Ömer Murat yazdı: Bilal Erdoğan’a soruşturma sopası işe yaradı

Asıl müzakerenin Biden ve Erdoğan arasında yürüdüğüne kuşku yoktur. Washington, “Bilal Erdoğan’a soruşturma sopasını” kaldırırken, bir yandan da “F-16 havucunu” uzatarak Erdoğan’ı istediği noktaya getirmiş gibidir.

ÖMER MURAT 12 Temmuz 2023 HABER ANALİZ

Bir “Erdoğan klasiği” daha yaşandı. Aynen geçen yıl Madrid Zirvesi öncesinde olduğu gibi Erdoğan İsveç’in (ve o zaman Finlandiya’nın da) NATO üyeliğine koyduğu vetoyu kaldırmak için o ülkelerde yaşayan terörist dediği siyasi muhaliflerinin iade edilmesi gibi taleplerde bulundu, bu talepleri karşılanmazsa kesinlikle vetosunu kaldırmayacağını yüksek sesle ilan etti. Sonra NATO Zirvesi’ne gitmeden bir gün önce İngiltere Başbakanı ve neredeyse saatler önce ise ABD Başkanı kendisini telefonla aradı. Erdoğan sanki bu telefonlar sonrası tavır değişikliğine gitmeyecekmiş gibi havalimanında açıklamalar yaptıktan sonra uçağına bindi. Ve talepleri karşılanmadığı halde, Türk halkını sanki isteklerini kabul ettirmiş gibi kandırmasına yarayacak, gerçekte dişe dokunur hiçbir taahhüt içermeyen bir kâğıt parçası (ortak açıklama) eline sıkıştırılarak geri adım attırıldı.

Kurban Bayramının birinci günü İsveç’in başkenti Stockholm’de Irak asıllı bir kişi Stockholm Camisi önünde Kur’an-ı Kerim yakınca, Erdoğan eylemin polis koruması altında gerçekleştirilmiş olmasına kızarak “Müslümanların kutsallarına hakaret etmenin düşünce hürriyeti olmadığını, Batılı kibir abidelerine eninde sonunda öğreteceğiz” demişti. Bu açıklamasının üzerinden iki hafta geçmeden İsveç’in NATO üyeliğine yönelik vetosunu İsveç Başbakanı’yla Vilnius’ta kritik zirvenin başlamasından bir gün önce yaptığı görüşmede kaldırdı. Bu görüşme sonunda tarafların yaptığı ortak açıklamada Kur’an-ı Kerim yakma eylemine ima yoluyla bile olsa hiçbir atıf yoktu, İsveç hükümeti artık bu eylemlere izin vermeyeceğine dair hiçbir taahhütte bulunmadı.

Diğer yandan, yine bayram arefesinde Reuters beklenmedik özel bir haber yayınladı. Habere göre ABD ve İsveç’teki adlî makamlar, bir ABD şirketinin İsveç’teki iştirakinin rüşvet planlarıyla ilgili Bilal Erdoğan’ın merkezinde olduğu bir şikayeti incelemeye almıştı. ABD ortaklı bir İsveç şirketinden, ürettiği alkolmetrenin Türkiye’de pazar hakimiyeti sağlamasına Bilal Erdoğan’ın yardımcı olması karşılığında, komisyon adı altında on milyonlarca dolar rüşvet vermesi talep edilmiş, taraflar bu çerçevede müzakereleri epey ilerletmiş, hatta konu Erdoğan’a bile arz edilmiş ama son anda İsveç şirketi rüşvet vererek başına iş açmak istemediğinden “projeden” vazgeçmişti. Vilnius Zirvesine iki hafta kala ortaya çıkartılan skandalın AKP liderine “Yolsuzluk dosyanı raftan indiririz” mesajı verdiği açıktı. Nitekim Erdoğan da bunu böyle anladı, Kur’an-ı Kerim yakma eylemini “Bu nefret suçunun polis korumasında işlenmesi daha vahimdir” diye eleştirdiği konuşmasında İsveç’in NATO üyeliğini veto etmesine ilişkin ayrıca şöyle “kükremişti”: “Ülkemizin beklentileri ve bizlere verilen taahhütler bellidir. Verilen sözlerin tutulması devlet ciddiyetine yanaşır bir yöntemdir. Bel altı vuruşlarla mesafe alacaklarını düşünenlerin ne bizi ne de Türk milletini iyi tanımadığı aşikardır. Bizim tehdit siyasetine teslim olmayacağımızı tüm dünya bilir. Türkiye olarak bunlar sağlanana kadar geri adım atmayacağımızı bilinmesini istiyoruz.”

Şimdi gelin Erdoğan’ın vetosunu kaldırmasına yol açan ortak açıklamanın maddelerini inceleyerek AKP liderinin kendi tabiriyle “bel altı vuruşlarla” hizaya getirilmiş olup olmadığını anlamaya çalışalım:

İlk maddede tarafların biraraya geldiğinden bahsettikten sonra ikinci maddede şöyle diyor: “Son NATO Zirvesi’nden bu yana, İsveç ve Türkiye, Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını ele almak için yakın işbirliği içinde çalıştılar. Bu sürecin bir parçası olarak İsveç, anayasasını, yasalarını değiştirdi, PKK’ya karşı terörle mücadele işbirliğini önemli ölçüde genişletti, Türkiye’ye silah ihracatına yeniden başladı, 2022’de kabul edilen Üçlü Mutabakat Zaptında belirtilen tüm adımları attı.”

Bu maddeye göre İsveç, Madrid’de imzalanan Mutabakat Zaptındaki tüm taahhütlerini yerine getirmiş. Oysa bize o anlaşmanın Erdoğan’ın talep ettiği şekilde İsveç ve Finlandiya’da yaşayan siyasi muhaliflerinin iadesini gerektirdiği söylenmemiş miydi? Geçen bir yıl boyunca iktidar medyasında listeleri çarşaf çarşaf yayınlanan bu isimlerin hiçbiri, iade taleplerinin uluslararası hukuka ve İsveç, Finlandiya’nın kendi mevzuatlarına aykırı olduğu gerekçesiyle iade edilmedi. Demek ki İsveç ve Finlandiya aslında hiçbir zaman böyle bir söz vermemişlerdi. Zaten o mutabakat zaptının imzalanması sonrası yazdığım yazıda, iktidar medyası numaradan zafer çığlıkları atarken ben metinde böyle bir taahhüdün yer almadığını vurgulamıştım.

Bir başka garip husus da şu: Erdoğan Vilnius’a gitmeden havalimanında yaptığı açıklamada “İsveç’in NATO’ya üyelik sürecinin ilerleyebilmesi üçlü mutabakatın yerine getirilmesine bağlıdır. Bize verilen sözlerin tutulmasını istiyoruz” demişti. Bu, İsveç’in mutabakattaki bazı hususları yerine getirmediği anlamına geliyordu. Oysa aynı Erdoğan bu açıklamalarının üzerinden 24 saat geçmeden İsveç’in mutabakatta kararlaştırılan tüm adımları attığını teyit etti.

Üçüncü maddede Türkiye ile İsveç’in yılda bir kez bir araya geleceği yeni bir mekanizma olan Güvenlik Komitesi’nden bahsedilerek şöyle deniyor: “Güvenlik Komitesi’nin ilk toplantısında İsveç, terörizmin tüm tür ve tezahürleriyle mücadelesinin temeli olarak Üçlü Muhtıra’nın 4. maddesi dahil tüm unsurlarının tam manasıyla uygulanmasına yönelik bir yol haritası sunacaktır. İsveç, YPG/PYD ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek vermeyeceğini yineler.”

İsveç’in YPG’ye bazı maddi yardımlarda bulunduğu biliniyordu, Suriye’deki operasyonları nedeniyle Türkiye’ye 2019’dan itibaren silah ambargosu da uygulamaya başlamıştı. Ve NATO’ya üyelik sürecinde Türkiye’nin vetosunu kaldırmasını sağlamak için bu konularda geri adımlar attı. Burada vurgulamamız gereken husus şu: YPG Suriye’de büyük ölçüde ABD hâmîliğinde hareket eden bir örgütlenme. O nedenle İsveç’in yardımlarını kesmesinin YPG’ye ölümcül bir darbe vurduğundan bahsedilemez. İkinci husus ise Türkiye bu konuları kapalı kapılar ardında gündeme getirerek de İsveç’e rahatlıkla geri adım attırabilirdi. Burada Erdoğan’ın alabileceğinden çok daha fazlasını sanki alacakmış gibi tavırlara girip Türkiye’nin her halükârda alabileceği kazanımları sanki kendi özel becerisiyle elde etmiş gibi satma kurnazlığı sözkonusu…

Diğer yandan İsveç Gülen cemaatine “FETÖ” demeyi kabul etmediği için metinde “Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan” şeklinde bir ibare yer almış. Normal koşullarda Türkiye’nin böyle bir yazımı kabul etmemesi gerekirdi, çünkü siz bir örgüte “terörist” diyorsunuz ama bunu karşı tarafa kabul ettiremiyorsunuz, sonra da karşı tarafın bunu kabul etmediğini örtülü şekilde dünyaya duyuran bir yazım şekline razı oluyorsunuz. Neden? Çünkü metinde aslında ne denildiğinin Erdoğan için bir önemi yok. O Türkiye’de “Bakın Gülen cemaatinin bir terör örgütü olduğunu NATO belgesinde geçirdim” gibi bir propaganda yürütmek için bu kadarını yeterli görüyor. Gerçekte ise İsveç (ve Finlandiya), Erdoğan hükümetinin iadesini talep ettiği, hatta Erdoğan’ın basın toplantılarında adlarını anarak “Şunları iade etmezseler vetoyu kaldırmam” dediği tek kişiyi bile vermedi. Keza Gülen cemaatine yönelik İsveç’te terör kovuşturmaları yürütüldüğünü gösteren herhangi bir gelişme yaşanmadı. Şimdi İsveç terörist olduğunu kabul etmediği bir örgütlenmeye destek vermeyeceğini ifade ederken nasıl bir taahhütte bulunmuş oluyor? İsveç devletinin Gülen cemaatine maddi yardım yaptığına dair Erdoğan hükümetinin de bir iddiası bulunmuyor. Diyelim ki herhangi bir şekilde yardım yapıyor olsun, önce bu yardımın yapıldığı kuruluşun Türkiye’nin FETÖ olarak tanımladığı örgütlenmeyle ilişkisinin kabul edilmesi gerekir ki destek sonlandırılsın, buna da ancak mahkemeler karar verebilecektir. Erdoğan hükümetinin “iltisak” gibi kavramları Avrupa mahkemelerine kabul ettirebilmesi mümkün ve muhtemel olmadığından bu alanda özünde İsveç’in somut bir taahhütte bulunduğundan bahsedilemeyeceğini rahatlıkla ifade edebiliriz.

Dördüncü madde şöyle: “Hem İsveç hem de Türkiye, terörle mücadele işbirliğinin İsveç’in NATO’ya katılımından sonra da devam edecek uzun vadeli bir çaba olduğu konusunda hemfikir. Genel Sekreter Stoltenberg ayrıca NATO’nun terörizmi her türlü biçimi ve tezahürüyle kategorik olarak kınadığını bir kez daha teyit etti. NATO, Genel Sekreter’in NATO’da ilk kez Terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğü makamını kurması da dahil olmak üzere, bu alandaki çalışmalarını önemli ölçüde artıracak.”

Erdoğan hükümeti kendi terör tanımını kabul ettiremediği halde, sanki taraflar bu konuda hem fikirmiş gibi, teröre karşı kurulacak ortak mekanizmalar detaylandırılıyor. İsveç, NATO’ya üye olduktan sonra bunlar pratikte hiçbir önem ifade etmeyecek, Erdoğan’ın Türk halkına propagandasında kullanmak için uydurulan diplomatik mekanizma ve laf kalabalıklarından ibaret olarak kalacaktır.

5. ve 6. maddelerde iki ülke arasında ekonomik işbirliğinin ilerletilmesine yönelik benzer “laf kalabalıklarından” oluşuyor, kurulacak yeni mekanizmalardan bahsediyor. En dikkat çekici ifade “İsveç, Türkiye’nin, Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize serbesti dahil AB’ye üyelik sürecinin yeniden canlandırılması konusundaki çabalara aktif destek verecektir” şeklinde. İsveç AB’nin 27 ülkesinden biri. Tek başına bu konularda adımlar atılmasına sağlayabilme gücü yok. Diğer yandan İsveç, zaten Türkiye’nin AB sürecine genel olarak destek veren ülkeler arasında yer alıyordu. Herkes görecek ki, İsveç’in karşı çıkmaması veya destek vermesiyle ne Türkiye-AB üyelik sürecinde ciddi bir canlanma ne de Türk vatandaşlarının Avrupa’ya artık vize alırken yaşadığı zorluklarda yumuşama yaşanacaktır. Bu konuda en somut taahhüt İsveç’in Türk vatandaşlarına vize verirken bundan sonra mesela pek çok evrağın artık talep edilmemesi gibi büyük kolaylıklar sağlayacağını taahhüt etmesi olurdu ki, öyle bir husus metinde yer almıyor.

Açıklamanın 7. maddesinde ise Erdoğan kendini bağlayacak şekilde şu sözü veriyor: “Avrupa-Atlantik bölgesinin caydırıcılık ve savunma gereklilikleri bağlamında Türkiye İsveç’in Katılım Protokollerini TBMM’ye sevk edecek ve onaylanmasını sağlamak için Meclis’le yakın işbirliği içinde olacaktır.”

Burada asıl müzakerenin Biden ve Erdoğan arasında yürüdüğüne kuşku yoktur. Washington, “Bilal Erdoğan’a soruşturma sopasını” kaldırırken, bir yandan da “F-16 havucunu” uzatarak Erdoğan’ı istediği noktaya getirmiş gibidir. Nitekim ABD cenahından üst üste verilen mesajlar bunu doğrulamaktadır. Erdoğan’ın ânî U-dönüşüyle İsveç’in NATO üyeliğine yönelik vetosunu kaldırması sonrası, manidar şekilde Türkiye’ye göre gece saatleri olmasına rağmen ABD Savunma Bakanı Austin, Türk mevkidaşı Güler’i arayarak Türkiye’nin askeri modernizasyonuna destek vereceklerini bildirdi. Burada kastedilen Türkiye’ye talep ettiği F-16’ların satışına onay verileceğidir. Bu konuda daha açık bir demeç ise dün Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ndan geldi. Sullivan, “Biden’ın Kongre’yle danışarak F-16’ların Türkiye’ye transferini ilerleteceğini, bu konuda net olduğunu” söylemiş.

Böylece daha İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik müracaatları bahis mevzu bile değilken Biden’ın zaten satılmasına olumlu baktığını açıklamış olduğu F-16’lar (ve henüz bu konuda bir açıklama yapılmasa da muhtemelen Washington’a bir ziyaret daveti) karşılığında aylardır mangalda kül bırakmayan Erdoğan yelkenleri indirivermiş oldu. Eline ayda yılda bir geçecek bu kadar büyük bir koz karşılığında Türkiye’nin atıldığı F-35 programına dönmesi şartını getirememiş olması, bunu hiç telaffuz bile edememesi ise Erdoğan’ın içeride sattığı hayal dünyasıyla, uluslararası arenadaki güçsüzlüğü arasındaki dramatik farkı bir kez daha ortalığa dökmüş oldu.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat