Erdoğan, Esad’la barışarak Suriye kördüğümünü çözebilir mi?

Erdoğan’ın seçim arefesinde, Esad'la barışıp Suriye'den çekilerek, yıllardır izlediği yanlış siyasetler sonucu Türkiye’yi orada tam bir bataklığa soktuğunu iyice ortalığa dökeceğini sanmak AKP liderinin aklını hafife almak olur.

ÖMER MURAT 19 Ağustos 2022 HABER ANALİZ

Erdoğan 2014’den itibaren Suriye politikasını Kürt meselesine endekslemeyi tercih etti. Oysa bu en başta böyle değildi. Her şey Suriye’de iç savaş başladıktan kısa süre sonra (Temmuz-Ağustos 2012’de) Esad rejiminin Türkiye sınırında yer alan Kürtlerin çoğunluklu olduğu üç bölgeden çekilerek buraları PKK’nın Suriye’deki kolu olan YPG’ye devretmesiyle başladı. PYD liderliğindeki Suriyeli Kürtler daha sonra bu bölgelere Kürtçe “batı” anlamına gelen “Rojava” ismini vererek her birini “kanton” olarak adlandırdılar. Birbirleriyle kara bağlantısı olmayan bu kantonlar Afrin, Kobani (Ayn El Arab) ve El Cezire (Kamışlı, Haseke, Amuda) şeklindedir.

Şam böylece iki hedef güdüyordu: Bu bölgelerden çektiği askeri birlikleri isyan halindeki Arap muhaliflerin üzerine göndermek ve Türkiye’yi YPG’yle karşı karşıya getirmek… O zamana kadar Suriye’de yaşayan Kürtlerin sayıları 300 bini bulan kısmına vatandaşlık bile vermeyi reddeden Esad rejimi tavrını değiştirmiş, yurtdışında sürgünde yaşayan PYD Başkanı Salih Müslim’in dönüşüne izin vermişti. Erdoğan hükümeti o zaman bu gelişmeyi bir tehdit olarak algılamadı. Nitekim Müslim başta olmak üzere PYD yetkilileri Ankara’ya ziyaretlerde bulunup hükümet yetkilileriyle görüşmeler yaptılar.

Suriye’de Kürtlerin kurmuş olduğu Partiya Yektiya Demokrat’ın (PYD) eşbaşkanı Salih Müslim

İktidar o dönemde bu yaklaşımı, PKK’yla yürüttüğü ve “çözüm süreci” adını verdiği müzakerelerin bir parçası olarak geliştiriyordu. Nitekim YPG, Suriye’de bu şekilde güç kazanmışken Erdoğan Aralık 2012’de Öcalan’la görüşmeler yapıldığını duyurdu. Öcalan’ın “Artık silahlar sussun” dediği mektubu HDP’li siyasetçilerce Mart 2013’de Diyarbakır’da Nevruz mitinginde Türkçe ve Kürtçe okundu. Kandil’de Karayılan Mayıs 2013’de “silahlı unsurlarımızı Türkiye’den çekiyoruz” diyerek bir nevi ateşkes ilan etti.

Erdoğan ve PKK/YPG arasındaki ilk anlaşmazlık, PYD’nin Esad karşıtı muhalif cepheye katılmayı reddetmesiyle başladı. YPG’nin kantonları birleştirme hedefiyle Suriye’de hakim olduğu bölgeleri genişleterek Arap çoğunluklu yerlerde de hakim duruma gelmesi üzerine bu çatlak iyice büyüdü. Bu bölgelerde YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri adlı özerk bir idare kuruldu.

IŞİD (DAEŞ) Kürt çoğunluklu bir sınır şehri olan Kobani’yi kuşatmaya aldığında (Eylül 2014 – Mart 2015) Erdoğan rejiminin Suriye’de o ana kadar olabildiğince açığa vurmadan yürüttüğü siyaset tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. YPG’nin Suriye’de hakimiyetini genişletmesini bir tehdit olarak gören Erdoğan rejiminin, IŞİD gibi tehlikeli bir örgütün Türkiye sınırına iyice yerleşmesine ise aynı açıdan yaklaşmadığı anlaşıldı. Erdoğan’a göre Suriye’de Türkiye’nin düşman olarak gördüğü unsurlar sıralamasında IŞİD, Esad rejimi ve YPG’den sonra üçüncü sırada yer alıyordu. Daha sonra YPG birinci sıraya, Esad rejimi ise ikinci sıraya düşürüldü, ama IŞİD’in tehdit algılamasındaki bu yeri değişmedi. Erdoğan’ın “Kobani düştü, düşüyor” açıklaması bunun açık bir itirafından başka bir şey değildi.

IŞİD’in Kobani’yi kuşattığı sırada Türkiye’nin pek çok şehrinde protestolar düzenlendi. Fotoğraf Taksim’deki gösteriden… (Ekim 2014)

17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları ile 7 Haziran 2015 genel seçimleri arası, Erdoğan’ın aynı zamanda “gömlek değiştirme süreci” içerisinde bulunduğu, bu çerçevede içeride kurduğu koalisyonları değiştirme çalışmaları yürüttüğü kritik bir geçiş dönemidir. Bu geçiş henüz tamamlanmadığı için Erdoğan  Türkiye’deki Kürtlerin Kobani’de yaşananlara tepki göstererek sokaklara dökülmesine karşı “çözüm sürecini” artık rafa kaldırdığını ilan etmekten kaçındığını gösterir şekilde, Kobani’ye Kürt savaşçıların Türkiye toprakları üzerinden ulaştırılarak zor durumdaki YPG’ye destek vermelerine müsaade etti.

Suriye’de Esad karşıtı Sünni Arapların hamisi rolüne soyunan Erdoğan için Kürtlerin Suriye’de Esad’a karşı değil de IŞİD’a karşı konumlanması hesaplarını karmaşıklaştıran bir etki yaptı. Fakat yine de Erdoğan için “çözüm sürecini” bitirmesine karar vermesine yol açan asıl gelişme Suriye’de değil Türkiye’de yaşandı. Erdoğan “çözüm sürecinden” artık vazgeçtiğine ilişkin ilk işareti, 7 Haziran 2015 seçimlerinden üç ay önce verdi. Anketler AKP’nin oy kaybettiğini gösteriyordu. Bu düşüşün nedeni ekonomik büyümedeki yavaşlamaydı. Ekonomi duraklayınca AKP’nin yolsuzlukları daha fazla göze batar hale gelmişti. Erdoğan popülerliğini kaybederken, Selahattin Demirtaş’ın yıldızı parlıyordu. HDP’nin oy oranını artırması AKP’yi tek başına iktidar olamaz hale getiriyordu.

Dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş İstanbul İl Merkezi’nde partisinin seçim başarısını kutlarken… (7 Haziran 2015)

Erdoğan’ın popülerliğindeki düşüşün nedeni “çözüm süreci” değildi. 17/25 Aralık ve MİT Tırları gibi ağır yolsuzluklarını ve anayasa ihlallerini ortaya çıkarmış soruşturmaları savuşturacak denli siyasi ve medya gücü bulunan Erdoğan için “çözüm sürecini” tabanına satmak her zaman mümkündü. Ekonomik sorunlara çabuk çözümler üretebilmek ise mümkün değildi. Erdoğan artık direksiyonu milliyetçiliğe kırarak HDP ve Demirtaş’ı marjinalize etmeye karar verdi. Bu stratejiyi başarıya ulaştırmak, ortada ciddi bir güvenlik sorununun yaşandığına halkı ikna edebilmek için de Suriye’deki gelişmeleri kullanacaktı.

Bu dönemde HDP ve Demirtaş’ın yükselişinden rahatsız olan sadece Erdoğan değildi, anlaşıldığı kadarıyla PKK liderliği de bundan hiç hoşnut değildi. Böylece Erdoğan ve PKK’yı biraraya getiren bir düzlem oluştu. 7 Haziran seçimlerinden 45 gün sonra gerçekleşen ve “çözüm sürecinin” fiilen bitişi anlamına gelen cinayette, Ceylanpınar’da iki polis evlerinde uyurken katledildi ve PKK bu terör eylemini üstlenmekten önce kaçınmadı. Bilahare, kuş kafesten uçtuktan sonra, muhtemelen bu kirli oyunda aldıkları rolün fazlaca açığa çıkmış olmasını bertaraf etmek amacıyla cinayetlerin PKK liderliğinin emriyle değil de, yerel birimlerin kendi insiyatifiyle gerçekleştirildiğini iddia eden, inandırıcı tarafı olmayan bir açıklama yaptılar.

Ceylanpınar’da öldürülen iki polis için Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü’nde düzenlenen cenaze töreninden… (Temmuz 2015)

Görüldüğü üzere, Erdoğan için Suriye’deki her gelişmenin iç siyasete bakan bir boyutu bulunmaktadır. Erdoğan’ın bugün Esad’la barışarak siyasi kariyerinin alışıldık U dönüşlerinden birini daha yapıp yapmayacağını öngörebilmek için bu hususun iyi anlaşılması gerekmektedir.

Dış politikada otoriterleşmesine paralel olarak Rusya ve İran’la giderek daha fazla yakınlaşan Erdoğan için Suriye’de bu ülkelerin Esad rejimini desteklemesi ciddi bir sorundur. AKP lideri seçim arefesinde ekonomik krizin de iyice derinleşmesi sonucu zayıflamış halde olduğundan bu ülkelere taleplerini kabul ettirebilecek güçten mahrumdur. Bu şartlarda Rusya ve İran’ın Erdoğan’ı Esad’la barışmaya teşvik ettiği görülmektedir. Önerdikleri formül, Erdoğan’a başta İdlib’tekiler olmak üzere Sünni Arap müttefiklerini Esad’ın insafına terk etmesinin karşılığı olarak SDG’ye yönelik askeri harekatlar düzenlemesi için yeşil ışık yakılmasıdır ve bunun Moskova ve Tahran’ın oldukça işine geldiği açıktır. Türkiye böyle bir operasyona başlayınca, Suriye’de SDG ile kurduğu ittifakla IŞİD’a karşı operasyon yürüten ABD’yle ister istemez karşı karşıya gelecektir. İki NATO müttefiki birbirlerine silah doğrulturken Ruslar votkasını, İranlılar da şerbetlerini doldurdukları kadehlerini tokuşturarak manzarayı keyifle izleyeceklerdir.

DEAŞ (İŞİD) terör örgütünün merkezi olan Rakka şehri, ABD’nin destek verdiği, YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nce 2017’de alınmıştı.

Veya kendisini ABD’nin korumadığını gören SDG, Rusya ve İran’ın Esad rejimiyle uzlaşması doğrultusunda geliştirdiği formülü kabul etmeye mecburen yanaşacaktır. Bu formül, kabaca, SDG’nin Arap çoğunluklu bölgeleri Esad rejimine terk ederek, özerk idaresini Kürt çoğunluklu bölgelerle sınırlı tutması, bunun karşılığında da Şam’ın bu özerk idareyi resmen tanıması, bu çerçevede SDG’nin silahlı güçlerini kendi ordusunun bir parçası (mesela kolordusu) haline getirmesidir. (SDG bu formülde Afrin’i Esad rejimine bırakacaktır.) Bu fiilen kuzey Suriye’de, kuzey Irak’takine benzer bir özerk Kürt devletinin kurulması demek olacaktır. Erdoğan rejimi böyle bir neticeyi kabullenmeye hazır gibi gözükmemektedir.

Bu demektir ki, Erdoğan Esad’dan Suriye’den çekilmesinin karşılığı olarak YPG’yi “ortadan kaldırmasını” talep edecektir. Böylece Türkiye’nin ABD’yle çatışması tehlikesi de bertaraf edilmiş olacaktır. Fakat Esad’ın askeri bakımdan Kürtlere yönelik bir operasyon yürütebilecek gücü yoktur. Erdoğan Şam’ın karşısına böyle bir taleple çıkarsa muhtemelen “O zaman İdlib’teki ve Türk ordusunun kontrolündeki diğer bölgelerdeki muhalifleri de (yani sırasıyla Heyetu Tahriru’ş Şam ve Suriye Milli Ordusu’nu) sen temizlersin” karşılığını alacaktır. Bu ikinci opsiyon da Erdoğan için ne tercih edilir, ne de pek mümkündür.

Türkiye sınırına yığılmış Suriyeli mülteciler… Foto: Bülent Kılıç, Agence France Press (AFP)

Bir diğer mesele ise Esad’ın vereceği herhangi bir teminata halihazırda Türkiye kontrolündeki bölgelerde yaşayan muhaliflerin kesinlikle güvenmeyeceği gerçeğidir. Türk ordusunun Suriye’den çekilip yerini Esad rejimine bağlı askeri birliklere bırakacağı duyulduğu anda bunun rahatlıkla öngörülebilir iki sonucu olacaktır: (I) Kendilerini ihanete uğramış ve çaresiz hisseden Araplar – Esad rejiminin yaşadıkları bölgelerde hakim konuma geldiği anda kendisine muhalif gördüğü herkesi katletmekten çekinmeyeceğini çok iyi bildiklerinden – aşırılıkçı örgütlere kitleler halinde katılarak silahlı direnişe geçeceklerdir. (II) Esad rejiminin yapacağı yeni katliamlardan endişe eden yüz binlerce Suriyeli, Türkiye’ye iltica etmek için sınıra hücum edecektir. Böyle bir duruma Erdoğan hükümeti nasıl bir karşılık verecektir? Mültecilerin üzerine ateş mi açacaktır? Ortaya çıkacak uluslararası tepkiyle nasıl baş edecektir?

İşin Erdoğan’ın zihnini çok daha fazla meşgul eden iç siyaset boyutu da hiç parlak durumda olmayacaktır. Orada da iki öngörülebilir netice vardır: (I) Türkiye’de ekonomik krizin derinleşmesi Suriyeli mültecilere yönelik tepkiyi artırmaktadır. Hükümetin milyonlarca mültecinin ülkeye entegrasyonu konusunda başarılı bir sınav veremediği de ortadadır. Seçim arefesinde Erdoğan’ın bu mültecilerin artık ülkelerine geri dönmeye başladıklarını göstermesi kritik önemdedir. Türkiye’deki mültecilerin Esad idaresindeki ülkelerine döneceklerini sanmak, Suriye’de son on yıldır ne olup bittiğinden hiç haberi olmamak demektir. Suriyeli mülteciler kendi arzularıyla gitmek istemediğinde kolluk kuvvetleriyle evlerinden toplanıp zorla sınıra mı götürülecektir? Bir yandan Suriye’den Türkiye’ye gelmeye çalışarak sınırda yığılan yüz binlerce insan… diğer yandan Türk kolluk kuvvetlerinin ülkelerine zorla götürmek için sınıra getirdiği yüz binlerce mülteci… Ortada bir başarı hikayesinden ziyade kontrolden iyice çıkmış bir kaos ortamı olacağı aşikardır.

İdlib bölgesinde hakim bulunan Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) eğitimleri sırasında… (2021)

(II) Erdoğan YPG’yi Türkiye’ye yönelik hayati bir tehdit olarak ilan etmekle birlikte, Suriye’deki Kürtlerin akıbetinin ne olacağına ilişkin herhangi bir çözüm geliştirmemektedir. Kobani olayları sırasında Türkiye ve Suriye’deki Kürtleri birbirinden ayırarak bir yaklaşım geliştirebilmenin zorluğu (umarım) görülmüştür. Zaten tarihen ve kültürel olarak Suriye’deki Kürtlerin Türkiye’dekilerden farklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Türk ordusunun SDG’ye yönelik olası operasyonlarında sivil (Kürt) halkın kayıplara uğraması, on binlercesinin mülteci konumuna düşmesi halinde Türkiye’deki Kürtlerin yine sokaklara dökülmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Diğer yandan SDG, bir başka yazımda detaylı olarak ele aldığım üzere, IŞİD’lilerın hapishanelerine gardiyanlık, IŞİD’lilerin ailelerinin ve IŞİD sempatizanı olduğu varsayılan yaklaşık 60 bin insanın yaşadığı kamplara bekçilik yapmaktadır. Türkiye operasyona başlayınca IŞİD’in fırsattan istifadeyle, arkasına Sünni Arapların terk etmişlik duygusunun kızgınlığını da alarak yeniden aktif hale gelmesi nasıl engellenecektir?

SDG’nin IŞİD’e yönelik operasyonlarında yanlış istihbarat yüzünden bazı masum sivillerin ölümlerine yol açtığı, yine bazı hatalı tutuklamalarda bulunduğu biliniyor. Bu nedenle intikam soluklayan kesimlerin bulunduğu bir sır değil. IŞİD Kürtlere yönelik asker/sivil ayrımı gözetmeden katliamlara girişirse Türk ordusu buna nasıl tepki verecektir? IŞİD’in “zincirlerinden kurtulmasına”, Kürtleri katletmesine seyirci kalmanın içeride ve dışarıda yol açacağı tepki tufanıyla iktidar nasıl başedecektir? Türk ordusunun IŞİD’ın üzerine gitmesi halinde, terör örgütünün Türkiye’de uyuyan hücrelerini harekete geçirmesi engellenebilecek midir?

Erdoğan 2007’de Halep Olimpiyat Stadı’nın açılışında Esad’la birlikte seyircileri selamlarken…

Erdoğan’ın seçim arefesinde, Esad’la barışarak, yıllardır izlediği yanlış siyasetler sonucu Türkiye’yi Suriye’de tam bir bataklığa soktuğunu iyice ortalığa dökeceğini sanmak AKP liderinin aklını hafife almak olur. Görüldüğü üzere Esad’la barışmak Erdoğan’ın hiçbir temel sorununu çözmemekte, ona seçim öncesi aradığı türde bir “başarı hikayesi” vermemektedir. Yoksa “Dün dündür, bugün bugündür” ilkesizliğini şiar edindiğini kendi ağzıyla tüm dünyaya duyurmuş bir lider için dün “katil” dediği Esad’la bugün el sıkışmanın bir sorun teşkil etmesi tabiatıyla mümkün değildir. Ama böyle bir U dönüşünün AKP liderinin sorunlarını çözeceğini sanmak yanıltıcıdır.

Erdoğan devirmeyi hedeflediğini duyurduğu Esad karşısında yenilgisini müttefik Suriyeli muhaliflerin Halep’ten çekilmesini sağladığında kabullenmişti. Bunu şimdi resmiyete dökecek olması o bakımdan şaşırtıcı bir gelişme olmayacaktır. Peki AKP lideri böyle bir adımı neden şimdi atmaya ihtiyaç duyuyor? Erdoğan, Esad’la ancak onu Suriye’de Türkiye kontrolündeki bölgelere ilişkin statükoyu belli oranda meşrulaştırmaya ikna etmek, bu çerçevede Şam’a bazı tavizlerde bulunurken, bunun karşılığında da Şam’ın SDG’nin üzerine gitmesini sağlamak veya daha büyük bir ihtimalle Türk ordusunun seçim öncesinde SDG’ye yönelik sınırlı bir operasyon yürütmesine dönük bir “müsaade” koparmak için barışmayı planlıyor olabilir. O takdirde böyle bir “barışın”, Suriye’de sahadaki durumu yakın dönemde köklü şekilde değiştirmesini beklememek gerekir.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat