Erdoğan gerçekten Avrupa’yla ilişkileri koparmak mı istiyor?

Erdoğan’ın önünde iki seçenek vardı: Ya İspanya’ya kadar gidip orada böyle bir dışlanmaya maruz kalmayı sindirecekti, ya da protesto edip zirveye gitmeyecekti. Anlaşılan o ki bu iki seçenek de AKP liderinin işine gelmedi. Bu sıkışmışlıktan kurtulmak için “soğuk algınlığı” mazereti kullanıldı.

ÖMER MURAT 05 Ekim 2023 GÖRÜŞ

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’nin ağır hak ihlallerinde bulunduğuna dair verdiği kritik Yalçınkaya kararı sonrası AKP Genel Başkanı ilk ciddi tepkisini TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmada şöyle verdi: “Bazı ülkelerin etkisi altında kalarak yetkilerini aşan, Türkiye’nin egemenlik haklarını hiçe sayan AİHM’e sistemin kurucu üyesi İngiltere bile tahammül edememiştir. Bizim de terör örgütleriyle aynı hizada sıralanan kurumların kararlarına ne saygı duymamız ne de onların dediklerine kulak asmamız mümkün değildir.”

Bu sözleriyle Erdoğan tek adam rejimi haline getirdiği Türkiye’de anayasayı işine gelir gibi uygulamayı sürdüreceğini, mahkemelerin onun talimatı olmadan anayasal görevini yerine getirme imkân ve ihtimalinin bulunmadığını da bir kez daha itiraf etmiş oldu.

Avrupa’nın hukuk üstünlüğünün ve anayasal düzenin hiçe sayıldığı böyle bir yaklaşıma uzun süre tahammül etmeyebileceği işareti veren bir demeç ise AİHM’in çatısı altında faaliyet gösterdiği Avrupa Konseyi’ndeki Alman parlamenter heyetinin başkanı Frank Schwabe’den geldi. Şansölye Scholz’un partisine (Sosyal Demokrat Parti) mensup Alman vekil, konseyin parlamenter meclisinin AİHM kararlarını görmezden gelen üye devletlere karşı ihlal prosedürleri başlatmak için baskısını arttıracağını kaydetti. “Avrupa Konseyi, AİHM’nin nihai bir kararını uygulamayı ısrarla reddeden herhangi bir devletin bu kurumun üyesi olmaya devam edemeyeceğini açıkça belirtmelidir” diyen Schwabe konsey üyesi hükümetler bu çerçevede hareket etmezlerse Parlamenterler Meclisi’nin kendi usulüyle baskıyı artıracağını vurguladı.

Erdoğan rejimi, AİHM kararlarını uygulamayarak sadece Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğini tartışmaya açmakla kalmıyor, fiilen zaten donmuş vaziyette olan AB üyelik sürecinin de artık resmen sonlandırılması gerektiğine dair seslerin artmasına yol açıyor. Rusya Ukrayna’yı işgali sonrası Avrupa Konseyi’nden atılmıştı, şimdi Türkiye’ye de kapı gösterilirse, Avrupa hudutlarının Rus ve Türk sınırlarının başladığı yerde bittiğine dair görüş güçlenecektir.

Öte yandan bu hafta The Economist dergisinde konuya ilişkin yayınlanan makalede belirtildiği gibi, Avrupa Konseyi’nden ihraç edilmesi aynı zamanda Türkiye’nin AB tam üyelik adaylığının da kesin olarak sona ermesi anlamına gelecektir; çünkü bugüne kadar hiçbir devlet, Avrupa Konseyi üyesi olmadan AB’ye katılmamıştır, konseye üyelik birliğe üyelik için bir ön şart, yasal gerekliliktir. AB’nin kendisi de AİHM’nin yargı yetkisini tanımaktadır.

Bu gerçekler ışığında Erdoğan’ın gerçekten Avrupa’yla ilişkileri koparma niyeti var mı sorusunun cevabına odaklanalım. Seçim boyunca Batı karşıtı söylemleri bolca kullanan AKP liderinin seçim sonrası öncelikli hedeflerinden birinin Batı finansını çekebilmek için Batı’yla ilişkileri onarmaya çalışmak olduğu görüldü, bu çerçevede ekonomi ekibini tümüyle değiştirip, dün dediklerinin tam tersini vazeden kişilikleri göreve getirdi. Özellikle dış politika sözkonusu olduğunda Erdoğan’ın söylediklerinden ziyade yaptıklarına bakmak gerektiğini, söylemlerinin tam tersini yapmaktan kaçınmadığını artık iyi biliyoruz. O açıdan baktığımızda AKP liderinin Batı’yla köprüleri atmanın, doğuracağı özellikle vahim ekonomik neticeleri dolayısıyla Türkiye için “nükleer düğmeye basmak” anlamına geldiğinin farkında bulunduğunu, tüm masayı devirerek ortalığı iyice karıştırmayı politik çıkarlarıyla uyumlu görmediği müddetçe bunu yapmasını beklememek gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Nitekim Erdoğan’ın TBMM’de yaptığı o konuşmadaki şu ifadeleri, Avrupa’yla ilişkileri koparmaya ne niyeti ne de cesareti bulunmadığını açıkça göstermektedir: “Eğer, artık iyice lafta kalan tam üyelik sürecini sonlandırmak gibi bir niyetleri varsa, işin o tarafı da kendi bilecekleri bir iştir.”

Şimdi, eğer Avrupalı kurumları “terör örgütleriyle aynı hizada sıralanmakla” suçluyorsanız, onların size kapıyı göstermesini neden beklersiniz ki? Madem Avrupa’nın bu kadar “Türkiye karşıtı” bir konumda bulunduğuna inanıyorsunuz, mantıken tutarlı ve ahlaken üstün olma kaygınız varsa, artık onların kapısında üyelik ve finans “dilenmek” yerine, size yakışan “Üyeliklerimi ve üyelik müracaatlarımı geri çekiyorum” demeniz değil midir? Düşünün ki bir kulübe üyesiniz ve bu kulübün sizin düşmanlarınızla işbirliği yaptığına inanıyorsunuz, kulüp yönetimi size “Kurallarıma uymamayı sürdürürsen seni buradan atarım” dediğinde sizin vereceğiniz cevap “Zahmet etmeyin, böyle bir yerde durmayı ben zaten vakar ve onuruma yediremem” olmalı değil midir? Bunun yerine “Beni atıp atmamak sizin bileceğiniz iş” demek acizlik belirtisi değildir de nedir?!

Erdoğan’ın Avrupa’yla ilişkilerini koparmaya hiç de niyeti olmadığını gösteren bir başka gelişme ise kanaatimce bugün İspanya’nın Granada şehrinde başlayan 3. Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi’ne “sağlık sorunlarını” bahane göstererek katılmamasıdır. Şöyle ki bu açıklamadan hemen sonra Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de zirveye iştirak etmekten vazgeçtiğini duyurdu. Azeri cenahının verdiği bilgilere göre, Granada’da düzenlenmesi planlanan Yukarı Karabağ zirvesine Bakü’nün talebine rağmen Erdoğan’ın da katılması Avrupalı liderlerce (özellikle de Scholz ve Macron tarafından) kabul edilmemişti. Bu durumda Erdoğan’ın önünde iki seçenek vardı: Ya İspanya’ya kadar gidip orada böyle bir dışlanmaya maruz kalmayı sindirecekti, ya da protesto edip zirveye gitmeyecekti. Anlaşılan o ki bu iki seçenek de AKP liderinin işine gelmedi. Muhtemeldir ki bu sıkışmışlıktan kurtulmak için “soğuk algınlığı” mazereti kullanıldı.

Sağlıklı olduğunu göstermek için bolca “edit” edilmiş basketbol oynadığı görüntüler paylaşan bir lider için “hafta sonu düzenlenecek AKP kongresini düşünerek” yaklaşık 50 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının katılacağı bir uluslararası zirveye gitmekten vazgeçmesi oldukça şüphe uyandırıcıdır. Kendisinin bu tür zirvelerde yabancı liderlerle verdiği fotoğrafları ne denli önemsediği malumdur. Seçimin erkene alınması halinde yeniden aday olması anayasaya açıkça aykırı olduğu halde, seçimi sadece bir ay öne almak için anayasayı ihlal etmekten kaçınmamış biri için partisinin kongresini bir hafta sonraya ertelemek pek de zor olmasa gerektir.

Oysa Erdoğan’ın sağlığına ilişkin şüpheler uyandırmak yerine, artık ustalaştığı manipülasyonlarından birine tevessül ederek “Türkiye’nin dışlandığı böyle bir zirveye gitmeyi zül addediyorum” diye mağrurane bir şoven milliyetçilikle tribünlere oynaması hiç şaşırtıcı olmazdı. Ama AKP liderinin Batı’yla ilişkilerinde böyle iyice açığa vurulmuş bir gerilimi göze alamadığı anlaşılıyor.


 

Nereye gittiğinin tahmin edilmesini istemeyen sürücüler sağa dönecekse sola sinyal verip peşindekilerin kafasını karıştırmaya çalışırlar. Bu, Erdoğan’ın dış politikada blöf sosuyla sıkça başvurduğu taktiklerden biridir. Avrupa’yla ilişkilerinde de, nihaî tahlilde, sanki sağa dönecekmiş gibi yapıp yumurta kapıya dayandığında bir U dönüşüyle sola dönüvermesi kendisinden beklenmesi gereken en gerçekçi senaryodur.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com