Erdoğan “bileğinin hakkıyla” mı kazandı?

Hem iktidar hem de muhalefet için herşeyin bugüne kadar olduğu gibi devam etmesini sağlayacak bir seçim sonucu bulunmuyor. Rejimin muhalefeti çökünce, iktidarın büyük bir meşruiyet krizine düşeceğine şahit olacağız ve herkes bu rejimi ayakta tutan temel rükûnlardan birinin mevcut muhalefet olduğunu gayet iyi anlayacak...

ÖMER MURAT 16 Mayıs 2023 HABER ANALİZ

Haklı çıkmanın insanı üzüntüye sevkettiği anlar enderdir, 14 Mayıs gecesi benim açımdan bu duyguyla boğuşmakla geçti. Muhalefet, güdümlü yapısı nedeniyle “dip dalganın” üzerinde yükselemedi. Halkın onları mevcut iktidarın gerçek bir alternatifi olarak görmediği artık iyice ortaya çıktı.

Bununla birlikte Erdoğan’ın seçimi büyük oy farkıyla ilk turda “fiilen” kazandığı hikayesine şüpheyle yaklaşmamızı gerektiren hususlar da var. AKP lideri gerçekten “bileğinin hakkıyla” açık ara önde kazanmış olsaydı, seçim akşamını önceden açıklandığı gibi İstanbul’da geçirmek yerine birdenbire programını değiştirip Ankara’ya gitme lüzumunu duymaz, Anadolu Ajansı o akşam seçim yayınını Erdoğan’ı yüzde 60’larda göstererek başlatmaya gerek görmez, muhalefetin önde olduğu sandıklarda AKP’li üyeler sayımları on küsur kez tekrarlatarak süreci uzatmaz, daha önce gayriresmi sonuçları gece 12’de açıklayacağını duyuran YSK’ya veri girişlerinin tamamlanması ertesi günü öğle saatlerini bulmazdı. Mansur Yavaş seçim akşamı yaptığı ilk bilgilendirmelerden birinde “Simülasyonlarımıza göre ilk turda yüzde 50’nin az üzerinde seçimi kazanıyoruz” dedi. Sonraki bilgilendirmede ise İmamoğlu oy oranlarının yüzde 49 civarında olduğunu söyledi. Neticede yüzde 45’i zor buldular. Bu kadar büyük bir sapmanın nasıl yaşanmış olabileceğine dair de sonradan bir açıklama getirmediler. Bu listeyi daha da uzatabiliriz.

O gece neler yaşandığını, Erdoğan’ın seçim kazanma formülünün nasıl işlediğini anlatabilmek için hikayeyi biraz daha önceden başlatmamız gerekiyor: AKP lideri karşısında aday olarak Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını istediğini çok belli etmiş, daha popüler bir aday olan İmamoğlu’nun önünü kesmek için mahkemeleri kullanmış, CHP lideri de bu hamlelere tam da Erdoğan’ın beklediği tepkileri vermişti. 11 yıldır Erdoğan karşısında girdiği her seçimi kaybeden Kılıçdaroğlu, muhafazakâr sağın kimliksel olarak kendi karşıtı gördüğü bir partinin genel başkanıydı. Erdoğan’dan ne kadar bıkmış olurlarsa olsunlar, ekonomik kriz canlarını ne kadar sıkıyor olursa olsun, gayrimemnun muhafazakâr oyların Kılıçdaroğlu gibi bir şahsiyete meyletmesi imkansız kadar zordu. Hele bir de buna Erdoğan’ın medyanın yüzde 90’ını kontrol ettiği, muhalif (görünümlü) medyaya da ancak kendi çizdiği sınırlar dahilinde yayın yapması, söylemler yürütmesi, rejiminin yumuşak karınlarına zinhar dokunmaması halinde faaliyet göstermesine izin verdiği hatıra getirildiğinde, muhafazakâr cenahtaki kararsız oyların Kılıçdaroğlu’na kaymasını beklemenin gerçekçi hiçbir tarafı yoktu. Nitekim seçim öncesinde benim de ayrıntılarını paylaştığım tarafsız kamuoyu araştırmalarına göre, Kılıçdaroğlu yüzde 13’lere kadar varan kararsız oyları çekmeyi başaramamıştı. Muhafazakârların yaşam biçimi giderek daha fazla sekülerleşiyordu ama politik görüşleri de Erdoğan rejiminin propagandaları sayesinde daha da aşırı sağa kayıyordu. Muhalif cenahta bu basit gerçek ısrarla görülmek istenmedi.

Erdoğan seçim kanununda yaptığı değişikliklerle CHP’nin desteğini almadan muhafazakâr sağdan güçlü bir adayın karşısına çıkabilmesini zorlaştırmıştı. Bu nedenle seçimin kilidi CHP’nin belirleyeceği karşı aday olacaktı. Millet İttifakı’ının tek amacının, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını sağlamak, böylece güçlü bir merkez sağ adayın çıkmasını engellemek olduğu bugün çok daha açık bir şekilde anlaşılabiliyor. Hatırlarsanız, Kılıçdaroğlu’nun sağ kolu, tam seçim sathı mailine girilmişken, Millet İttifakı’nın kurulmasının asıl nedeninin CHP liderini ortak aday olarak belirlemek olduğunu, ne hikmetse Hande Fırat’a verdiği beyanatla ilan etmişti. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleştiğinde şöyle yazmıştım: “Erdoğan karşısında aday olarak Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını istiyordu ve istediği oldu. Muhalif cenah, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istediği tespitine genel olarak katılmakla birlikte AKP liderinin kendisine aşırı güvendiği için hata yaptığını iddia ediyor. Onlara göre, Kılıçdaroğlu Kürt oylarını alacak olması sayesinde Erdoğan’ı yenebilecek bir aday. Hatta İmamoğlu’nu görmezden gelirseniz tek aday. Bu görüş, seçim konusunda 4-5 anket şirketinin verilerine göre strateji belirlediğini bildiğimiz AKP liderinin kurnazlığını oldukça hafife alıyor ve seçim kazanma uzmanı Erdoğan’ın yıllar sonra ilk kez “vahim” bir hata yaptığına inanmamızı bekliyor.”

Vahim hatayı yapan tarafın kim olduğunu artık herkes gördü ama, bade harab ül Basra (iş işten geçtikten sonra)… Seçim öncesi dönemde Erdoğan’la ulusalcılar arasındaki ittifakın bozulduğunu gösteren bir işaret yoktu. Ulusalcıların CHP yönetiminde ne denli güçlü oldukları hesaba katıldığında herşeyin Erdoğan’ın planladığı doğrultuda gerçekleşiyor olduğundan şüphe etmeyi gerektirecek bir neden göremiyordum. Özetle, Erdoğan “Karşıma tek aday olarak Kılıçdaroğlu’nu çıkartın, bu iş huzur içinde çözülsün” dedi. Onlar da dediğini yaptılar…

2017 ve 2018 seçimlerine ilişkin bazı akademik çalışmalar Erdoğan’ın seçimlerde yaklaşık yüzde 2-3 seviyesinde rahatlıkla hile yapabildiğini göstermektedir. O günden bugüne, iktidarın gerek YSK’da gerekse devletin diğer kurumları üzerindeki hakimiyeti daha da arttığından bu oranı biraz daha yükseltmiş olması tahmine müsaittir. Fakat bu oranın üzerine çıkacak hileler için zecrî tedbirler alması gerekecekti ki, İçişleri Bakanlığı’nın bazı çalışmaları Erdoğan’ın bunun için de hazırlıklı olduğunu gösteriyordu. (AKP lideri seçim sözkonusu olduğunda hiçbir zaman işlerini şansa bırakmaz!) Kamuoyu araştırma şirketlerinin raporlarının gösterdiği bir husus Erdoğan’ın yüzde 45’in üzerine çıkmakta zorlandığıydı. Ama zaten o orana ulaştığı vakit AKP lideri gerisini kendisi “halledebilecek” imkan ve kabiliyetlere sahipti.

Erdoğan için seçim sürecinin “demokratik görünümlü” olması, özellikle Batı nezdinde kendisini popüler bir siyasetçi olarak takdim edebilmek için hayatî önemdeydi. Bunu 15 Aralık 2022 tarihli yazımda şöyle anlatmıştım: “Russell Crowe’un başrolünü oynadığı Gladyatör adlı filmde İmparator, Kolezyum’da karşısına çıkacak gladyatörü önceden arkadan bıçaklatıp öyle meydana sürdürür. Çünkü halkına meşhur bir gladyatörü kendi gücü ve becerisiyle yendiği havası vermek ister, öyle bir galibiyetin ona getireceği itibara, alkışa ihtiyaç duyar. İşte Erdoğan da aynen buna benzer bir seçim zaferi peşindedir. … Despotluklarıyla meşhur Roma imparatorları kendilerine rakip gördükleri senatörleri kolezyumlarda katlettirip muhaliflerin gözlerini korkutmaya çalışırlardı. Fakat böyle bir eylem, zalim bir hükümdar görüntüsü verdiği için genellikle popülerliklerinin düşmesine de yol açardı. Bugün Erdoğan’ın da rakiplerini mahkemeleri kullanarak siyaset dışına itme, oyun dışı bırakma gücü vardır, fakat bunu yapması halinde ortaya çıkacak görüntü onu endişelendirmektedir. Onun hedefi “arkalarından bıçaklanmış” halde karşısına çıkmalarına izin verdiği rakiplerini sanki adil bir müsabakada yere çalmış görüntüsü vermektir. Aksi takdirde Batılı başkentlerin “pozitif gündem” gibi laflarla Erdoğan’ın otokratlığına gözünü yarı kapatma imkan ve ihtimali de azalacaktır. Orta Doğu ve Orta Asya’daki otokratlardan herhangi bir farkı kalmayan Erdoğan’ın dünyada hukuk ve demokrasi endekslerinde artık diplere düşen Türkiye’den farklı olarak en üst sıralarda yer alan İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin NATO üyeliklerini veto etmeye cüret etmesi gibi tavırları Batı’da daha fazla sorgulanacak, bu ise Batı ile Erdoğan rejimi arasındaki ilişkileri daha da gerecektir. Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri böyle elinde sopayla kazanması Türkiye’nin başta NATO olmak üzere tüm Batılı kurumlardaki üyeliklerini tartışmaya açacaktır.”

Neticede muazzam propaganda gücü, devlet bütçesini seçim kampanyası için sonuna kadar seferber edebilmesi ve karşısında Kılıçdaroğlu gibi zayıf bir adayın çıkarılmasını sağlaması sayesinde “bileğinin hakkıyla” yüzde 45’lere ulaştığında Erdoğan için geri kalanını tamamlamak hiç de zor olmadı. Muhalefetin bir bölümü Erdoğan’la zaten örtülü bir ittifak içerisinde olduklarından tüm olan biteni “seyrederek” AKP liderinin işini kolaylaştırdı. Diğer bölümünün ise kendilerini yandaş anket firmalarının “10 puan” önde olduklarına dair dezenformasyonlarına fena halde kaptırmış oldukları için seçim gecesi hakikat karşısında “dumura” uğradıkları görüldü. Muhalefetin Erdoğan’ın o gece “aradaki farkı” kapatarak kendisini galip ilan etmesini engelleyebilecek hiçbir hazırlığı bulunmadığı tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı.

Erdoğan zaferini ilan etmeye hazırlanıyordu ama aylardır Kılıçdaroğlu’nun yüzde 90 seçimi kazanacağına inandırılmış muhalif kitlelerde yaşanacak hayal kırıklığının boyutları bunu gerçekleştirebilmesini engelledi. Anlayacağınız bugüne kadar hep muhalefet Erdoğan’ı kurtarıyordu, şimdi yeni bir durum yaşanıyor: Erdoğan’ın muhalefeti kurtarması gerekiyor, bu onun için yeni bir tecrübe…

14 Mayıs’ta hem iktidarı, hem de muhalefeti “kurtaracak” bir formülün bulunmadığını sık sık vurguluyordum. İşte seçim akşamı Erdoğan bu acı gerçekle yüzleşti. Erdoğan rejimi için kontrol edemediği bir muhalefet ölümcül bir etkide bulunacaktır. Rejimin “demokrasi tiyatrosunu” sürdürebilmesi için mevcut muhalefetin ayakta tutulması hayatî önemdedir. Kılıçdaroğlu’nun seçim yenilgisini o gece kabul etmesi halinde, kendisiyle birlikte tüm CHP yönetiminin de istifa etmesi gerekecek, CHP’nin ve geniş muhalif kitlelerin sonrasında ne yöne doğru savrulacağını kontrol edebilmek imkansızlaşacaktı. Diğer yandan, önceki yazımda vurguladığım gibi, Erdoğan için Kılıçdaroğlu’nun seçim yenilgisini kabul etmesi, seçim zaferinin demokratik olduğunu, kendisinin otokrat olmadığını dünyaya pazarlayabilmesi için gerekliydi. Kılıçdaroğlu o akşamki tavırlarıyla “Sen beni arenada aslanlara parçalatırsan, ben de dünyada pazarlayabileceğin gibi bir zafer kazanmana taş koyarım” dedi.

Görünüşe göre taraflar bu açmazı ertesi günü öğlene kadar yürüttükleri müzakereler sonucu şöyle bir formülle aşmaya çalıştılar: Manidar şekilde Erdoğan’ın oyları yüzde 49,5’te tutularak, fiilen seçimin galibi ilan edilmiş oldu. Diğer yandan muhalif kitlelerin bu acı gerçeği hazmedebilmesini, güdümlü muhalefetin muhalif kitleler üzerindeki kontrolünü kaybetmeden süreci atlatabilmesini sağlayabilmek üzere iki haftalık bir süre verildi. Erdoğan’ın muhalefeti tamamen çökertmeye cesaret edememesi, rejimin muhalefetine ne kadar muhtaç olduğunun açık göstergelerinden biridir.

Fakat hem iktidar hem de muhalefet için herşeyin bugüne kadar olduğu gibi devam etmesini sağlayacak bir seçim sonucu bulunmuyor. Rejimin muhalefeti çökünce, iktidarın büyük bir meşruiyet krizine düşeceğine şahit olacağız ve herkes bu rejimi ayakta tutan temel rükûnlardan birinin mevcut muhalefet olduğunu gayet iyi anlayacak… O anlamda 14 Mayıs bir dönüm noktasıdır.

Son olarak şunları eklemeliyim. İkinci turun yine bir tiyatro olarak gerçekleşmesini istemiyorsanız, yapmanız gereken şudur: İlk turda oyların çalındığına gerçekten inanıyorsanız, Kılıçdaroğlu’nun ortaya çıkıp bunu dünyaya duyurmasını talep edin. Yine ıslak imzalı tüm tutanakları herkesin erişeceği bir sisteme yüklemesini isteyin, onları YSK’daki bilgilerle karşılaştırın. Yoksa sosyal medyadaki “bağırtı çağırtının” hiç ama hiç bir faydası olmadığını iyi bilin. Madem seçimi muhalefet kazandı veya önde bitirdi, diyorsunuz, zaferinize sahip çıkın. Kılıçdaroğlu bizzat çıkıp da “14 Mayıs seçim sonuçları şaibelidir” demedikçe tüm dünya için sonuçlar muteberdir ve Erdoğan’ın kesin zaferine delalet eder. Bu durumda zaten ilk turda yüzde 49,5 almayı başarmış Erdoğan’ın ikinci turda kazanması gayet normal karşılanır. Aynı numaralarla yine sizi kandırmalarına izin vermeyin.

Kılıçdaroğlu’nun maalesef bunları yapacağını sanmıyorum. Hasılı kelam komadaki “Eski Türkiye” 14 Mayıs’ta öldü, cenazesi iki hafta sonra kaldırılacak…

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com