“10 Büyükelçi” krizi: Erdoğan ayakta kalmak için tehlikeli oyunlar kurguluyor

ABD'yle ilişkileri düzeltme ihtimalinin pek kalmadığını anlamış gözüken Erdoğan köşeye sıkışmış durumda. Çıkış yolu bulamadığı için, iyice yaklaştığı belli olan “büyük ekonomik çöküş” sonrasında siyaseten ayakta kalabilme hedefiyle tehlikeli oyunlar kurguluyor. '10 büyükelçiyi istenmeyen adam ilan etme' bu yönde atılmış bir adım.

ÖMER MURAT 24 Ekim 2021 HABER ANALİZ

AKP lideri Erdoğan’ın Osman Kavala’nın AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarına uyularak serbest bırakılmasını talep eden 10 büyükelçiyi “istenmeyen adam” ilan edeceklerini söylemesi, artık Batı’yla özellikle de ABD’yle ilişkileri düzeltmekten tamamen umudunu kesmiş olduğunu göstermektedir. Söz konusu büyükelçilikler, kendi Dışişleri Bakanlıklarının talimatlarını almadan böyle bir ortak metne imza atmazlar. Bu nedenle bu tavır doğrudan bu ülkelere yönelik “diplomatik hakaret” boyutlarına varan sertlikte bir adımdır. Başta ABD ve Almanya olmak üzere ilgili ülkeler buna aynıyla veya misliyle karşılık vermekten kaçınmayacaklardır.

Bir yandan bir hafta sonra Roma’da düzenlenecek G-20 zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden’dan bir randevu alabilmek için çırpınırken, diğer yandan ABD Büyükelçisini sınır dışı etmeye karar veren Erdoğan’ın savrulmalarının boyutu giderek artmaktadır. Köşeye sıkışmış durumdadır, bir çıkış yolu bulamadığından, yaptığı üst üste hatalarla kaçınılmaz hale gelen ve iyice yaklaştığı belli olan “büyük ekonomik çöküş” sonrasında siyaseten ayakta kalabilme hedefiyle tehlikeli oyunlar kurgulamaktadır. Tabanının öfkesini “günah keçisi” haline getireceği Batı’ya yönelterek, böylece milliyetçiliği köpürterek bu badireyi atlatabileceğini sanmaktadır ki bu bize otoriter rejimlerin son dönemlerinde başvurdukları çılgınlıkları hatırlatan bir taktiktir ve sonunda kendi siyasi ikbalini kurtaramayacağı gibi, devleti yüzyılda bir yaşanan derinlikte bir siyasi ve ekonomik istikrarsızlık sarmalına düşürmesi de muhtemeldir.

S-400 ALINMASI BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA OLDU

Erdoğan bu tür bir restleşmeyle şu uluslararası konjonktürde Biden’ı kendisini dikkate almaya zorlayacağını sanıyorsa yanıldığını anlaması uzun sürmeyecektir. AKP lideri ABD’nin bir müttefiklik ilişkisinde tanıdığı hareket alanını yanlış yorumlayarak kırmızı çizgileri ihlal etti. Rıza Zarrab üzerinden ve Halkbank kullanılarak ABD’nin İran’a uyguladığı uluslararası yaptırımları, 20 milyar doları aşan muazzam boyutlarda delmek ilk açık kırmızı çizgi ihlaliydi, bardağı taşıran damla ise Rusya’dan S-400 füzelerinin alınması oldu. İlk mesele bugüne kadar zaten yeterince işlenmiş olduğu için burada büyüteci son meseleye, yani S-400’lerin alınmasının ikili ilişkileri nasıl içinden çıkılmaz bir duruma soktuğuna doğrultacağım.

17 Aralık 2013’de yolsuzluk operasyonu kapsamında Bakan çocukları ve Reza Zarrab’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alınmıştı.

Rusya ve Çin gibi ülkelerin yakın müttefiki olduğunuzda bu ülkeler size fazla hareket alanı tanımazlar. Onların bakış tarzına en ufak bir muhalif tutumunuza sert tepkiler göstererek size “patronun” kim olduğunu hatırlatırlar. Mesela tamamen iç siyasi hesaplarla, kendi kamuoyunuza yönelik verdiğiniz demeçlerde onlara eleştiriler getirmeniz halinde bile, hemen misilleme mahiyetinde açıklamalarda bulunurlar veya cezalandırıcı adımlar atarlar.

ERDOĞAN, ABD’YLE İLİŞKİLERDE KIRMIZI ÇİZGİYİ GEÇTİ

Batı ittifakında ise müttefiklik ilişkileri bu yapıda değildir. Bunun pek çok tarihi ve kültürel nedeni vardır. Ayrıntılara girmeden sadece birine değinecek olursak “sömürgeci geçmiş” dolayısıyla, Batı’ya fazlaca bağımlı bir müttefiklik modelinin ters tepeceğini düşünmeleridir. Size bir hareket alanı tanırlar ve o alan içerisinde kaldığınız müddetçe size karışmazlar. Çekilen kırmızı çizgilerin geçtiği yerlerin başında silah alımları gelir. Bir müttefiklik ilişkisinde silahların kimden alındığı en kritik meselelerden biridir. Tabiatıyla Türk ordusunun silah altyapısının büyük ölçüde Batı’ya bağımlı olması tesadüf değildir. Bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin, Batı’yla ilişkilerinde ciddi sarsıntılara yol açmadan ABD dışında kritik silahlar alabileceği ülkeler Avrupa’yla sınırlıdır. Dikkatli bir siyaset izlenmesi kaydıyla ABD’yle ilişkileri krize sokmadan Avrupa’dan da önemli silahlar almak mümkündür. Fakat kritik silahları Rusya ve Çin gibi ülkelerden almayı tercih ettiğiniz anda kırmızı bir çizgiyi geçiyorsunuz demektir ve bunun Batı’yla ilişkilerinizde olumsuz yansımalara yol açması kaçınılmazdır. Böyle bir adım attığınızda, ABD’nin size göstereceği sert tepkiyi göze almışsınız demektir.

Rıza Zarrab hadisesinden sonra da hırçın bir tutum takınarak ABD’yle ilişkileri iyice yıpratan ve tam olarak neyi amaçladığı belli olmayan adımlar atan Erdoğan S-400 alımıyla artık geri dönülmez bir yola girdiğini anlamadı. Bunun da daha önce yaşananlara benzer bir krize yol açacağını ve bir noktada ABD’yle orta yolu bulabileceğini düşündü. Mesela Türkiye’deki ABD diplomatik temsilciliklerinde çalışan bazı Türk uyruklu kişileri, bir rahip dahil bazı Amerikan vatandaşlarını tutuklatmıştı. Washington bunlara ilişkin rahatsızlığını ikili görüşmelerde ve kamuoyuna yaptığı açıklamalarda gündeme getirmekle birlikte, tepkilerini gerilimi arttıracak, ipleri koparacak şekilde vermemeye dikkat etmişti. Her defasında ilişkiler biraz daha yıpranmış ama krizler tarafların bir orta yol bulmasıyla aşılabilmişti. Erdoğan kamuoyu önünde Batı’ya dayılanarak popülerliğini arttırmayı seviyor, ancak işler son kerteye vardığında kimisi kapalı kapılar ardında, kimisi mecburen açıktan tavizler veriyordu. ABD’li rahip Brunson ve Türk asıllı Alman gazeteci Deniz Yücel’in önce “çok tehlikeli teröristler” ilan edilip tutuklanarak sonra salıverilmeleri bu bakımdan örnek olaylardır.

S-400leri taşıyan Rus uçakları Mürted Hava Üssüne iniş yaparak silahların teslimini gerçekleştirirken…

Erdoğan S-400 gibi kritik bir silah alımıyla ABD’nin yakın müttefiklerine tanıdığı kırmızı çizgiyi ihlal ettiğini, Washington’un kesinlikle bu meseleyi sineye çekmiş bir görüntü vermek istemeyeceğini anlamadı. AKP lideri ABD’yi Türkiye’ye karşı bir güç gösterisinde bulunmaya, müttefiklik ilişkisinde bağımlı tarafın kim olduğunu herkese gösterecek bir misilleme yapmaya adeta mecbur bıraktı.

BATI, PUTİN’İN ERDOĞAN’I TEHDİTLE “HİZAYA GETİRMESİNDEN” DERS ÇIKARDI

Öte yandan Türk hava sahasını uyarılara rağmen terk etmeyerek ihlal eden Rus jetinin düşürülmesi sonrası Putin’in açık tehditlerle ve yaptırımlarla resmen özür dilemesini sağlayacak, bir de üzerine S-400 satacak denli Erdoğan’a geri adımlar attırmış olması, Batılı ülkeler bakımından AKP liderini “hizaya getirmek” için ne yapmaları gerektiğine dair öğretici bir hadise oldu. Sonrasında Batılı liderler pek çok hadisede Erdoğan’ı tehditle istedikleri noktaya getirmekten kaçınmadılar.

Bazen bu herkesin gözleri önünde cereyan etti. Mesela Erdoğan geçen yıl Doğu Akdeniz’de tartışmalı sulara Oruç Reis araştırma gemisini gönderip “en küçük tacizde bulunulursa gereğini yaparız” tarzı dayılanmalarda bulundu. Fakat sonra Avrupa Birliği “gemiyi çekmezsen yaptırım geliyor” diye sopa gösterdiğinde sessiz sedasız Oruç Reis’i Antalya limanına demirletti.

Kimi zaman ise Batılı ülkeler Erdoğan’ı daha rahat kontrol altında tutma arzularının bir yansıması olarak tehditlerini açıktan değil, üstü kapalı yaptılar. Mesela Erdoğan hükümeti, kendisini eleştiren yayınlarından rahatsız olduğu Alman kamu kanalı olan ZDF’nin İstanbul bürosu şefi Jörg Brase’nin basın kartını uzatmayarak 1 Mart 2019’da ülkeden ayrılmasına yol açtı. Türkiye’deki medyayı kontrol ettiği yetmemiş, Erdoğan artık Alman medyasını da zorbalıkla etki altına almaya çalışıyordu. Fakat bu hamle ters tepti ve sadece on gün geçtikten sonra Brase görevine geri döndü. Alman hükümetinin Erdoğan’a bu geri adımı ne tür bir tehditle attırdığı kamuoyuna yansımadı.

Erdoğan, NATO Zirvesi marjında Haziran ayında ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmüştü.

Erdoğan S-400’lerden vazgeçme niyetinin olmadığını anladığında ABD’nin bir orta yolu kabulleneceğini sanıyordu. Bu maksatla önce meseleyi zamana yayarak harareti düşürme taktiği uygulamaya çalıştı. Washington, S-400’lerden vazgeçmezse Türkiye’yi F-35 programından çıkaracağı tehdidinde bulununca, Ankara konunun teknik boyutlarını ele alarak çözüm üretmesini hedefleyen bir “ortak çalışma grubu” kurmak istedi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu “ortak çalışma grubu” kurulması önerisinin ABD tarafından yapıldığını söylese de Washington bunu yalanladı. Bunu bir oyalama taktiği olarak gördüklerinden o kapıyı hiç açmadılar. Yani Erdoğan’ın geçen hafta “Türkiye’nin çıkarıldığı F-35 programı için ödediği paranın yerine F-16 verilmesini bize ABD teklif etti” açıklamasını hemen ertesi günü ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün doğrulamamasını hatırlatan bir olay geçen yıl da yaşandı. Erdoğan hükümetinin konuya ilişkin üst üste verdiği hilaf-ı vaki beyanlarda, alt düzeyde yapılan görüşmelerde ele alınan ve henüz üzerinde kesin kararlara varılmamış hususları, içine düşmüş oldukları sıkıntılı durumdan bir an evvel kurtulmak için sanki görüş birliğine varılmış gibi gündeme getirdiği anlaşılmaktadır. Bu garip tavır, Washington’un Ankara’yı daha fazla zor duruma düşürmemek için belki alttan alabileceğine dair tasavvurları yansıtır gibidir. Ama hiç bir işe yaramamıştır.

ABD İLİŞKİDE GÜÇLÜ TARAFIN KİM OLDUĞUNU GÖSTERMEK İSTİYOR

Bugün gelinen noktada Erdoğan’ın S-400 alması yüzünden ABD ile ilişkilerinin tamamen bir çıkmaza girmiş olduğunu ve bunun da bir çözümünün bulunmadığını görüyoruz. Şurası artık iyice açığa çıktı ki Türkiye’de Erdoğan iktidarda olduğu müddetçe ABD bu meselede pozisyonunu değiştirmeyecek, AKP liderine bu müttefiklik ilişkisinde güçlü ve bağımlı olan tarafların kimler olduğunu mutlaka göstermek isteyecektir. O nedenle ABD’nin F-35 yerine, daha düşük bir model olan F-16 verilmesi sürecini, Türkiye’de giderek katmerleşen siyasi ve ekonomik krizin alacağı seyir istikametinde muhtemelen sürüncemede bırakmayı tercih etmesi beklenmelidir.

Erdoğan, Biden’a mealen şöyle demektedir: “F-35’i madem vermiyorsun, onun yerine bana acil ihtiyacımı karşılayacak F-16’ları ver. Kestiğin ceza, bu kadarla kalsın. Zaten Türkiye F-35’lere asıl 2030’larda ihtiyaç duyacak, onu o zaman ülkeyi idare edenler düşünürler, bugün millet sandığa giderken bu konu umurunda olmaz. Gel bu ihtilafı böylece sona erdirelim, yeni bir başlangıç yapalım.” Oysa ABD için asıl mesele Türkiye’ye F-35’leri vermemek değil, Erdoğan’ı S-400’leri aldığı için cezalandırmaktır. O nedenle Erdoğan ya Rus füzelerinden vazgeçecek, ya da sonuçlarına katlanacaktır.

ABD Hava Kuvvetlerine ait bir F-35 savaş uçağı

Öte yandan S-400 alımının ne kadar hesapsızca gerçekleştirildiğini hatırlatmak adına şunu da vurgulamamız gerekmektedir. Türkiye mevcut durumda çok kritik bir savaş uçağından, beşinci nesil jetten vazgeçip daha alt düzey bir modele razı olmaktadır, bu nedenle ülkenin uğrayacağı zararın nihai tahlilde 20 milyar dolara kadar çıkabileceği hesaplanmaktadır. Erdoğan bu ağır bedeli ödeyerek ABD ile ilişkileri düzeltmeyi ummaktadır. Demek ki siz 2,5 milyar dolar maliyetli S-400 füzelerini alırken bunların başınıza geleceğini hiç öngörmemişsiniz. Peki bu öngörülemeyecek bir durum muydu? Hayır, aksine ABD Yönetimi açıkça bunu yapacağını söylemişti, konunun uzmanları da işin bu noktaya varacağı konusunda başından itibaren uyarılarda bulunuyordu.

ERDOĞAN TÜRKİYE’SİNİN ABD’YLE İLİŞKİLERİ DÜZELTME İHTİMALİ KALMADI

ABD’nin artık bu güç gösterisinden vazgeçme ihtimali, ancak Erdoğan’ın iktidardan ayrılmasından sonra belirecektir. Yeni iktidar, incelikli bir diplomasi uygulamak kaydıyla, ABD’yi bu konularda bir orta yola ikna etmeyi başarabilir. Washington ancak o durumda “Olan olmuş, bundan sonra ne yapabiliriz, Türkiye ile ilişkilerimizi sağlıklı bir zemine nasıl oturtabiliriz, bu krizi nasıl çözebiliriz, ona bakalım” yaklaşımına odaklanacaktır. Erdoğan’ın yokluğunda Türkiye’nin “kolunu burkmaya çalışmaya” devam etmek düşmanca görüleceğinden Washington bunu yapmaktan kaçınacaktır. Fakat bugün ABD’nin böyle bir yaklaşım sergilemesini beklemek, Erdoğan karşısında geri adım attığı anlamına geleceği için gerçekçi değildir. Putin Erdoğan’ı nasıl tehditle istediği noktaya getirmişse, ABD de aynısını yapacak güce evleviyetle sahip olduğunu göstermekten kaçınmayacaktır. ABD Başkanı Biden’ın daha Obama dönemindeki başkan yardımcılığı görevinden itibaren Erdoğan’la “bu dilden konuşulması” gerektiğine ilişkin inancını seslendirdiği bilinmektedir.


 

Erdoğan iktidarda olduğu müddetçe Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinde yaşanan derin krizde bir düzelme ihtimali bulunduğunu sanmak yanıltıcıdır. S-400’leri Rusya’ya iade edememektedir, çünkü bu takdirde Putin’in (Suriye’de Türkiye’yi zora sokan adımlar atmasına hacet kalmadan) turist göndermeyip ve/veya domatesleri geri göndererek kendisini zor durumda bırakması gibi cezalandırıcı eylemlerine muhatap olacaktır, ki bunları göze alamamaktadır. Kaldı ki S-400 krizi farz-ı muhal Biden’ın anlayış göstermeye ikna edilmesiyle aşılsa bile karşısında bir başka büyük engel vardır. O da ABD’de görülmeye devam eden Halkbank davasıdır, bu dava Erdoğan’ın ve yakın çevresinin üzerinde adeta “Demokles’in kılıcı” gibi sallanmaktadır. Dün ABD Temyiz Mahkemesi’nin Halkbank aleyhine aldığı karar muhtemeldir ki Erdoğan’ın Washington’la ilişkileri düzeltme umutlarını iyice suya düşürmüştür. Batılı büyükelçileri “istenmeyen adam” ilan edecekleri açıklaması, Biden’la gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hala teyit edilmeyen Roma’daki görüşmeden önce ABD Temyiz Mahkemesi’nin böyle bir karar almış olmasıyla tabiatıyla yakından ilişkilidir. Siyasi ikbalini kurtarmaya odaklanmış olan Erdoğan tüm bunların getirdiği meyusiyet ve çaresizlikle Türkiye’ye çok ağır bedellere yol açabilecek bir restleşmeye yönelmektedir.