildi. SMO tamamen Türkiye kontrolünde bir örgütlenme, Ankara’dan izin ve işaret almadan böyle bir askerî hareketlenmeye girme ihtimali yok.

Suriye Milli Ordusu’na (SMO) bağlı askerler. Foto: AFP

İktidarın Suriye siyasetindeki ana hedef oradaki SDG (YPG) hakimiyetinin sona erdirilmesidir. YPG varlığı ortadan kalkarsa baş başa kalınacak Esad rejimi ve İran’la nasıl bir orta yol bulunacağı ise tamamen belirsizdir, Erdoğan rejiminin ısrarla sürdürdüğü bu kısır bakış açısını anlamak için Suriye’deki gelişmeler kadar Türkiye iç siyasetine de odaklanmak gerekir ki bu başka bir yazı konusudur.

Şimdi zurnanın zırt dediği yere geliyoruz: Türkiye destekli SMO’nun Deyrizor’daki Arap aşiretlere destek olmak için SDG’ye karşı başlattığı harekatlar Rus hava kuvvetlerinin operasyonları sonucu akim kaldı. Böylece güneyinde ABD’nin desteğiyle zorlu bir isyanı bastırmaya çalışan SDG’nin imdadına kuzeyde Rusya yetişmiş oldu.

Şöyle düşünün: Eğer Rusya bu engellemeyi yapmasaydı, Washington ve Ankara arasındaki ilişkilerin iyice gerilmesi muhtemeldi. Hatırlanacağı üzere, Erdoğan’ın ABD Başkanı’ndan “Aptal olma!” diye kendisine hitap eden bir ihtar mektubu alması da buna benzer bir gelişme sonucu olmuştu. İktidar o kadar acemice bir siyaset yürütüyor ki, ABD Başkanı’nın adeta imdadına yetişerek onu bir daha benzer bir külfete girmekten kurtaran lider, Biden’a şu konjonktürde günahını bile vermemek için her şeyi yapacak Putin oluyor: ABD ve Rusya gibi birbiriyle savaşa tutuşup tutuşmayacakları tartışılan iki büyük gücün diplomatik ve askerî desteğini alan SDG (YPG) içine düştüğü zor durumdan kurtuluyor.

Şunu da hatırlatmalıyız ki YPG’nin bugün ABD’nin açıktan askerî desteğiyle Suriye’de bu şekilde güç ve zemin kazanmış olması da Erdoğan iktidarının buna benzer (Washington’la koordine etmeden Esad karşıtı diye El-Kaide gibi terör örgütleriyle bağlantılı bazı muhalif gruplara destek vermesi, IŞİD’la mücadeleyi geri plana atarak ana hedefe YPG’yi oturtması gibi) önü arkası iyi planlanmamış acemi politikalarının doğrudan sonucudur.

Ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne bağlı birlikler.

Soçi dönüşü gazeteciler Erdoğan’a Deyrizor’daki gelişmeleri hatırlatarak “Bu konu spesifik olarak Putin’le görüşmenizde gündeme geldi mi? Yaşananlara dair sizin görüşünüz nedir?” diye sormuşlar. Erdoğan’ın buna verdiği cevap tam anlamıyla evlere şenlik mahiyette: “Doğrusu konuyu Sayın Putin açmadı. Ben şöyle kısa bir özet açtım ve Suriye’deki bu gelişmelerde PKK’ya YPG’ye karşı artık Arap aşiretlerin bir bütün haline geldiğini, hatta şu anda katılımın artmasıyla Arap aşiretlerin güçlendiğini görüyoruz. Sayın Putin de bölgenin sahipleri olarak Arap aşiretlerinin bir araya gelerek, terör örgütüne karşı mücadele vermesinin önemli olduğunu söyledi.”

Nasıl ki SMO’nun Erdoğan’ın haberi olmadan SDG (YPG)’ye karşı harekât başlatması düşünülemezse, Rus hava kuvvetlerinin de Putin’in haberi olmadan SMO’nun saldırılarını püskürtme ihtimali olduğunu sanmak yanıltıcıdır. Bu durumda Putin’in konuyu neden hiç açmadığını anlamak gayet mümkündür de, bunu Erdoğan’ın anlamazlıktan gelmesi gariptir, diplomatik acemilik ve acizliğin dışavurumu gibidir. Madem Putin Arap aşiretlerinin YPG’ye karşı mücadele vermesini destekliyor, niye ayaklanan Arap aşiretlerine destek olmak üzere YPG’ye saldırıya geçen SMO’yu hava kuvvetlerini devreye sokarak püskürtüyor? Erdoğan bunu Putin’e sormuş mudur? Böyle makul soruları sorabilecek gazetecileri etrafına yaklaştırmamakla ne kadar “akıllılık” ediyor değil mi?

Aynen Kıbrıs’ta olduğu gibi Putin, Erdoğan’ın kendisiyle hiçbir şekilde koordine etmeden attığı anlaşılan bir adımı, ABD’yle aynı safta yer alma pahasına cezalandırmaktan kaçınmamıştır. Böylece iki büyük gücün desteğini arkasında hisseden SDG (YPG) Deyrizor ayaklanmasından güçlenerek çıkmış gözükmektedir. Eğer bu isyandan ders alarak, Washington’un arabuluculuk ettiği müzakereler sonucu, Arapların çoğunlukta olduğu Deyrizor gibi yerlerde idareyi büyük ölçüde kendisiyle müttefik bazı yerel Sünni Arap aşiretlere terk ederse, sahadaki konumunu daha da güçlendirebilir. Sünni Araplar ne Esad’ı ne de YPG’yi başlarında istiyor, Araplar arasındaki bu derin bölünme YPG’nin Suriye’de iç savaşla açılan büyük çatlağa daha da fazla yerleşmesiyle neticelenebilir.


 

Gerek Kıbrıs’ta gerek Suriye’de yaşanan hezimetlerin gösterdiği husus şu: Erdoğan idaresi altında Türkiye dış politikada tamamen kısa vadeli taktiksel kazanımlara odaklanmakta, uzun vadeli stratejik bakış açısından mahrum bulunmaktadır. Bu mahrumiyete ABD, Rusya gibi büyük güçlerin dış siyasetlerini ve stratejik hedeflerini doğru okuyamama eklenince, yürütülen resmi politika için hasbelkader lehte neticeler üretebilecek durumlarda bile Türkiye için ters sonuçlarla yüzleşilmesi kaçınılmaz olmaktadır.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com