Peki ne oldu da Erdoğan birdenbire AB üyelik sürecini hatırlayıverdi?

AB sürecinin canlanması için Türkiye’nin demokrasi ve hukuka döndüğünü gösteren reformlara imza atması şarttır. Oysa Erdoğan için böyle bir seçenek mevzu bahis bile değildir. AKP lideri bu açmazı, Türkiye’nin jeopolitik değerlerini satışa sunarak açmayı hedeflemektedir.

ÖMER MURAT 19 Temmuz 2023 HABER ANALİZ

Erdoğan Vilnius’taki NATO zirvesine gitmeden önce havalimanında yaptığı açıklamalarla uzun bir aradan sonra ilk kez Türkiye’nin AB üyelik sürecini gündeme getirdi. Kimsenin beklemediği bu açıklamanın AKP liderinin gerçekten AB sürecini canlandırma niyetini yansıttığını sanmak yanıltıcı olur. Erdoğan o sürecin başlayabilmesi için Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında reformlar yapması gerekeceğinin gayet farkındadır. Oysa otokrasi yolunda geri dönüş vitesi yoktur, Erdoğan için hukuka dönme ihtimalinin kaldığından bahsedilemez.

Peki ne oldu da Erdoğan birdenbire AB üyelik sürecini hatırlayıverdi? Bunun birbiriyle ilişkili birkaç cevabı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki derinleşen ekonomik krizin Erdoğan’ı acilen para bulma arayışına itmesi. Rusya seçim öncesinde, doğal gaz borçlarının ertelenmesi gibi Erdoğan’ı malî açıdan rahatlatan bazı yardımlarda bulundu ama Ukrayna işgali sonrası Batı’nın öncülük ettiği uluslararası yaptırımlarla boğuşan Moskova’nın Türkiye’nin yarasına merhem olabilecek gücü olduğu söylenemez. Erdoğan’ın büyük umutlarla çıktığı Körfez Arap ülkeleri turunda, ülkenin kritik varlıklarını haraç mezat satarak toplayacağı paraların da yeterli olacağı şüphelidir.

Türkiye’nin son yirmi yılına baktığımızda, en fazla yatırım yapan ülkeler listesinde ilk sıralarda Batılı ülkelerin yer aldığını görmekteyiz. Ocak 2003 – Eylül 2022 arası dönemde doğrudan sermaye yatırımlarının yaklaşık 130 milyar dolarlık en büyük dilimi Avrupa ülkelerinden geldi. En çok doğrudan yatırım yapan ülkeler sırasıyla Hollanda (27,7 milyar dolar), İngiltere (13,2 milyar dolar), İspanya (11,2 milyar dolar), Almanya (11,1 milyar dolar) ve Avusturya (10,9 milyar dolar) oldu. Ticaret Bakanlığı verilerine göre Türkiye AB ülkelerine geçen yıl 103,1 milyar dolar ihracatta bulundu. Bu, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 40,6’sına tekabül ediyor, yani Türkiye en fazla AB ülkelerine ihracatta bulunuyor.

Batılı yatırımcılar, hukukun üstünlüğünde yaşanan gerilemeler ve Erdoğan’ın erdoğanomi diye alaya alınan heteredoks ekonomi politikaları nedeniyle özellikle son beş yıldır Türkiye’den iyice çekildiler. Erdoğan’ın ekonomide rasyonelliğe, yani makul siyasete dönme sürecinin bir parçası olarak Batı’yla ilişkileri düzeltmeyi zorunlu görmesi bu bakımdan şaşırtıcı değil. AB tam üyeliği ve Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesi süreçlerinde yaşanacak bir canlanma Türkiye’ye Batılı yatırımların yeniden akmasını teşvik edecektir.

Söz konusu süreçlerin canlanması için Türkiye’nin demokrasi ve hukuka döndüğünü gösteren reformlara imza atması şarttır. Oysa Erdoğan için böyle bir seçenek mevzu bahis bile değildir. AKP lideri bu açmazı, Türkiye’nin jeopolitik değerlerini satışa sunarak açmayı hedeflemektedir. Batı ile Rusya arasındaki kapışmanın Türkiye’nin jeostratejik değerini artırdığına kuşku yoktur. Erdoğan Pregojin liderliğindeki Wagner isyanından, Ukrayna savaşında nihayetinde kaybeden tarafın Putin Rusyası olacağını hissetmiş gibidir. Bu iki hakikati yan yana koyan Erdoğan, artık daha fazla Batı’ya meyletmesinin karşılığında Batı’nın kredi ve yardım musluklarını açabileceğini hesaplamaktadır. Yine (Vilnius Zirvesi sonrası basına yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla) Türkiye’nin stratejik değerlerinin cazibesine kapılacak Batı’nın, muhalefetin kendisine altın tepsilerde sunduğu ve meşruiyetini zinhar tartışmaya açmadığı seçim zaferlerini Türkiye’nin yüksek demokratik standartlarının bir nişanesi olarak kabul etmesini sağlayabileceğini hayal etmektedir. Öyle ya, “muhalefet halinden memnun gözükürken” Batı’nın bu meseleleri dert etmesinin manası nedir?

Ne demiştik? Bir yandan Batı’dan finansal destek beklerken, diğer yandan siyasi alanda Batı’ya diklenme ihtimaliniz yoktur. Bu nedenle Erdoğan’ın ne kadar esip gürlese de aynen Finlandiya’nınkini yaptığı gibi, İsveç’in de NATO üyeliğini cümle aleme ilan ettiği taleplerinin büyük bölümünü alamadan onaylamasını bekliyordum, öyle oldu. Zirvenin hemen ertesinde İsveç Yüksek Mahkemesi aldığı kararla Erdoğan’ın vetosunu kaldırması için şart koştuğu, “Fetö” üyesi olmakla itham edilen iki kişinin iadesine izin vermedi ve bunun gerekçeleri olarak da söz konusu kişilerin telefonlarına bir uygulama (Bylock) indirdikleri için terörist sayılmasının ne İsveç’in kendi mevzuatıyla, ne de uluslararası hukukla bağdaşmadığını, diğer yandan Türkiye’deki insan haklarının “hali pür melali” göz önünde bulundurulduğunda mülteci statüsündeki bu kişilerin iade edilmesi halinde zulme uğrama ihtimalinin yüksek olmasını gösterdi. Benzer bir gelişme Osman Kavala davasında da yaşanabilir. Yine Erdoğan’ın son anda geri adım atarak AİHM kararlarını uygulamaya başlayıp Kavala’yı serbest bıraktırması beklenmelidir.

Erdoğan idaresindeki Türkiye son on yılda otokrasi yolunda ilerledikçe Avrupa Birliği tam üyelik süreci giderek zayıfladı ve esasen 2018 itibariyle de fiilen koptu. Artık Avrupa, Türkiye’yi siyaseten kıtanın bir parçası olarak görmemektedir, Batı’nın sınırlarının Yunanistan’da bittiği düşüncesi yeniden ağırlık kazanmıştır. Erdoğan rejiminin, bu itibarla, Türkiye’nin bu alanda son iki yüzyılda elde ettiği kazanımları büyük ölçüde heba ettiğini söyleyebiliriz. Fakat bu gerçek, Avrupa’nın Türkiye’yle ilişkileri “koparmak” arzusunda olduğu anlamına da gelmemektedir. Türkiye’yle artık bir Ortadoğu veya Orta Asya otokrasisi olduğu gerçeğini dikkate alarak yeni bir ilişki modeli geliştirilmesine çoktan karar verilmiş gözükmektedir. Bunun açıktan ilan edilmemesinin başlıca nedeni Erdoğan’ın zaten kendisinin de gayet iyi bildiği bu gerçeğin böyle ortalığa serilmesi halinde Türk kamuoyunda kaybedeceği itibardan dolayı sinirlenerek AB’yle özellikle göçmen anlaşması gibi konularda işbirliğini ilerletmemesinden endişe etmeleridir.

Erdoğan’ın Vilnius’ta görüştüğü AB Konseyi Başkanı Charles Michel “AB-Türkiye işbirliğini tekrar ön plana almak ve ilişkilerimizi yeniden canlandırmak için önümüzdeki fırsatları konuştuk” gibi hiçbir taahhüt içermeyen sözler sarf ettikten sonra AB Konseyi’nin AB Dış Politika Şefi Josep Borrell’den Türkiye’yle ilişkilerin bundan sonra nasıl götürüleceğine yönelik bir rapor hazırlamasını talep ettiği bilgisini vermişti. Erdoğan’ın yine Vilnius’ta görüştüğü AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de benzer bir beyanda bulundu. Sonrasında AKP lideri “Danışmanım Çağatay Bey’i Brüksel’e gönderdik. Yarın orada bu konularla ilgili görüşmeleri yapacaklar. Gerek Gümrük Birliği konusu gerekse vize serbestisi konularını görüşecek. Bunların Türkiye lehine olacağına inanıyorum. Bugün Ursula von der Leyen de bununla ilgili bize olumlu bazı şeyler de söyledi. Danışmanım Çağatay Bey de oradan olumlu gelişmelerle dönecektir diye düşünüyorum” açıklamalarını yapmıştı.

Oysa Avrupa Birliği’nden gelen mesajların hiç de Erdoğan’ı mutlu edecek cinsten olduğu söylenemez. AB’nin yasama organı hüviyetindeki Avrupa Parlamentosu’nun Dış İlişkiler Komisyonu bugün kabul ettiği Türkiye raporunda, Erdoğan hükümetinin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında köklü bir rota değişikliği yapmadığı sürece, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin devam edemeyeceğini vurguladı. Raporda Türkiye’ye İsveç’in NATO üyeliğini daha fazla gecikmeden onaylaması çağrısında bulunulurken, bir ülkenin NATO’ya katılım sürecinin diğer bir ülkenin AB’ye katılım süreciyle hiçbir şekilde ilişkilendirilemeyeceğinin altı çiziliyor. Her ülkenin AB yolunda ilerlemesinin gerekli kriterlere ne ölçüde uyup uymadığıyla ilişkili olduğu vurgulanan raporla ilgili dikkat çekici bir husus ise şu: Bugüne kadar bu raporlara “red” oyu veren birkaç parlamenter mutlaka olurken, bu kez hiç karşı oy almadan komiteden geçti.

Diğer yandan yine bu hafta, Borell’in hazırlamakla görevlendirildiği Türkiye raporunda hangi önerilerin getirildiğine dair Avrupa basınına bazı bilgiler sızdırıldı. AB Dışişleri Bakanlarının 20 Temmuz’daki toplantılarında ele alacakları raporda Türkiye’nin AB üyelik sürecinin canlandırılması ihtimali düşük bulunuyor ve onun dışında Türkiye’yle “sürekli bir angajman” öneriliyor. Bu yaklaşımı AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor daha açık ifadelerle şöyle belirtiyor: “Katılım sürecinin yeniden açılmasının şu an için gerçekçi olduğunu düşünmüyorum zira bu konudaki temel sorun [Türkiye’deki] insan hakları ve demokratik standartlar olmaya devam ediyor. Ancak katılım sürecinin bu durumda olması, gümrük birliği, vize serbestisi ya da üst düzey siyasi diyaloglar gibi ilişkilerimizin diğer boyutlarının ele alınmasını engellemez.”

Bu ne demek? Erdoğan Avrupa başkentlerinde ağırlanıp Avrupalı liderlerle el sıkıştığı fotoğrafları çok önemsiyor, onları kendi kamuoyuna “dünya lideri” olduğuna dair yaptığı propagandalar için vazgeçilmez görüyor. Eğer direksiyonu Batı’dan Rusya’ya doğru kırmayı sürdürürse Avrupalı liderler onun ziyaret taleplerini karşılıksız bırakmayacaktır. Olmaz ya Erdoğan demokrasi ve insan hakları alanlarında somut bazı iyileştirmeler yapma işaretleri de verirse gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisi gibi konularda da müzakereler yürütülecektir. Ama AB tam üyelik sürecinin yeniden başlatılması Türkiye “Ankara kritersizliğinden” Kopenhag kriterlerine dönene kadar mümkün olmayacaktır. Erdoğan idaresindeki bir Türkiye’de öyle bir dönüşüm yaşanması ise Avrupa’da beklenmemektedir.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com