Yunanistan’ın elinde Erdoğan’ın yolsuzluk dosyaları mı var?

'Dış güçler'in Erdoğan’ı istedikleri noktaya getirmek için yolsuzluk dosyalarını kullandığını gösteren pek çok hadise var. Yunanistan da, bu ülkeye sığınmak zorunda kalan Ali Yeşildağ'ın elindeki yolsuzluk dosyaları sayesinde Erdoğan’a karşı ilave ve güçlü bir koz elde etmiş olabilir.

ÖMER MURAT 09 Aralık 2023 HABER ANALİZ

Boğazına kadar yolsuzluklara bulaşmış bir liderin dış politikada o ülkenin çıkarları doğrultusunda politika izleyebileceğini sanmak ciddi bir yanılsamadır. Bugün Türkiye’de AKP tabanının önemli bir bölümü dahil halkın kahir ekseriyeti Erdoğan’ın yolsuz bir lider olduğuna dair hemfikir olmakla birlikte muhaliflerin önemli bir bölümü dahil geniş kesimler buna rağmen AKP liderinin dış politikada “dik bir duruş” sergilediği zehabına kapılabiliyorlar. Bu çarpıklık Erdoğan’ın medyayı kontrol etmesi sayesinde elde ettiği propaganda gücünün boyutlarını gösteriyor.

Bugüne kadar dış güçlerin Erdoğan’ı istedikleri noktaya getirmek için ellerindeki yolsuzluk dosyalarını kullandığını gösteren pek çok çarpıcı hadise yaşandı. Bunları gerilim arttığı sırada ortaya dökülen dosyalar, o nedenle buzdağının sadece görünen kısımları olarak görmek gerçekçi olur.

Türk savaş jetleri Kasım 2015’te hava sahamızı ihlal ettikleri gerekçesiyle Suriye sınırında bir Rus savaş uçağını düşürmüş, sonrasında Ankara ile Moskova arasındaki ilişkiler iyice gerilmişti. O dönemde NATO yaptığı açıklamada kendi verilerinin Rus jetinin Türk hava sahasını defalarca ihlal ettiğini gösterdiğini açıklamıştı. Erdoğan bu olay sonrası “Aynı ihlâl bugün yapılsa Türkiye yine aynı karşılığı verir” dedi, hatta Türkiye’nin Rusya’dan özür dilemesinin sözkonusu olmadığını, asıl özür dilemesi gerekenin sınır ihlâlinde bulunan Rusya olduğunu belirtmişti.

Rus jetinin düşürülmesinden sadece bir hafta sonra Rusya Savunma Bakan Yardımcısı, Moskova’da bir basın toplantısı düzenleyerek Türkiye’nin Suriye ve Irak’tan ‘çalınan petrolün’ en büyük alıcısı olduğunu, ellerindeki bilgilerin Erdoğan ve ailesinin de bu suç faaliyetine karıştığını gösterdiğini duyurdu. Rusya elindeki delillerin sadece bir kısmını açıklayarak Erdoğan’a gözdağı verdi. Neticede Erdoğan altı ay sonra utanç verici bir geri adım atarak Putin’e Rus jetinin düşürülmesi dolayısıyla özür dilediği resmi bir mektup yazdı.

Bir diğer örnek Türkiye-ABD ilişkilerinin Suriye’de TSK’nın başlattığı yeni bir askeri harekat dolayısıyla gerildiği 2019 yılında yaşandı: ABD Temsilciler Meclisi’nin ezici bir çoğunlukla (403 lehte, 16 aleyhte) kabul ettiği yaptırım tasarısında AKP liderinin mal varlığının da araştırılması talep edildi, tasarı metninde yasanın yürürlüğe girmesinden sonraki iki ay içinde ABD Dışişleri ve Hazine Bakanlıkları ile CIA’ye Erdoğan ve ailesinin mal varlığı, yatırımları, iş ilişkileri ve diğer gelir kaynaklarına ilişkin bir rapor hazırlayıp Kongre’ye bildirmesi görevi veriliyordu. Bu tasarı Senato ve Beyaz Saray’ın onaylaması sonrası yürürlüğe girecekti ama Erdoğan sonraki 15 gün içinde geri adım atarak ABD’yle bir anlaşmaya varıp askeri harekatı durdurunca onay süreci de askıya alındı. Popülist sloganlarla Batı’ya esip gürlemeyi seven Erdoğan Kongre’nin kendisini mal varlığını ve iş ilişkilerini açıklamakla tehdit etmesi karşısında “Bana bunlarla gözdağı veremezsiniz, benim veya ailemin açıkladığımızın dışında gizli bir serveti ve iş ilişkileri bulunmuyor, hodri meydan, diyorum, buyurun ne biliyorsunuz açıklayın!” diyemedi, konuyu hemen böyle kapatmayı tercih etti.

Benzer bir başka örnek ise daha yakın zamanda yaşandı: Geçen Haziran’da Vilnius’da düzenlenen NATO Zirvesi’nin kritik konulardan biri İsveç’in üyeliğiydi. Erdoğan bu zirve öncesi verdiği mesajlarda İsveç’te yaşayan “terörist” dediği siyasi muhaliflerinin iadesi gerçekleşmezse vetosunu kaldırmayacağını duyurdu, yine Haziran ayında Stockholm’de yaşanan provokatif Kuranı Kerim yakma eylemi üzerine retoriğini daha da sertleştirerek “Müslümanların kutsallarına hakaret etmenin düşünce hürriyeti olmadığını, Batılı kibir abidelerine eninde sonunda öğreteceğiz” dedi.

Tam o sırada Reuters’in özel bir haber yayınladığına şahit olduk: Habere göre ABD ve İsveç’teki adlî makamlar, bir ABD şirketinin İsveç’teki iştirakinin rüşvet planlarıyla ilgili Bilal Erdoğan’ın merkezinde olduğu bir şikâyeti incelemeye almıştı. Türkiye’de pazar hakimiyeti sağlamasına Bilal Erdoğan’ın yardımcı olması karşılığında sözkonusu şirketten on milyonlarca dolar “komisyon” talep edilmiş, konu Erdoğan’a bile arz edilmişti. Vilnius Zirvesine iki hafta kala ortaya çıkartılan skandalla AKP liderine “Yolsuzluk dosyalarını raftan indiririz” mesajı verildiği açıktı. Nitekim Erdoğan da bunu böyle anlayarak “Bel altı vuruşlarla mesafe alacaklarını düşünenlerin ne bizi ne de Türk milletini iyi tanımadığı aşikardır. Bizim tehdit siyasetine teslim olmayacağımızı tüm dünya bilir. Türkiye olarak bunlar sağlanana kadar geri adım atmayacağımızı bilinmesini istiyoruz.” dedi.

Ama NATO Zirvesi resmen başlamadan bir gün önce İsveç Başbakanı’yla Vilnius’ta biraraya geldi ve iktidar medyasının bile hazırlıksız yakalandığı bir U dönüşle İsveç’in tüm taahhütlerini yerine getirdiğini belirten bir bildirgeye imza atıp vetosunu kaldırdı, bildirgede Kuranı Kerim yakma protestolarına hiçbir şekilde atıfta bulunulmuyordu. Geçen ay İsveç’in katılım protokolünü imzalayıp TBMM’ye gönderen Erdoğan artık Stockholm’ün verdiği sözleri yerine getirmediğinden bahsetmiyor, sadece ABD Kongresi’nden eşzamanlı olarak Türkiye’ye F-16 satışının gerçekleşmesi için onay verilmesini beklediklerini söylüyor.

Hasılı kelam dış güçlerin Erdoğan’ı istedikleri noktaya getirme aracı olarak ellerindeki kendisi ve ailesi hakkındaki yolsuzluk dosyalarını kullanmaktan çekinmediklerini artık gayet iyi öğrenmiş bulunuyoruz. Bu itibarla, Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden bu yana hukuk dışı faaliyetlerinde kullandığı bir ailenin ferdi olan Ali Yeşildağ’ın şimdi Yunanistan’a gitmesi Atina’nın eline AKP liderine karşı kullanabileceği müthiş bir kozun geçtiği anlamına gelmektedir.

Ali Yeşildağ, Erdoğan’ın kasası olarak bilinen, 1999’da dört aylığına tutuklandığında küçük bir suç işleyerek cezaevine girip Erdoğan’ın korumalığını yapan Hasan Yeşildağ’ın kardeşi. Erdoğan’ın pek çok kirli çamaşırına vakıf olduğu anlaşılıyor. Yaptığı çarpıcı yolsuzluk ifşaatlarından birine göre Erdoğan Antalya Havalimanı ihalesinde Çelebi Holding’in kaç para vereceğini öğrenmek üzere onu görevlendirmiş, Ali Yeşildağ bu görevi yerine getirmiş: Çelebi Holding 4 milyar dolarlık teklif vermiş ama kasten dosyasındaki bir evrak çıkarılarak yok edilmiş ve böylece şirket devre dışı bırakılarak ihale 3 milyar dolara IC Yatırım Holding’e verilmiş, aradaki 1 milyar doları Erdoğan rüşvet olarak almış, sonra halkın karşısına geçip Antalya havalimanı ihalesini 3 milyar dolara verdikleri için övünerek kendisini alkışlatmış. Yeşildağ ileride Erdoğan dönemine ilişkin belgesellerde sık sık kullanılacağından şüphe duymadığım şu çarpıcı tespiti yapıyor: “Tayyib ağabeyin en büyük özelliği şudur; sizin paranızı çalar sonra size kendini alkışlatır. Havalimanından 1 milyar dolar indiriyor, sonra televizyonda, ‘Görüyor musunuz 3 milyar dolar, nereden nereye… Satmadık ha’ diyor. Eee cebe indirdiğin 1 milyar dolar ne olacak? Bunu kimse bilmiyor ki.”

Anlayacağınız Ali Yeşildağ, Erdoğan’ın kimsenin duymasını istemediği hukuk dışı faaliyetlerde bizzat rol almış veya bunlara yakından şahit olmuş bir şahsiyet… Erdoğan’ın Rıza Zarrap hadisesinde olduğu gibi bu kadar kritik bir ismi “elinden kaçırmış” olduğu için muhtemelen hop oturup hop kalktığını düşünebiliriz.

Asıl konumuza dönecek olursak; Erdoğan daha geçen yıl “Artık benim için Miçotakis diye biri yok” demişti, Yunanistan’ı Ege adalarını silahlandırdığı ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kara suları olarak ilan ettiği alanda hak iddia ettiği için tehdit etmişti, şimdi hiçbir şey değişmediği, yani sözkonusu Ege adaları hâlâ silahlandırılmış bulunduğu ve Yunanistan Doğu Akdeniz’deki tezlerinden vazgeçmediği halde Atina’ya ziyaret düzenleyip Yunan Başbakanı’yla samimi görüntüler vermesinin farklı nedenleri var. Öncelikle 14-28 Mayıs seçimleri artık geride kaldı, seçim öncesinde durumun kendisi için zora girmesi halinde Yunanistan’la kontrollü bir çatışma seçeneğini masada tuttuğunu gösteren güçlü işaretler vardı. Fakat Erdoğan karşısına Kılıçdaroğlu’nun ortak aday olarak çıkarılmasını sağlayarak kendisi için normalde çok zor geçecek bir seçimi kolayca kazandığı için bu “B ve C” seçeneklerini kullanmasına gerek kalmadı, muhalefet onu hiç zorlamayınca A planıyla seçimi kazandı.

Erdoğan’ın seçim sonrası ise esas gündeminde, uyguladığı makul olmayan politikalar nedeniyle ekonominin ağır bir krize düşmesi yüzünden Batı ve Körfez sermayesinin acilen çekilmesi ihtiyacı vardı: Bu hedef doğrultusunda “muhteşem U dönüşünü” hızlandırdı, Riyad’daki son İKÖ Zirvesi sırasında samimi görüntüler verdiği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin ayağına gideceğini de açıkladı.

Geçen Eylül’de New York’ta Netanyahu’yla biraraya gelerek ve ABD’deki Yahudi lobisi temsilcileriyle samimi fotoğraflar verdiği görüşmeler gerçekleştirerek esasen İsrail’le ilişkilerde de 180 derecelik bir dönüş gerçekleştirmişti. Fakat 7 Ekim’de Hamas’ın saldırısı ve İsrail’in buna verdiği orantısız karşılık sonrası kısa bir tereddüdün ardından bu meseleyi yerel seçimler öncesinde kullanmaya karar verdi. 31 Mart sonrası sanki “terörist devlet” gibi sert demeçleri veren kendisi değilmiş gibi İsrail’e bir ziyaret düzenleyip bu siyasetini kaldığı yerden devam ettirmesi hiç şaşırtıcı olmaz. Nitekim İsrail’le ticari ve diplomatik ilişkileri hiç kesmeyerek böyle bir dönüş için zemini de hazır tuttuğunu görüyoruz. Ola ki kendisine İsrail’e ilişkin daha önce söylediği laflar o zaman hatırlatılırsa aynen Miçotakis hadisesinde olduğu “Lafın gelişine söylemiştim” gibi bir pişkince açıklamayla eleştirileri geçiştirebileceğini, medyanın yüzde 90’ını kontrol ettiği için bunu kimsenin sorgulayamayacağını gayet iyi biliyor.


 

Bu konjonktürde Yunanistan, Ali Yeşildağ’ın kendisine sığınmak zorunda kalması sayesinde Erdoğan’a karşı ilave ve güçlü bir koz elde etmiş oldu. Erdoğan Atina ziyareti sırasında Yeşildağ’ın iade edilmesini de talep etmiş olabilir. Miçotakis muhtemelen bu talebi reddetmeyip kapıyı yarı açık bırakmıştır. Hiç kimse böyle büyük bir kozu ona bedel tavizler almadan elinden bırakmak istemez.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat