Mescid-i Aksa, ay yıldız ve iktidarın “ergen diplomasisi”: İki geri, bir ileri

“Ergen diplomasisinin” utandırıcı örneklerine, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Ankara ziyareti sırasında şahit olduk... Arap ülkelerinin ABD’yle yeni bir statüko belirledikten sonra Erdoğan’ın buna “paşa paşa” uyacağından kimsenin kuşkusu yok.

ÖMER MURAT 07 Kasım 2023 HABER ANALİZ

Erdoğan’ın 14-28 Mayıs seçimleri sonrası dönemde dış politikasını nasıl yürüteceği artık iyice belli oldu. AKP lideri dış ilişkilerde, münhasıran Batı’yla münasebetlerde “iki geri bir ileri” şeklinde özetleyebileceğimiz bir taktik izliyor. Medyanın yüzde 90’ını kontrol ediyor olmanın verdiği rahatlıkla “geri adımlar” Türk kamuoyundan olabildiğince saklanırken, atılan “tek ileri” adım büyütülerek, sanki beş-on adım atılmış gibi bir hava veriliyor.

Ekonomik kriz derinleştikçe Batı finansını çekebilmek için ilişkilerin düzeltilmesi zorunluluğu kendisini dayatıyor, ama Erdoğan rejimi bir yandan da kendi tabanına bu iktisadî sıkıntıların “Batı’ya meydan okunduğu” için yaşandığı propagandasını alttan alta yapmayı gerekli buluyor, ekonomide işler iyice kötüleşirse daha da fazla otoriterleşmesi kaçınılmaz gözüken rejim “ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz” söylemi yürütmek için zemin hazırlamayı da ihmal etmiyor. Bu birbiriyle çelişen dürtüler ortaya uzun vadeli hedefleri ne olduğu belli olmayan (esasen öyle hedefleri de olmayan), bol U dönüşlü bir dış politikaya yol açıyor.

Bunun çarpıcı örneklerini ABD ordusu Suriye’de bir Türk SİHA’sını düşürdüğünde yaşadık. Türkiye, Suriye’de ABD’ye rağmen yine bir askeri operasyon başlatmıştı, Erdoğan esip gürlüyordu. Ama aynen Trump’ın “Aptal olma! Ekonomini mahvederim!” tokadına benzer bir gelişme yaşandı. Bu “tokat” sesi duyulduğunda herkes dönüp “Reis’e” baktı ama onun ilk tepkisi “Tokadı yiyen ben değilim!” şeklindeydi (Savunma Bakanlığı’nın “SİHA bize ait değil” açıklaması.)

Sonra olay mahallindeki “Big Brother’a” dönüldüğünde kendisi “Evet, ben yaptım, hatta vurmadan önce uyardım, baktım mesajlarımı almıyor, elimi şöyle kaldırarak okkalı bir tokadı yapıştırdım” dedi. (Pentagon’un SİHA’yı nasıl vurduğuna dair basını ayrıntılı bilgilendirmesi.) Bunun üzerine gözler Reis’e döndüğünde bu kez tokadı yediğini inkâr edemedi ve “Onun eli havadan inerken benim yanağıma çarptı, aramızda bir daha böyle kazalar olmasın diye anlaştık” dedi. (Türk Dışişleri Bakanlığı’nın 6 Ekim’de SİHA düşürülmesinin “üçüncü taraflarla işletilen çatışmasızlık mekanizmasındaki farklı teknik değerlendirmeler nedeniyle oldu” şeklindeki açıklaması.)

Tam bu sırada Big Brother’ın dikkatini dağıtıp Reis’le uğraşmasını imkânsız kılacak bir gelişme yaşandı (7 Ekim’deki Hamas saldırısı.) Reis’in artık Big Brother’ın kendisini duymazlıktan gelecek kadar başının dolu olduğunu görmenin verdiği cesaretle, tokadı yediği sırada gösteremediği bir celalle arkasından “Böyle vurulur mu? Ayıp değil mi?” diye bağırdığına şahit olduk. (Erdoğan’ın 13 Ekim’de yani olaydan bir hafta sonra yaptığı “Biz seninle NATO’da nasıl beraberiz ya? Nasıl böyle bir şey yapabilirsin? Aramızda güvenlik sorunu var.” demeci.)

Hatırlanacağı üzere benzer bir senaryo Rus donanması, İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’de Türk karasularının bittiği sınıra kadar yaklaşıp bir Türk ticari gemisine asker çıkardığında ve tüm bunları da nazire yapar gibi Rus Savunma Bakanlığı’nın (aynen Pentagon gibi) görüntüleriyle dünyaya duyurduğunda da yaşanmıştı. “Reis” sessizliğe bürünmüş, hatta Dışişleri Bakanlığı da hiçbir açıklama yapmamış, konuya ilişkin açıklama yapma görevi düşe düşe Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’ne kadar düşmüş, o da yarım ağızlı yazılı bir açıklamayla sanki Rusya’ya uyarı yapıldığından bahsetmiş, ama bunu kimin, nerede, kime, nasıl yaptığına dair hiçbir bilgi vermemişti.

Erdoğan sanki Batı’ya meydan okuyormuş gibi yaptığı “Mücahit Hamas” açıklamasının hemen öncesinde Batı ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan en kritik konuda geri adım atıp İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin onayı imzalayıp TBMM’ye gönderdi. (Burada ne yapmaya çalıştığını geçen hafta başka bir yazıda ele aldığım için ayrıntılarına girmiyorum.)

“Ergen diplomasisinin” utandırıcı örneklerine, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Ankara’ya son ziyareti sırasında şahit olduk. Blinken 7 Ekim sonrası Ortadoğu’ya gelip bir hafta kaldığı halde Türkiye’ye uğramaya gerek görmemişti. Bu, Türkiye’nin uluslararası arenada ne denli zemin kaybetmiş olduğunu gözler önüne sermişti. O yüzden Blinken şimdi ikinci kez bölgeye geldiğinde Türkiye’yi es geçmemesine iktidar çok önem veriyordu. Nitekim Blinken’ın geleceğini ABD’den önce duyurup ne kadar sevindiklerini iyice belli ettiler. Fakat ABD tarafı manidar bir şekilde, adeta Erdoğan hükümetinin bu ziyareti ne denli istediğini herkesin görmesini, anlamasını sağlamak ister gibi, son dakikaya kadar ziyaretin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini teyit etmekten kaçındı.

Ziyaret boyunca Amerikan tarafına olabildiğince duyurmadan iç kamuoyuna Blinken’a “klark çekildiği” havası verilmeye çalışılmasının birbirinden “çiğ” örneklerine şahit olduk. ABD Dışişleri Bakanı havaalanında normal bir protokol düzeninde karşılandığı ve bu da TRT’den o şekilde duyurulduğu halde iktidar medyası sanki Blinken’ı küçük düşüren bir karşılama yapılmış gibi yalan haberler yaptı. Blinken’ı “sadece Ankara vali yardımcısının karşıladığından” bahsettiler, oysa orada genel müdür seviyesinde bir büyükelçi de vardı, hatta TRT karşılamada başka “çok sayıda yetkilinin” de yer aldığını bildirdi. ABD’li bakana yönelik esasen en ufak bir hakaret yoktu. Washington’da görev yaptığım yıllarda, o zaman başbakan olan Erdoğan ABD’ye resmi bir ziyaret yapmıştı, havalimanında kendisini protokol müdürü büyükelçi karşılamıştı (ki o da bir hakaret veya aşağılama değildi.)

Blinken’ın Fidan’la görüşmesi sırasında oturduğu koltuğun arkasındaki sehpanın üzerinde yer alan ve Mescidi Aksa maketi olduğu iddia edilen bir objeyle ilgili haberlerse ergen diplomasisinin “sizin yerinize biz utandık” derecesine düşen örnekleriydi. Sözkonusu objenin ABD Dışişleri Bakanı’na mesaj vermek üzere oraya konulmadığını anlamak için bir Google araması kâfiydi: Fidan’ın Taliban ve İngiltere Dışişleri Bakanlarına kadar pek çok yabancı yetkiliyle yaptığı görüşmede o obje fotoğraflarda yer alıyordu.

Sonra ortak basın toplantısı düzenlenmeyerek Blinken’a bir tepki gösterildiğinden bahsettiler, oysa ABD Dışişleri Bakanı Ankara’dan ayrılmadan önce uluslararası basının karşısına geçip ziyarete ilişkin soruları cevaplandırdı, Türk Dışişleri Bakanı ise ne hikmetse aynısını yapmaktan kaçındı. Blinken Türkiye’den önce gittiği Amman’da belli başlı tüm Arap ülkelerinin dışişleri bakanlarının katılımıyla gerçekleşen toplantı sonrası Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanlarıyla basının karşısına geçmişti, orada Arap bakanlar ABD’ye yönelik Netanyahu hükümetinin Gazze’de yürüttüğü operasyon nedeniyle ağır eleştirilerini sakınmamış ve bu uluslararası medyada geniş şekilde işlenmişti.

Şimdi Türkiye için de bir fırsat çıkmıştı, Fidan da Türk ve uluslararası basın mensuplarının karşısına geçerek benzer mesajlar verebilirdi. Ama bu Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin gergin olduğu gibi bir izlenim verirdi, oysa iktidar özellikle uluslararası kamuoyuna, hassaten de finans çevrelerine böyle bir mesaj vermek istemiyordu. İktidar sadece kendi tabanına sanki ABD Dışişleri Bakanı’na karşı “mangalda kül bırakmadıkları” havası vermek istiyordu. Nitekim görüşmelere ilişkin Türk basınına bilgi veren “diplomatik kaynaklar” (bunu Fidan’ın basın ekibi olarak algılamak doğru olur) tarafların mutabık kaldıklarından, görüşmenin oldukça olumlu bir şekilde gerçekleştiğinden bahsederken tansiyonu yükseltecek veya arada ciddi bir gerilim olduğu anlamına gelecek ifadelerden kaçındılar.

Fakat iktidar medyasının manşetlerini, sadece uzmanların (ve ABD Büyükelçiliğinin) okuyacağını bildiği bu diplomasi haberleri değil Erdoğan’ın Blinken ziyareti sırasında Ayder’den dönmeyerek sanki “posta koymuş” gibi propagandaları süslüyordu. Ama aynen SİHA düşürülüşü sonrasındaki sessizliğini andırır şekilde Erdoğan’ın bizzat kendisi “ABD Dışişleri Bakanı’na tavır koyup Rize’den dönmüyorum” anlamına gelen bir açıklama yapmadı. Eğer Erdoğan iddia edildiği gibi bir tavır koymuş olsaydı, bunu ancak Ankara’da kalarak yapması halinde ses getirirdi. AKP lideri kendi tabanı sanki Blinken’a “posta koymuş” gibi anlasın isterken gerçekte böyle bir tavır içerisine girmekten de ustalıkla uzak durdu. Blinken onun eşiti değildi, Ankara’da olmayan Erdoğan’la bir görüşme gerçekleşmemiş olması bizatihi bir aşağılama sayılamazdı, o kendi muhatabıyla zaten uzunca bir görüşme yapmıştı.

Bu ergen diplomasisinde, “Yahu tamam diyelim posta koydun da ne oldu, tavşan dağa küstü de dağın haberi oldu mu? Blinken’ın Ankara’da bulunduğu gece İsrail Gazze’ye en ağır bombardımanını gerçekleştirdi, yine onlarca sivil öldü, onlarcası da yaralandı. ABD Dışişleri Bakanı Ortadoğu’yu bir ayda ikinci kez turlayıp bu kez Ankara’ya da gelmişken onunla bizzat konuşup ne olup bittiğini yakinen anlasan daha iyi olmaz mıydı? Hem bizzat cumhurbaşkanı tarafından da verilecek mesajların ağırlığı sadece dışişleri bakanı tarafından verilmesiyle aynı derecede olmaz, değil mi?” gibi sorgulamaların da yeri yok.

Erdoğan 7 Ekim sonrası Ortadoğu’da dengeler yeniden belirlenmeye çalışılırken “masada” kendisine yer verilmediğini görüyor. Ortadoğu’da belli başlı tüm ülkeleri bir ayda birkaç kez, hatta ikinci turunda Güney Kıbrıs’ı bile ziyaret ettikten sonra Ankara’ya gelen Blinken’ın sadece “İsveç’in NATO üyeliğini TBMM’den artık daha fazla uzatmadan geçirin!” mesajıyla geldiğini, şu aşamada Erdoğan hükümetini masaya davet etme niyetinin olmadığını biliyor. “Mücahit Hamas” açıklamasıyla Arap sokağına hitap ederek o masaya oturma girişimi şimdiye kadar bir sonuç getirmedi. Biden’ın tansiyonu düşürmek için sık sık görüştüğü liderler arasında kendisi yok, 7 Ekim’den bu yana aralarında hiçbir görüşme gerçekleşmedi.


 

Arap ülkelerinin ABD’yle müzakereleri yürütüp yeni bir statüko belirledikten sonra Erdoğan’ın buna “paşa paşa” uyacağından kimsenin kuşkusu yok gibi… Kapalı kapılar ardında gerçekleşen görüşmelerde mesele Erdoğan’a gelince, geçmiş tecrübelerinden [Sisi ve Bin Selman’la barışma] hareketle “Onu dert etmeyin, birkaç milyar dolarlık swap hattına bakar” dediklerinden kimsenin pek şüphesi bulunmamalı…

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat