Horozlar ve kendini gerçekleştiren kehanetler

Kendini gerçekleştiren kehanetler var hayatta, kaybetmekten korktuğumuz için sevdiklerimizi fark etmeden de olsa manipüle etmek var.

ALİN OZİNİAN 20 Ağustos 2023 GÖRÜŞ

Meraklı Horoz’un hikayesi birçok “hikâyeye” maruz kalacağım hayatımın, ilk hikayesiydi.

Belki de masalıydı, ikisi arasındaki farkı hala anlayabilmiş değilim. “Hikâyelerde gerçek zamanda ve gerçek kişilerden oluşabilen konular ele alınırken masallarda olağan üstü kişiler ve olaylar üzerine kurgu yapılır” diyecekleri duyabiliyorum.

“Masalı diğer temel türlerden ayıran en önemli özellik gerçek dışı ögeler içermesi ve anlatılanları gerçeğe benzetme çabası içinde olmamasıdır” diyenleri de.

Ben de o zaman “Gerçek nedir?” diye sorarım, çamura yattığımı düşünürsünüz, sohbetimiz zehir olur. Gerek yok bunlara, konumuz bu değil, konumuz Horoz ve merakı. Gerçek nedir konusuna devam edecek olsaydık, size çocukken benle konuşan, smokinli ve kırmız topuklu ayakkabılı kedileri anlatırdım ama dedim yani konumuz başka.

4 yaşındaydım, babaannem bana Meraklı Horoz’u anlattığında. Ben mutfaktaki kilden küpün etrafında dönmeye başladığımdan beri bu anlatı evimizde “trend topic” olmuştu. Beni her gördüğünde anlatıyordu babaannem Horoz’un başına gelenleri ve beni korkutmaya çalışarak gözlerini kocaman açıyor ve Horoz’un kuyuya düştüğünü anlattığı kısımda – işaret parmağı ile mutfaktaki su küpünü gösteriyordu. Rahmetli şeker gibi kadındı, kendini ne kadar korkunçlaştırmaya çalışsa da başaramıyordu. Hep kısa kestirdiği ve asla boyatmadığı, dalgalı beyaz saçları ile pamuk babaannemdi benim.

Masalın ana fikri basitti. Horoz bir kuyunun dibinde ne olduğunu çok merak ediyordu, eğilip bakıyordu durmadan ve bir gün beklenen son geliyordu, merakına gem vuramayan Horoz kuyuya düşüyordu.

“Mutfaktaki su küpün dibinde ne var merak etme ve sakın bakmaya kalkma!” diyordu babaannem kısaca. Bizimle yaşamıyordu ama günaşırı ziyaretlerinde, parmağı ile işaret ederek bu masalı bir propaganda aracına dönüştürüyordu. Beni çok seviyordu biliyorum, o yüzden ön alıp, üstü kapaklı korkular, sınırlar hatta yasaklar yaratmaya çalışıyordu. İnsan böyle oluyordu çok sevince, kaybetmemek, olası zararları ortadan kaldırmak için olmadık ve hatta ters etki yapacak saçma sapan yollar seçiyor, nihayetinde korktuğu şeye kendi eli ile zemin hazırlıyordu.

Kilden su küpünün içme suyunu saklamak için en iyi yol olduğu düşünülüyordu evimizde, kendine özel, sadece bu iş için kullanılan bir maşrapa (moşropa derdi babaannem) ve kapaktan önce üzerine örtülen tertemiz bir beyaz tülbent kil küpün takım arkadaşlarıydı.

Tüm bu anlatılandan, olup bitenden çıkardığım sonuç şuydu: Horoz bizim küpün içine bakarken, küpe düşmüştü ve artık orada yaşıyordu. Horozu görmek için karşı konulmaz bir istek duyuyordum. Küp boyumdan uzundu ama ellerimle üst kısmından kavrayabiliyordum. Güçle kendime çekersem, aşağı doğru eğer, dibini görürüm diye düşündüm. 4 yaş için bence gayet mantıklı bir fikir yürütme.

Her şeyi planladım. Annemin temizlik yaptığı bir gün – o bugünlerde dikkatini bir parça da olsa bende sıyırır, toz bezlerine, kovalara, süpürgelere, çamaşır sularına, deterjanlara, kokusunu hala çok sevdiğim ahşap parlatma spreylerine yoğunlaşırdı.

İlk iş ekmek kabından çıkardığım ekmekten iki parça koparıp, kırmızı elbisemin iki cebine yerleştirmek olmuştu. “İnsan elbisesinin rengini de hatırlamaz artık!” demeyin, hatırlıyorum. Çok sevdiğim için olabilir, daha sonra elbisemin rengi bordo olduğunda hep o renk kalacağına dair efkarımdan olabilir, olay sonrası annemin komşuya “ateş topu gibi bir anda yapmış” dediğinden ötürü kırmız rengi ve ateşi bağdaştırdığım için olabilir. Olabilir de olabilir yani.

Ekmekler ceplerimde, işini çok seven bir hemşire gibi çok nazik ve planlı çalıştım o gün. Önce tahta kapağı kaldırdım, balkon kapısının önünde koydum. Sonra tülbenti çeke çeke aldım küpün üzerinden, yere sürünmesin diye bin-bir takla attım ve kendimce çok nizami katlayarak yemek masasının üzerine koydum. Annen kızardı diğer türlü.

Operasyonun en zorlu ama sonuca en yakın kısmına gelmiştim; iki elle küpe asılıp, dibi görecektim biraz sonra. Horozu görür görmez de ceplerimdeki ekmekleri atacaktım ona – ellerimi cebime götürdüğümde küpü kim tutacaktı, orayı hesaplamamıştım, sonraki yıllar daha iyi planlar yapacaktım. O kadar uzun zamandır açtı ki ekmekleri görünce kuşkusuz çok sevinecek, belki hikayesini bana kendi anlatacaktı.

Küpe gayet güzel asıldım, yerinden oynattım küpü. Sonrasını hatırlamıyorum. O zamanlar 25 yaşında gencecik bir kadın olan annemin, “Nefes al kızım, nefes al!” çığlıklarını hatırlıyorum sadece.

Gözümü açınca, annemin severek mi sinirlenerek mi ayrıt edemediğim bir şekilde bana sarılması, su içindeki yerde annemin hıçkırarak ağlaması, kucağındaki beni durmadan öpmesi, seslerden komşumuz Eva tantiğin (teyzenin) gelmesi, en sevdiğim kırmızı elbisemin renk değiştirip bordo olması…

Üstümü değiştirmişti annem, su içirmişti – sanki suya doymamışım gibi, kendi yatağına yatırmış, “üzülme kuruyunca yine kırmızı olacak elbisen” demişti. Pek de büyük olmayan, Bakırköy’deki ilk evimizdeki bu odadan Eva tantik ve mamamın konuşmalarını duymuştum. “Ateş topu gibi, ne zaman girdi mutfağa, nasıl çekti o kocaman küpü üstüne, ömrümden ömür gitti Eva kuyrik (abla)” derken ağladığını hatırlıyorum.

Kötü bir şey yapmıştım, yoksa mamam bu kadar üzülmez, böyle ağlamazdı. Ben de ağladım, ağlaya ağlaya uyudum. Rüyamda Horoz’u nihayet gördüm. “Düşmedim ben kuyuya, Horozlar kümeslerde tavuklar ile yaşar” deyip gitti.

Kendini gerçekleştiren kehanetler var hayatta, kaybetmekten korktuğumuz için sevdiklerimizi fark etmeden de olsa manipüle etmek var. Sevmek, korumaya çalışmak amatörlük kaldırmıyor maalesef…