Yargıdaki çürüme ve ‘tencere dibin kara…’ günleri

AYM, Can Atalay kararında aynı konuların önüne gelmemesi gerektiğini ısrarla vurguluyor. Ne var ki AYM de AİHM içtihatlarını takip etmiyor. Yalçınkaya kararı gibi. Bu nedenle AİHM, ByLock ile ilgili 1000 başvuruyu AKP hükümetine bildirdi ve 'Boşuna kendinizi yormayın yine ihlal vereceğim' dedi.

SELAMİ ER 25 Aralık 2023 GÖRÜŞ

Normal bir ülkede yıllara sari hadiseler, Türkiye’de birkaç ay içerisinde kamuoyunun gündemine gelmekte ve çok hızlı bir şekilde tüketildikten sonra yeni gündemler insanları meşgul etmekte. Gündem olan hadiselerin yargı ile ilgili olumsuz haberler olması daha da kötü. Ne var ki muhalefeti ile sivil toplumuyla insanlar bunu kanıksamış durumdalar.

Sadece son birkaç ay içerisinde Can Atalay hakkında verdiği karar nedeniyle Yargıtay 3. Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın hakimler ve savcılar kuruluna ilettiği yargıda artık normalleşen ‘rüşvet iş takibi, aracılık ve usulsüzlük’ iddiaları, kurulan paravan şirketler üzerinden kara para aklanması ve GRECO raporu gibi yargının çürümüşlüğünü gösteren haberlere muhatap olduk.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay hakkında verdiği ihlal ve tahliye edilmesi gerektiği yönündeki kararı sonrasında, Meclis’e Can Atalay’ın miletvekilliğini düşürmediği için ayar veren, önünde dava konusu olmayan kişi ve olaylar hakkında yorum yapan, ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklinde hüküm cümlesi kuran ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir karara imza atmıştı.

Anayasa Mahkemesi bu hafta içinde tekrar Can Atalay’ın serbest bırakılması ve 100 bin TL tazminat ödenmesi şeklinde yeni bir kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Bakalım iki yüksek mahkeme arasında kalan Ağır Ceza Mahkemesi nasıl karar verecek.

Bu durum milletvekili dokunulmazlığı ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi ve derece mahkemeleri arasındaki ilk sürtüşme değil. Anayasa Mahkemesi Enis Berberoğlu’nun serbest bırakılması için de üç defa karar vermek durumunda kalmıştı. Çünkü daha önce verdiği iki karar mahkemelerce uygulanmamıştı. AYM, Berberoğlu hakkındaki üçüncü kararında Berberoğlu’nun durumundan çok Anayasa Mahkemesi kararlarının neden uygulanması gerektiğini, nasıl bağlayıcı olduğunu hukuk fakültesi öğrencilerine izah eder tarzda uzun açıklamlar yapmak zorunda kalmıştı. Bu aslına bakılırsa yargı sistemi için acınası bir durum. Zira Anayasa’nın 153. maddesi hükmü açık olarak Anayasa Mahkemesi kararlarının yargı organları dahil herkesi bağladığını hüküm altına almıştır ve ve bu hukukla az ilgisi olan herkes tarafından bilinen bir husustur. Bu kesinlikte bir Anayasa hükmünü bile görmezden gelen bir yüksek mahkemenin hukuka bağlı olduğu söylenebilir mi?

Anayasa Mahkemesi Can Atalay kararında kararlarının objektif etkisinden bahisle kararlarında tespit ettiği ilkelerin benzer ya da aynı durumdaki davalara uygulanması gerektiğini ve benzer ya da aynı konuların kendi önüne tekrar tekrar gelmemesi gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır. Ne var ki Anayasa Mahkemesi de kararlarına uymak zorunda olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarını istendiği gibi takip etmemekte ve AİHM kararlarının objektif etkisi konusunda gerekli tutumu takınmamaktadır. Örneğine 26 Eylül 2023 tarihinde AİHM tarafından yayınlanan Yüksel Yalçınkaya kararına rağmen bugüne kadar Anayasa Mahkemesi bu karara atıfla cemaat davalarında hak ihlali tespiti yapmamıştır. Bu açıdan bakıldığında durum ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ şeklinde formüle edilebilir. Nitekim Yalçınkaya kararının Türkiye’de uygulanmadığını gören AİHM, benzer nitelikteki (ByLock kullanımına dayalı davalar) 1000 başvuruyu Türk Hükümetine bildirdi, ancak bir savunma talep etmedi. Yani boşuna kendinizi yormayın aynı ihlal kararını vereceğim mesajını verdi.

Yargıda çürümenin önemli bir nedeni darbe girişiminden sonra 4.500’in üzerinde hakim savcının ihraç edilmesi ve yerlerine tamamen Parti teşkilatının referansıyla ve liyakat aranmadan yaklaşık 13.000 yeni hakim ve savcının istihdam edilmesi ile meydana geldi. Bu parti ideolojisine sıkı sıkıya bağlı, liyakatı olmayan ve hem de tecrübesiz yeni hakim savcıların gerçekten adalet dağıtmasını beklemek tabii ki hayal olacaktır.

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısının HSK’ya şikayet ettiği konu ise daha ciddi bir meseleye işaret ediyor. Meslektaşlarının bulaştıkları ve yargıda meydana gelen yozlaşmanın diğer hakim/savcılar açısından artık tahammül edilemez bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Yargıdaki yolsuzluk ve yozlaşma öyle bir boyuta ulaşmış ki bir mafya davasında (Sarallar) yargılanan kişi yargılama yapan mahkeme heyetinin yüzlerine karşı rüşvetçi olduklarını ve rüşvet aldıklarını açıkça söyleyebilmektedir.

Bir ülke düşün ki hükumetin yolsuzluklarını içeriden anlatan mafya liderleri (Sedat Peker ve Abdullah Yakup gibi) yargının çürümesinden, yargıdaki yolsuzluklardan ve hakimlerin adil karar vermediğinden şikayet etmektedir. Mafyanın yargıdaki yolsuzluktan, hakimlerin adil olmadığından şikayet ettiği bir ülkede kim adalete güvenir?

Artık kaçakçılık, terörle mücadele, uyuşturucu ve benzeri davalara bakan mahkeme ve savcılıklar ile kolluk birimleri çalışanlarının (hakim, savcı ve polis) bu davaları bir zenginleşme aracına dönüştürdükleri herkes tarafından bilinen bir gerçek haline gelmiştir. Bir zamanlar gümrük müdürlüklerinde sıradan hale gelen ‘rüşvetsiz iş yapmama’ artık adliyeler için geçerli  bir kural durumda.

Nitekim Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) Dördüncü Ara Dönem İnceleme Raporunda Türkiye’nin yolsuzlukla mücadelesi(!) yetersiz bulundu. GRECO ilk kez 2017 yılındaki uyum raporunda Türkiye‘nin uyum düzeyinin yetersiz olduğuna dair karar alarak uyum sağlamayan devletlerin denetim sürecine almıştı.

Türkiye hakkında o tarihten bu yana bir uyum raporu ve üç adet de ara dönem uyum raporu yayımlanmıştı. GRECO 5-9 Haziran 2023 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 94’üncü Genel Kurulu’nda bu kez dördüncü ara dönem raporunu kabul etti. Bu rapor Türkiye’nin kabulü üzerine 7 Aralık 2023 tarihinde GRECO sayfasında yayımlandı. Bu son raporunda GRECO, 16 Ekim 2015 tarihinde Türkiye’ye yöneltilen yirmi iki tavsiyeden sadece üçünün tatmin edici şekilde yerine geririldiği sonucuna vararak önceki ara dönem raporlarındaki tespitini yineleyerek, tavsiyelerin yerine getirilme düzeyinin GRECO Usul Kuralları’nın  yeni 31/3’üncü maddesi uyarınca ‘genel olarak yetersiz’ olduğuna karar verdi.

Türkiye’nin durumunda bir düzelme olmadığı görülünce bu son raporda GRECO Türkiye’ye bir heyet gönderilmesine karar verildi. Bunun da bir bir fayda sağlamayacağı sonucuna varılırsa bir kamuoyu açıklaması yapılacak. Normalde yolsuzlukların bir uluslararası organ tarafından tescili anlamına gelen böylesi bir açıklamayı hiçbir ülke görmek istemez. Zira bu rapor ve açıklamalar Avrupa Birliği, OECD, Dünya Bankası, IMF ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar tarafından dikkate alınmaktadır. Ancak Türkiye mevcut şartlarda yolsuzluklar konusunda geri dönülmez bir yola girmiş gibi görünüyor. Çünkü yolsuzluklar devletin en tepesinde normal kabul edilmiş ve bu kabul bütün tabana yayılmış durumda. İşin en acı tarafı bu durumun yargıda da artık normal kabul edilir hale gelmiş olmasıdır.

38 OECD ülkesi arasında yargıya güven sıralamasında Türkiye 36’ncı sırada yer alıyor. Türkiye’de insanların yüzde 15’i yargının bağımsız olduğunu düşünürken, yargıya güvenenlerin oranı sadece yüzde 18. Birçok araştırma yargıya güven oranının 2007-2008 yıllarında %60 ve hatta %70’in üzerinde olduğunu, 2012 yılından sonra hızla eridiğini göstermektedir.

Yolsuzlukların adliyeler dahil sıradanlaştığı, yargıya güvenin olmadığı, uyuşmazlıklarda rüşvetsiz haklı çıkamayacağınız, belirsizliğin hakim olduğu bir ülkede yatırım yapılması rasyonel olmayacağından ülke sürekli sermaye arar durumda. Dolayısıyla ekonominin bozulmasının, üretimin ve yatırımların azalmasının temel nedeni de adalette ve hukuktaki bu çürümedir. Hukukta bir düzelme olmadan başka alanlarda bir düzelme olması da beklenmemelidir.