Erdoğan, Netanyahu’yu Allah’a havale etti: İsrail’le ticarete devam…

Kayseri mitinginde “Netanyahu denilen kişiyi Rabbimize havale ediyoruz.” dedi ama İsrail’le ticarete dair yine tek kelime etmedi. Yıllardır izlediği bu ikiyüzlü politikanın 31 Mart seçimleri öncesinde içeride ve dışarıda ortalığa saçılması Erdoğan için çok can sıkıcı bir gelişme.

ÖMER MURAT 22 Mart 2024 HABER ANALİZ

Erdoğan’ın tüm söylemlerine rağmen İsrail’e karşı aslında çok dikkatli bir siyaset izlediği işin uzmanlarının bildiği bir hakikatti. İngilizce bilmemesinin getirdiği kompleksin üzerindeki stresi artırmasıyla sinirlerini kontrol edemeden parladığı “One minute” hadisesinde bile kendini toparlar toparlamaz “Sözüm moderatöreydi” diye basına açıklama yapma gereği duymuştu. Netanyahu hükümetinin orantısız şiddet uyguladığı vakalardan bir diğeri olan Mavi Marmara hadisesinin seçimlerde “etinden ve suyundan” iyice yararlandıktan sonra davayı 20 milyon dolar gibi bir tazminatla ve “Giderken bana mı sordunuz?!” azarıyla kapatıvermişti. Fakat tüm bunlar dünyada ve Müslüman kamuoyunda yeteri kadar gündeme gelmiyordu. İşte bu durum 7 Ekim’den sonra değişmeye başladı.

Netanyahu çoğu çocuk on binlerce masum sivilin öldürülmesine, yüz binlercesinin sokaklarda kalmasına aldırmadan Gazze’yi yerle bir ederken dünyada buna en fazla tepki göstermesi beklenen liderlerden biri Erdoğan’dı. Aslında 7 Ekim’in hemen ertesinde özellikle Berlin ziyareti sırasında basına yaptığı açıklamalarla “iki yüzlü siyasetini” yine başarıyla sürdürebileceği havası veriyordu ama öyle olmadı. Çünkü ilk kez dünya kamuoyu Türkiye ile İsrail arasındaki ticârî ilişkilerin boyutunu fark etmeye başladı.

Erdoğan’ın İsrail’e karşı esip gürlemeleri ticârî ilişkileri hiç etkilememişti. Bu bilginin bir Arap uzmanda nasıl hayal kırıklığı yaşattığına geçen yazımda değinmiştim. Türkiye uzmanı bir Fransız profesörü olan Jean Marcou da Erdoğan rejiminin İsrail’le ilişkilerine dair yazdığı makalesinde bunu şöyle anlatıyor: “Türkiye-İsrail ilişkilerinin nasıl ayakta kaldığını ve düzenli olarak yeniden canlandığını anlamak için, onu yapısal olarak kalıcı şekilde ayakta tutan şeyin ne olduğunu tespit etmek önemlidir. Ekonomik bağların sağlamlığı bu sürekliliğin ilk eksenini oluşturmaktadır.” Prof. Marcou, Erdoğan döneminde Tel Aviv’le ilişkilerde yaşanan tüm gerilimlere rağmen Türkiye’nin İsrail’e ihracatını üç katına çıkardığını hatırlatıyor: 2011-2022 arasında Türkiye’nin İsrail’e ihracatı 2,3 milyar’dan 7,03 milyar dolara çıktı. (İsrail ordusu 31 Mayıs 2010’da İHH organizasyonuyla Gazze’ye insânî yardım götüren Mavi Marmara adlı gemiye Akdeniz’de saldırarak gemideki 10 kişiyi katletmiş, bunun üzerine Türkiye-İsrail ilişkileri gerilmişti.)

Erdoğan Türkiyesi, İsrail’in en fazla ithalat yaptığı ülkeler arasında 5. sırada bulunuyor. Ve bunlar çoğunlukla demir, çelik, tekstil, motorlu taşıtlar ve çimento gibi kritik ürünlerden oluşuyor. İsrail’in Ceyhan limanından ithal ettiği petrol, tüm ihtiyacının yüzde 40’ını karşılıyor. Zorlu şirketi, İsrail’in elektrik ihtiyacının yüzde 7’sini üretiyor. Türkiye de İsrail’den yüksek teknolojili ürünler ithal ediyor.

Prof. Marcou 7 Ekim’den sonra Türkiye’nin İsrail’e ihracatının daha da arttığına dikkat çekiyor: “Ulaştırma Bakanlığı istatistikleri, 7 Ekim 2023 – Ocak 2024 arasında 700 Türk gemisinin, yani günde ortalama 8 geminin İsrail limanlarına yanaştığını göstermektedir. Bu gemiler İsrail savaş makinesi için çelik, petrol ve tekstil gibi temel ürünleri taşımaktadır.” Prof. Marcou, gazeteci Metin Cihan’ın bu ticareti yürüten şirketlerin iktidarla yakın ilişki içerisinde olduğuna dair tespitini de paylaşıyor. (Nitekim Karar gazetesinin bugün yayınladığı haberine göre bu şirketlerin hepsi iktidara özel yakınlığıyla bilinen MÜSİAD üyesi.)

Öte yandan Prof. Marcou sadece ekonomik değil güvenlik alanında da ilişkilerin iyi boyutta olduğunu belirterek iki ülke arasındaki ilişkilerin yapısal devamlılık gösteren bir başka eksenine şöyle işaret ediyor: “Türkiye, NATO üyesi olması ve önemli üslere ev sahipliği yapması nedeniyle Batı’nın müttefiki olmaya devam etmektedir: İzmir’de NATO’nun güney kanadındaki müttefik kara kuvvetleri karargahına, Kürecik’te esas olarak İran’a yönelik anti-balistik füze radar istasyonuna ve gerektiğinde İsrail’e askerî teçhizat sevkiyatı için bir aktarma görevi gören İncirlik havaalanına ev sahipliği yapmaktadır. Ankara Şubat 2024’te, Almanya’nın 2023’te başlattığı girişime dayanan ve 17 ülke tarafından desteklenen Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimine katıldı. Fransa’nın uzak durduğu bu proje, diğer ekipmanların yanı sıra İsrail’in uzun menzilli Arrow 3 füzelerini de kullanacaktır.”

İsrail’e yönelik yıllardır izlediği ikiyüzlü politikanın 31 Mart seçimleri öncesinde böyle içeride ve dışarıda ortalığa saçılması Erdoğan için can sıkıcı bir gelişme oldu. Medya üzerindeki kontrolüne rağmen halkın İsrail’le Türkiye arasındaki ticaretin 7 Ekim’den sonra artarak sürmesini ve bu ticaretin kendisine yakın işadamları tarafından yürütülmesini yüksek sesle sorgulamasını engelleyemiyor. Konuya ilişkin geçen hafta X’den (eski Twitter’dan) yapmak zorunda kaldığı açıklama da bolca laf salatası dışında bu sorulara hiçbir cevap vermiyor. Mesela hükümetinin “Bugün de tüm imkânlarıyla Gazzeli kardeşlerine sahip çıktığını” söylüyor ama bunu somut olarak nasıl yaptığına değinmiyor. AKP lideri fiiliyatta yaptıklarını (veya yapmadıklarını) örtüp tabanının gözünü boyamak için ateşli retoriğe başvurma ustasıdır, nitekim bu hafta Kayseri mitinginde “Netanyahu denilen malum kişiyi Kahhar ismi şerifiyle Rabbimize havale ediyoruz. Rabbimiz kahru perişan eylesin” dedi ama İsrail’le ticarete dair yine tek kelime etmedi. Sanırım bu tür içi boş hamâsî nutuklarla tabanını her zamanki gibi kandırabileceğini düşünüyor. Ama bu taktiğin uluslararası arenada eski tesirini artık yapmadığı da görülebiliyor.

İktidar yandaşı gazeteci ve uzmanların İsrail ile Türkiye arasındaki bu ticârî ilişkileri savunmak için geliştirdikleri argümanlar iki yüzlülüğün (yoksa yüzsüzlüğün mü demeliydim?) şahikalarında dolaşma örnekleri… Erdoğan şimdi muhalefette olsaydı meydanlarda şuna benzer şeyler söylüyor olacaktı: “Gazze’de Filistinli çocuklar bir lokma ekmek bulamazken, siz neden İsrail’e gemilerinizle gıda dahil her türlü malzemeyi gönderiyorsunuz? Bu millet hiç bir zaman bu kadar küçük düşürülmemişti. Soruyoruz size niye böyle yapıyorsunuz? Parası için mi?! Bu millet o üç kuruşa muhtaç mıdır? Devleti neden bu durumlara düşürdünüz, faiz lobilerine teslim ettiniz? Yoksa İsrail’den mi korkuyorsunuz. Korkmayın arkanızda bu büyük millet var. Gücünü milletinden alan İsrail’den korkmaz. Bunu bilin! Bu utanca derhal son verin!”

Erdoğan’ın dış politikada U dönüşü (tükürdüğünü yalama) “ustası” olduğunu henüz bilmediğimiz dönemlerdi, haliyle söylediklerini haddinden fazla ciddiye alıyorduk, Mavi Marmara hadisesi sonrasında sanki Kudüs’e sefere çıkılacakmış tonunda yaptığı ateşli konuşmalara ve bilahare Arap Baharı sırasında izlediği şahince politikaya bakıp “Hem İsrail’e hem Ortadoğu’da kurulu Arap rejimlerine savaş açıyorsunuz, ne yaptığınızın farkında mısınız?” dediğimizde “Osmanlı diriliyor, Erdoğan da sultan olacak, halklar bizi tutuyor” gibi laflar ediyorlardı. Türkiye’ye bu boş hayalle on yıl kaybettirdikten sonra şimdi İsrail’le, Mısır’la, Suudilerle neden arayı düzeltmek lazım, onu anlatıyorlar.


 

p.s. Prof. Marcou’nun “Türkiye ve İsrail: Müphem Bir İlişkinin Sürekliliği” başlıklı makalesi, Orient XXI adlı Ortadoğu ve İslam dünyasına odaklanan, kurucusu Le Monde Diplomatique’in eski editörü Alain Gresh olan sitede yayınlandı.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com