Erdoğan’ın U dönüşleri sonrası Fitch neden Türk ekonomisine kredi açtı?

Kim bilir belki de bu da Erdoğan’ın “suyuna gitmekle” ilgilidir. Eh neticede çalınan para onların değil Türk halkının parası… Geldik yine aynı noktaya…

ÖMER MURAT 09 Mart 2024 HABER ANALİZ

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’nin kredi notunu B’den B+’ya yükseltirken, not görünümünü “durağan”dan “pozitif”e çevirmesinin iç ve dış nedenleri var.

İç nedeni Mehmet Şimşek. Göreve geldiğinden bu yana uluslararası yatırımcılarla önceki dönemindeki gibi iyi bir iletişim kurdu, Erdoğan’a yönelik güvensizlik sürmekle birlikte Şimşek de geçen yaklaşık dokuz aylık süreçte kendisine gösterilen teveccühü heba eden bir tutum içerisine girmedi. Kabiliyetlerinden ve dürüstlüğünden pek şüphe duyulmuyor. Evet, seçim arefesinde bütçe disiplininde bazı gevşemeler müşahede edildi ama bu belli bir seviyede kaldı, mesela faizler düşürülmedi, emeklilerin beklentileri bütçe zorlanacak şekilde karşılanmadı. Hikâyenin tüm pozitif kısımları Şimşek’ten biliniyor. O nedenle aslında genel olarak Erdoğan otokrasisinde ortodoks (makul) ekonomi politikalarının sonuna kadar sürdürülüp sürdürülmeyeceğine dair şüpheler devam ediyor olsa da Şimşek’in varlığı güçlü bir sigorta olarak görülüyor. Fitch bir anlamda Şimşek’in bugüne kadar yaptıklarını takdir ettiğini göstererek ona bir kredi açıyor.

Şimşek bu itibarını kaybetmemek için Erdoğan’ın para politikasında ve bütçe disiplininde gevşemelere gidilmesine yönelik olası müdahalelerine direnmeyi sürdürür mü? Bu sorunun cevabı, Türk ekonomisinin seçim sonrası gidişatını belirleyecek…

Otokratların kendilerinden daha fazla parlayarak ışıklarını gölgeleyen isimlere fazla tahammül edemediklerini de biliyoruz. Şimşek’in kurtarıcı rolü giderek ön plana çıktıkça Erdoğan’ın bundan rahatsızlık duymaya başlaması da şaşırtıcı olmayacaktır.

Dış nedenlere baktığımızda ise Erdoğan’ın 14-28 Mayıs öncesi seçim kampanyasında Batı karşıtı söylemler yürüttüğü halde seçim sonrası aynen ekonomide olduğu gibi dış politikada da acı bir fren sesine eşlik eden keskin bir U dönüşüyle Batı’yla ilişkileri düzeltmeye başladığına şahit olduk.

İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması, Yunanistan’la ve Ortadoğu’da Batı’nın ortağı gördüğü rejimlerle ilişkilerin düzeltilmesi bu bahiste gerçekleşen hamlelerdi. Öyle ki Erdoğan epey bir yekûn tutan tükürdüklerini yutup Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin ayağına gitmeyi de kabullendi. AKP lideri Ortadoğu’da Müslüman Kardeşlerin (İhvan’ın) başını çektiği “devrimci, değişimci” güçlere verdiği desteği çekerek artık statükocu rejimlerin kendisine biçtiği rolü oynamaya hazır hale geldi. Erdoğan Kahire’ye kadar gittiği halde, daha önce duyurmasına rağmen Mısır’ın Gazze’yle sınır kapısı olan Refah’a gitmedi, İsrail’le ticari ilişkileri kesmedi.

Hatta bugüne kadarki siciline bakarak şöyle yapma ihtimalinin düşük olmadığı da söylenebilirdi: Seçim öncesi Gazze meselesini birinci konu haline getirip, belki İsrail’le ticari ilişkileri de kesip tabanı nezdinde puan toplayıp seçim sonrası retoriğini hemen düşürüp İsrail’le ilişkileri normalleştirebilirdi.

Fakat şimdiye kadar açıkça gözüken şu ki Erdoğan siyasi hayatı boyunca en az umursadığı bir seçime giriyor. Gazze dünya gündemine bu kadar oturmuşken, Türkiye’de de toplumun her kesiminden tepkiler yükselirken bunu seçim gündeminin ana meselesi yapmaması, emeklileri küstürmekten çekinmemesi, Yeniden Refah’a bir önceki seçimdeki gibi bir parmak bal vermeye gerek görmemesi, hep bunların işareti… 14-28 Mayıs bir dönüm noktasıydı, köprüden önceki son çıkıştı, artık hiçbir seçim Türkiye’deki tek adam rejimini değiştiremez. Erdoğan’da bunun rahatlığı var.

Konumuza dönecek olursak, Erdoğan’ın dış politikada yaptığı düzeltme 7 Ekim’de Gazze’de çıkan yangının tüm Ortadoğu’ya yayılmasından endişe eden Batı için daha da önem kazandı. O nedenle Erdoğan’ın ekonomi ve dış politikada attığı adımları karşılıksız bırakmamak istiyorlar. Yani “Sen bir adım gelirsen, biz de sana bir adım geliriz” diye özetleyebileceğimiz bir yaklaşım sergiliyorlar.

Batı’nın bu tutumunu pragmatik ve çıkarcı olarak eleştirebiliriz, Türkiye’de insan hakları ve hukukun üstünlüğünde hiçbir iyileşme olmadığı halde bu konuların kendileri için birincil öncelikte olmadığı havası vermelerini de… Fakat “samimi bir ortamda” bu konuda bir Batılı yetkiliyi sıkıştırırsanız ondan şöyle bir cevap duyabilirsiniz: “Türkiye’de muhalefet Erdoğan’ın suyuna gidiyor, karşısına popüler adayı çıkarmaktan kaçındı, hatta sandıkları bile tutmadı. Seçim sonuçlarını da meşru olarak kabul ediyor, sorgulamıyor. Muhalefet kendi ülkesinin geleceği için elini taşın altına sokmuyorken biz niye Erdoğan’la yüz göz olalım. Biraz havuç vererek, biraz sopa göstererek AKP liderini her zaman istediğimiz noktaya getirebiliyoruz. (İsveç, Yunanistan ve Ortadoğu’ya zaten değinmiştik.) Bakın Rusya’yla yaptırımları deliyordu, biz bu ticareti yürüten bazı Türk işadamı ve şirketlerine müeyyideler uygulayınca bizimle çatışmak yerine hemen geri adım attı ve Rusya’yla ticareti azalttı. E biz de istediğimizi almış olduk. Zaten başımızda bir sürü dert var iken bir de Erdoğan’la insan hakları ve hukukun üstünlüğünü mesele haline getirip niye uğraşalım?”

Öte yandan Fitch’in kredi notunda yaptığı düzeltme her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına da gelmiyor. Nitekim Fitch’in açıklamasıyla aynı gün (dün) dünyanın önde gelen bankalarından ING de Türkiye’ye ilişkin özetle şu uyarıları içeren bir rapor yayınladı: “Enflasyonun beklenenden daha yüksek çıkması ve TL’deki kademeli değer kaybının devam etmesiyle, politika yapıcıların ortodoks para politikasına geçiş konusundaki kararlılıkları önümüzdeki aylarda test edilecektir. 31 Mart yerel seçimleri öncesinde döviz rezervlerinde yılbaşından bu yana yaşanan düşüş ve dış kırılganlıkların devam etmesi uluslararası yatırımcılarda bir miktar tedirginliği geri getirmiş gibidir. [Yani belli ölçüde de olsa uygulanan seçim ekonomisi uluslararası yatırımcılarda tedirginliğe yol açmış.] Yatırımcılar kredi konusunda daha iyimser olmadan önce muhtemelen seçim riskinin azalmasını ve ekonomide daha somut uyum işaretlerinin görülmesini bekleyecektir. [Yani yatırımcılar seçim sonrasında ekonomi idaresinin ortodoks politikaları sürdürmeye kararlı olduğuna emin olana kadar Türkiye’yi yatırım listelerine almakta isteksiz olacaktır.]”

Keza Fitch kredi notunu yükselttiğine dair açıklamasında Türkiye’de 2024’te ortalama enflasyonun yüzde 58, yıl sonu enflasyonun ise Merkez Bankası’nın tahminin üstünde yüzde 40 olacağını öngörüyor. ING ise “Türk lirasında son dönemde yaşanan değer kaybı öngörülenden daha fazla olduğu için” 2024 enflasyon tahminini yüzde 42’den yüzde 45’e yükseltmiş. Anlayacağınız Türk ekonomisinin düşürüldüğü yüksek enflasyonlu ve yüksek faizli cendereden kısa vadede çıkmasını kimse beklemiyor.


 

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları ve yatırımcılarının bu raporlarına yönelik en büyük eleştirim şu: Türkiye gibi boğazına kadar yolsuzluklara batmış bir ülkede ekonominin düzelmesi için ilk yapılması gereken şey faizlerin yükseltilmesi gibi tedbirlere gidilmesinden ziyade yolsuzlukların azaltılmasıdır. Aksi takdirde sadece parasal sıkılaştırmalarla ekonomiyi düzeltmeye çalışmanın perhizle kanser tedavi etmeye çalışmaktan farkı yoktur. Bu raporlarda bu yalın gerçeğin farkında olunduğunu gösteren kısımlara, hatta cümlelere pek rastlanmıyor. Kim bilir belki de bu da Erdoğan’ın “suyuna gitmekle” ilgilidir. Eh neticede çalınan para onların değil Türk halkının parası… Geldik yine aynı noktaya…

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com