O her şeyi çift severdi

Garo Alagöz’ün evimizde bulduğum yeşil ciltli kitabını okumadan önce başka bir çocuktum, okuduktan sonra başka bir çocuk olmuştum.

ALİN OZİNİAN 27 Ağustos 2023 GÖRÜŞ

“Yıllar önce okuduğunuz bir öykünün anısını sizde yıllar yılı saklayan iz nedir? Dönüp bakıldığında bu iz nereye kadar sürülebilir, deriştirilebilir? Özellikle çocukluğumuzda, yeniyetmeliğimizde, ilkgençliğimizde okuduklarımızın izi, niye diğerlerinden daha derindir ve okuduklarımız niye daha keskin çizgiler, daha berrak imgelerle saklı kalır, hatırlanır?” sorularını sorar Murathan Mungan, Büyümenin Türkçe Tarihi kitabının önsözünde.

Yıllar önce bu kitabı okurken kendime minik bir sınav yapıp, çocukluğumda okuduğum hangi hikâyenin bende iz bıraktığını anlamaya çalışmıştım. Uzun uzun düşünmedim, ikilemde hiç kalmadım, çocukluğumda beni sarsan hikâye belliydi: “O her şeyi çift severdi”.

“Bazen okuduğunuz bir öykü sizi birkaç yaş birden büyütür. Çoğu kez edebiyat, hayattan daha çabuk büyütür. Yaşama ilişkin birçok şeyi, kendi deneyimlemenize gerek kalmadan edebiyat yoluyla öğrenirsiniz. Önünüzdeki yılların deneyimlenmiş, canlandırılmış, sonuçlandırılmış haliyle sizi, hayattan daha önce bilgilendirir, donatır; dünyaya ve geleceğinize hazırlar.” diyordu Mungan.

Tam da böyle olmuştu. Garo Alagöz’ün evimizde bulduğum yeşil ciltli kitabını okumadan önce başka bir çocuktum, okuduktan sonra başka bir çocuk olmuştum.

“Bakışlarımızı, sezgilerimizi, içgüdülerimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi biler, geliştirir, olgunlaştırır. Bizi yalnızca dış dünyaya ve hayata ilişkin bilgilerle değil, aynı zamanda kendi içimizle, kendi duygularımızla da tanıştırır. Edebiyat aynı zamanda bir büyüme sanatıdır; bizi, biz yapar.” diyordu Mungan.

7 yaşındaydım. Aile tarihimizdeki en keskin değişimlerden biri yaşanmıştı; İstanbul’un Avrupa yakasından Anadolu yakasına, Kadıköy Moda’ya taşınmıştık. Başka bir ülkeye göç gibiydi bu, aile fertleri için. Moda’nın yabancısıydık, 3 alt sokağımızda bir Ermeni okulu olan Aramyan Uncuyan İlköğretim okulu vardı. Beni oraya yazdırdılar. İşe gidenlerin vapuru ana vesait olarak kullanacağını anladım konuşmalardan, vapur nedir henüz bilmiyordum.

Ben okula başlamadan okuma yazmayı sökmüştüm, birinci sınıf benim için sıkıcıydı. Hayatımın en bunaldığım senesini geçiriyor, eve gelince bir şeyler ile oyalanmak istiyordum. Lakin, dedemin sağlığı kötülediğinden babaannemle onlar da bize taşınmıştı, sanırım tam da bu yüzden Moda’ya gelmiştik, daha geniş bir daireyi burada bulabilmişlerdi ancak.

Yeni bir semtin şaşkınlığı, hastalığın gerginliği, diğer olumsuzluklar derken, zaten tek çocuk olan ben daha da yalnız kalmıştım. Herkes meşguldü, sanırım biraz da keyifsizlerdi. Sebeplerini sonraki yıllar daha da iyi anlayacaktım.

Ağustos ortalarında acele ile taşınmıştık taşınmasına ama hala yerleştirilmeyen çok şey vardı. Babam ben uyanmadan işe gidiyor, geç saatte ancak gelebiliyordu. Onu görebilmek için uyumamaya çalıştığımı, pes ettiğim zamanlarda ise anneme “Babam gelirse beni uyandırın” dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Çok çalışıyor, ancak uyumaya vakit ayırabiliyor, fazlalık odasındaki kolileri yerleştirme işi gecikiyordu.

O kolilerin bazıları kitap kolileriydi. Bir kez anneme oradan kitap alıp alamayacağımı sormuştum, “Babanın kitapları, sana uygun değiller” demişti.

Hiç aklıma yatmamıştı, babamı çok seviyordum, babamın sevdiği şeyleri de severdim. Bence uygun olmasına uygundular – belki anlamam, anlamazsan bırakırım diye düşündüm. Keşke bu soruyu anneme hiç sormasaydım diye kızdım kendime sonra, sormamış olsam elimi kolumu sallayarak gireceğim odaya bu kez hırsız gibi süzülecektim. Sonunda sıkıcı hayatıma bir heyecan getirmiştim! Mutluydum! Hiç zor olmadı. Girdim, en üstteki kitabı aldım, odama kaçtım.

Yeşil kapağını bugün hala çok net anımsadığım kitabın üzerinde “Garo Alagöz – O Her Şeyi Çift Severdi” yazıyordu.
Öyle güzeldi ki! Öyle değişik, öyle sınıf kütüphanesindeki üzerinde ördekler, tavşanlar olan kitaplara benzemiyordu ki! İlk defa bana çocuk muamelesi yapılmıyordu bir kitapta, Garo bana eşit davranıyordu.

Kendi halinde yaşayan bir adam, âşık oluyordu. Kız çok güzeldi, arkadaşlık ediyorlardı. Kızın değişik bir özelliği vardı, her şeyi çift seviyordu. Buluştuklarında, Garo ona 15 tane gül verdiğinde birini alıp hemen sokaktan ilk geçene veriyordu. Garo’nun evlerine ziyarette geldiğinde getirdiği çikolata kutusunu açıp hemen sayıyor, tek sayı çıkarsa son çikolatayı hızlıca çöpe atıyordu. Garo başlarda şaşırmıştı ama alışıyordu. Bunların hepsini anlıyordum ben, anlaşılmayacak bir şey yoktu.
Aralarındaki ilişki geliştikçe, bazı şeyleri anlamam zorlaşıyordu.

“İleriki yıllarda da her yaşın büyümelerini, algılamalarını, kavramalarını, edebiyat üzerinden izlemeyi, kavramayı sürdürürüz. Edebiyat aynı zamanda bir zamanlar okuduğumuzda kavramadıklarımızı sonradan anlamaktır.” diyordu Mungan.

Garo onu ilk öptüğünde üzerine atlayıp, bir kez daha demişti misal kız. Bunu anlamıştım.

Evlendikleri gece her şey yolunda gidiyordu, mutluydular. Ama kızın “bir kez” daha diye tutturması ile bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Bunu da anlamıştım. Bu çift sayı takıntısı sorunlara yol açıyordu, birkaç gece sonra Garo, kalp krizi geçirip öldü. Burayı anlamamıştım.

Garo’yu gömdüler ama Garo mezardan hala kitabı okuyan ile konuşmaya devam ediyordu. “Bu konuda, bu kez onu dinlememeliydim” diye dövünüyordu. Her hafta mezarına geliyordu genç karısı, Garo toprağın altında büyük acı çekiyor ama teselli buluyordu bu ziyaretler sayesinde. Yan mezardan biri ile konuşmaya başladı sonra. Bir kadınla. O kadını da ziyarete bir adam geliyordu hep, kocası olduğunu anlamıştım.

Birkaç hafta sonra, Garo’nun karısı ve kadının kocası elele tutuşarak geldiler mezarlığa. Garo ve ölü kadın çok üzüldüler. Ben de çok üzüldüm. Garo demedi ama “Kocaları da çift” oldu diye düşünmüştüm.

Yakalanmak ve vicdan azabından kurtulmak isteyen bazı “suçlular” gibi kitabı bitirdikten sonra saklamadım. En çok babam görsün istedim.

Gördü, şaşırdı okuduğumu anlayınca “Pek yaşına uygun bir kitap değil ama bu senin” dedi. Başka bir şey de diyemedi.
“Çoğu kez edebiyat, hayattan daha çabuk büyütür.” diyordu Mungan. Büyümüştüm.