“Küresel ticarî istihbarat ajansı”: Hükümetin çökme riski yüksek

Şimdi şu soruyu soralım: Batılı karar alıcılar seçim sonrasında Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorlar? Artık Erdoğan idaresinde istikrarlı bir hükümetin kurulduğuna mı inanıyorlar? İşte bu sorulara açık bir cevap mahiyetinde kabul edebileceğimiz bir rapor var elimizde…

ÖMER MURAT 04 Temmuz 2023 HABER ANALİZ

İktidar 14-28 Mayıs’ta ezici bir zaferle hem Meclis’te çoğunluğu hem de cumhurbaşkanlığını kazandı. Normal koşullarda böyle bir seçim sonucunun o ülkeye beş yıllık bir dönemde siyasi istikrar getirmesi, bunun da özellikle dış yatırımları çekerek ekonomiye olumlu yansımaları olması beklenir. Oysa Mayıs’ta 18-19 TL olan dolar kuru, Erdoğan’ın artık makul politikalara döneceğini (yani açıkça önceki politikaları akıl dışı) ilan eden bir ekonomi bakanı atamasına rağmen bir ay içerisinde 26 TL’yi geçti. Daha önce “Ağbal vakasını” yaşayan uluslararası yatırımcıların AKP liderinin ne seçim zaferinden ne de yeni ekonomi idaresinden şimdiye kadar pek etkilenmedikleri görüldü.

Hatırlarsanız seçim öncesinde Batılı yatırımcıların pusulaları işlevi gören kimi araştırma kuruluşlarının raporlarını paylaşarak genel beklentilerinin Erdoğan’ın seçimi kazanacağı yönünde olduğuna dair makaleler yazmıştım. Seçim öncesinde muhalefetin kazanma ihtimalini çok düşük bulma nedenlerimden biri de bu raporlardaki anket ve değerlendirmelerdi. Nitekim bu öngörülerinde onlar da haklı çıktılar.

Şimdi şu soruyu soralım: Batılı karar alıcılar seçim sonrasında Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorlar? Artık Erdoğan idaresinde istikrarlı bir hükümetin kurulduğuna mı inanıyorlar? İşte bu sorulara açık bir cevap mahiyetinde kabul edebileceğimiz bir rapor var elimizde… Önce raporu yayınlayan “Jane’s Information Group’un” (Janes) nasıl bir kuruluş olduğunu anlayalım.

Janes çeşitli yatırım araçlarına ilişkin derecelendirmeler de dahil olmak üzere yatırım araştırmaları, haber ve analizler hazırlayan ve bunları bankalara, sigorta şirketlerine, yatırım danışmanlarına ve servet yöneticilerine, şirketlere ve üniversitelere sunan S&P’nin (Standard and Poor’s) bir iştiraki olan IHS Group’un özellikle askerî, bilim ve teknoloji, ulaştırma ve güvenlik politikaları alanında uzmanlaşmış yayıncısıdır. Amerikan CBS televizyonu bir haberinde Janes’i “ticarî bir istihbarat ajansına en fazla benzeyen kuruluş” şeklinde tanımlamış. Janes kendisini “açık kaynaklı savunma istihbaratı için güvenilir küresel ajans” olarak takdim ediyor.

Janes seçim sonrası yayınladığı 5 Haziran tarihli Türkiye raporunun serlevhasında şu öngörüleri paylaşmış: Türkiye istikrar bakımından 184 ülkenin sıralandığı listede 169. sırada [yani en diplerde] bulunuyor. Janes, Türkiye’deki siyasi durumun, hükümetin düzensiz bir şekilde [yani karışıklıklara yol açarak] çökmesi, iktidarın zorla devredilmesi ya da devlet gücünün parçalanması gibi toplumsal huzursuzluk ve şiddete yol açabilecek yüksek riskler taşıdığını değerlendirmektedir.

Janes böyle bir çöküşe yol açabilecek en önemli sebep olarak ise yolsuzlukları gösteriyor: “Yolsuzluğun Türkiye’nin siyasi istikrarına yönelik en önemli tehdidi oluşturmaya devam edeceği neredeyse kesindir. AKP hükümeti Yolsuzluğun Azaltılması ve Şeffaflığın Artırılması Stratejik Planı başlatmıştır, ancak Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre yolsuzlukla mücadele kampanyası başarılı olamamıştır. Avrupa Komisyonu’na göre yolsuzlukla kararlı bir şekilde mücadele etme iradesi eksikliği söz konusudur. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Ocak-Şubat 2016’da gerçekleştirdiği ankete göre, kamu hizmeti kullanıcılarının %8’i son 12 ay içinde rüşvet ödemiştir. Avrupa Konseyi’nin 2022’deki üçüncü ara uyum raporunda Türkiye’nin 22 yolsuzlukla mücadele tavsiyesinden sadece üçünü uyguladığı tespit edilmiştir. Türkiye’de yolsuzluk, iş ortamını ciddi şekilde etkilemektedir; düzenlemeler tutarsız bir şekilde uygulanmakta ve devlet ihalelerinde genellikle AKP’yi destekleyen işletmeler tercih edilmektedir.”

Janes Türkiye ekonomisinin durumunun hiç de parlak olmadığını vurguluyor: “Türkiye’nin istikrarına yönelik en büyük ekonomik tehditler cari açık, enflasyon ve işsizliktir. Türkiye süregelen bir borç ve döviz krizinden muzdariptir. Türkiye’nin borç ve döviz krizi, Merkez Bankası’nın siyasi karar alma mekanizmalarından bağımsız olmaması ve Erdoğan yönetiminin alışılmışın dışındaki para politikası nedeniyle daha da kötüleşmiştir.”

“Enflasyon Türkiye’de istikrar için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre Türkiye’nin yıllık enflasyonu Aralık 2022’de yüzde 64,3 oranına ulaşmıştır. Yüksek enflasyon hayat pahalılığını ve gelir eşitsizliğini artırmaktadır: Dünya Eşitsizlik Veritabanı’na göre, 2021 yılında en tepedeki yüzde 10’luk kesim milli gelirin yüzde 51,7’sini alırken, en alttaki yüzde 50’lik kesim milli gelirin yüzde 14,2’sini almıştır.”

“Mali açık, Türkiye’deki ekonomik istikrarsızlık riskine katkıda bulunan bir diğer unsurdur. Türkiye 2007 yılından bu yana bütçe açığı vermektedir. Türkiye Hazine ve Maliye Bakanlığı’na göre Türkiye 2020 yılında yüzde 3,4, 2021 yılında yüzde 2,8 ve 2022 yılında yüzde 0,9 oranında açık vermiştir. Ülkenin kamu borcu GSYH’nin yaklaşık yüzde 96,8’ine tekabül etmektedir ve bu da borçlanma maliyetlerini artırmaktadır. Türkiye’nin döviz krizinin kötüleşmesi ve TL’nin yabancı para birimleri karşısında değer kaybetmeye devam etmesi halinde, Türk hükümetinin dış borç ödemelerini döndürmesi daha da zorlaşacak ve temerrüt riski artacaktır.”

Janes Türkiye’de iktidar değişiminin protestolar veya halk ayaklanması gibi yöntemlerle değil, muhtemelen ekonomik çöküşü takip eden bir askerî darbe şeklinde olabileceği tahminini yürütüyor. Fakat bir yanlış anlamayı önlemek için olacak, hemen ordunun yapısının artık değiştiğini, Erdoğan’ın orduyu siyasî tehdit gördüğü için 23 binden fazla subayı tasfiye ettiğini, orduyu kendi taraftarlarıyla doldurduğunu hatırlatıyor: “Başarısız darbe girişiminden bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) seküler subayları görevden almış ve dinin Türk ordusundaki etkisini artırmıştır. Neticede, tipik olarak AKP’yi destekleyen demografik grup artık orduda baskın hale gelmiştir. 2016’dan sonra Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın görevleri Polis Özel Harekat Timleri’ne devredilmiş, böylece ordu kaynaklı darbelere karşı dengeleyici bir güç oluşturulmuştur.”

Janes açıkça demese de şunu demeye getirmiş oluyor: Türkiye’de bundan sonra yaşanabilecek darbeler “seküler ordunun” 20. yüzyılda gerçekleştirdiklerine benzemeyecek. Peki bu koşullarda ordunun iktidarı değiştirmesi, devirmesi nasıl mümkün olacaktır? Janes raporunda bu sorunun cevabı verilmese de şahsen bunu tahmin etmenin pek de güç olmadığını düşünüyorum. 7 Ekim tarihli yazımda şunları belirtmiştim:

“[Erdoğan sonrası dönemde ordunun öne çıkabileceğine dair öngörüler] ordunun kurumsal olarak güçlü olduğu ve siyasete müdahale etme geleneğinin bulunduğu ülkelerde, bu tür kaotik geçiş süreçlerinde, bir şekilde silahlı kuvvetlerin öne çıkacağına dair tarihi tecrübeye dayanmakta gibidir. … Ordunun bu kez jakoben bir müdahale yerine, iyice sağa kaymış bir tabanın devleti kaybetmemesinin garantörü olarak kendisini takdim etme kıvraklığı göstermesi, böylece bir yandan Erdoğan rejimini tasfiye ederken, diğer yandan dayandığı taban nezdinde güvenirliğini tazelemek adına devlet rejimini bu kez kalıcı olarak tüm kurumlarıyla epey sağda bir yerde inşa etmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Şu anki toplumsal yapı ve siyasi denklem ordunun bu tür bir role soyunmasıyla neticelenebilir. Bu sürece hangi generalin liderlik edeceğini öngörebileceğini sanmak, geleceği tüm bilinemez karmaşıklığıyla görebilmenin mümkün olduğunu iddia etmek olur.” [Bu satırları yazarken Akar’ın böyle bir role soyunabileceğine dair yorumlar yapılıyordu, ben ise bunu tahmin edebileceğini sanmanın beyhude bir uğraş olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Akar’ın tasfiyesi sonrası sanırım bu çok daha açık bir şekilde ortaya çıktı.]

Nitekim Rusya’da son yaşananlar, yani Wagner isyanı, bu bakımdan öğretici bir hadisedir. Bulunduğu makamı ve finansal gücü, tamamen Putin gibi bir otokratın yakın adamı olması sayesinde elde etmiş birisi olan Wagner lideri Prigojin kimsenin beklemediği, öngöremeyeceği bir isyana imza attı, Putin’in tahtını adeta 7 şiddetinde bir depremle salladı. Herkes Putin’in aslında o kadar da güçlü olmadığını, rejim içindeki müttefik unsurların tavır değişikliğine gitmesi sonucu her an devrilebilme ihtimalinin hiç de düşük olmadığını gördü. Fransa’dakine benzer şiddette sokaklarda protesto geleneğinin olmadığı bizimkisi gibi bir ülkede, istikrarsızlığın iyice arttığı bir ortamda, güvenlik bürokrasisinden “durumdan vazife çıkaranların” çıkması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Her ne kadar Janes diğer ihtimallere ilişkin spekülasyonlarda bulunmasa da ordunun bu kadar iğdiş edildiği bir ortamda Rusya’da olduğu gibi güvenlik bürokrasisinin başka kollarının da hareketlenmeler içerisine girebileceğini beklemek gerekir.

Demokrasinin istikrar üretebilmesi için seçimlerin özgür ve adil bir şekilde gerçekleştiriliyor olması öncelikli şarttır. Ortadoğu ve Orta Asya otokrasilerinde kontrollü muhalefetin rejimin çizdiği sınırları ihlal etmeden siyaset yapmaları ve seçim usulsüzlükleri sayesinde seçimlerin kazananı her zaman otokratlar olur. Fakat tüm bu tiyatro, bu ülkelerde halkın değişim arzularının had safhaya ulaştığı durumlarda ve halkın kahir ekseriyetindeki memnuniyetsizliğin kendisini ifade edecek bir kanal bulamamasının siyasi ve sosyal fay hatlarında enerji birikmelerini yükseltmesi nedeniyle beklenmedik gelişmeleri tetiklemesini engelleyemez.

Maalesef Türkiye de giderek bu kategorideki ülkelerden biri haline geldiğinden, seçimlerin siyasi ve ekonomik istikrar üretebilme kabiliyeti yok denecek kadar azalmıştır. Merkez Bankası politika faiz oranlarını ne kadar artırırsa artırsın, ekonomi idaresinde daha makul politikalara ne kadar dönülürse dönülsün, ülkede hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, böylece ülkeyi kanser gibi içten kemiren yolsuzluk hastalığının iyileştirilmeye başlaması gerçekleşmediği müddetçe ekonomik düzelmenin yaşanabileceğini sanmak yanıltıcıdır. Uluslararası basında oğlu aracılığıyla Batılı şirketlerle rüşvet pazarlığı yaptığına dair haberlerin yayınlandığı bir otokratın ise “hukuka döneceğini” zannetmek en hafif tabirle boş bir hayalden ibarettir.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat