Bu satırların yazıldığı sırada… AYM hala etkin bir iç hukuk yolu mu?

Sosyal medyaya düşen bir habere göre bir iş mahkemesi ‘AYM kararına uyup uymayacağını' duruşmada değerlendirme kararı vermiş. Bu, gidişatın iyi olmadığının açık sinyali. Yalçınkaya kararı kapsamında mahkum olmuş kişilere AYM’ye gitmelerini, aynı zamanda AİHM’e de başvurmalarını tavsiye edebiliriz.

SELAMİ ER 22 Ocak 2024 GÖRÜŞ

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Can Atalay kararının ilk derece mahkemesi tarafından uygulanmaması ve üstüne Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin söz konusu AYM kararının uygulanmamasına ve Atalay lehine karar veren AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasına yönelik kararı AYM’nin etkin bir iç hukuk yolu olup olmadığı sorusunu daha görünür ve geçerli bir hale getirdi. Esasen Anayasa Mahkemeleri için etkin iç hukuk yolu tartışması bireysel başvuru mekanizmaları üzerinden yürütülmektedir. Zira kanunların anayasaya uygunluğu denetimi birey tarafından doğrudan talep edilemediğinden herkesin ulaşabileceği bir kanun yolu değildir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Anayasa Mahkemesi’ni etkin bir hiç hukuk yolu olarak tanıdığı ilk kararı Hasan Uzun / Türkiye kararıdır. Kararda AİHM, kimlerin nerelerden başvuru yapabileceğini, başvuru süresini, başvuru harcının miktarını inceleyerek sistemin erişilebilir olduğuna; mahkemenin organizasyon yapısı ve yargılama usulleri ile bireysel başvurunun kapsamını inceleyerek şikayetlere cevap vermek için yeterli bir kapasiteye sahip olduğuna; yeniden yargılama ve tazminata karar verme yetkisi nedeniyle de insan hakkı ihlali şikayetleri için yeterli bir çözüm sağlama kapasitesi olduğuna; kararlarının bağlayıcı olduğuna, bunun Anayasa tarafından güvence altına aldığına ve ayrıca daha önce koalisyon ortağı olan bir siyasi parti (Refah Partisi) hakkında verdiği kapatma kararının bile uygulandığına vurgu yapmıştı.[1]

Tam da Erdoğan’ın ‘nereden nereye…’ repliğine uyan bir durum. Bir AKP taraftarının dediği gibi, önceden kapısında sıra bekledikleri doktorları dövebildikleri bir Türkiye’de, önceden İktidar ortağı hakkında verilen kapatma kararına bile uyulan Anayasa Mahkemesi’nin, şimdilerde yeniden yargılanma ve tahliye amaçlı hak ihlali kararına uyulmaması ve üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması çok da garip olmasa gerek! Geçmişte idari organların, idare mahkemesi kararlarına uymamak için dolaylı yollar denedikleri olurdu, ancak ilk derece mahkemesi kararlarına dahi açıkça karşı çıkıldığına rastlanmazdı ve başka problemleri olmakla beraber bu anlamda Türk yargısı sorunlu kabul edilmezdi.

Tabi bugünlere bir iki gün içinde gelinmedi. 2016 yılında Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar lehine verdiği karar için Erdoğan ‘Verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum’ demişti. Bundan cesaret almış olsa gerek, 2020 yılında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin Enis Berberoğlu hakkındaki ihlal kararını yerindelik denetimi olarak niteleyerek yeniden yargılama yapılmasına gerek yok demişti. Atalay gibi Berberoğlu hakkında da AYM üç farklı karar vererek kararlarına uyulmasını istedi. Tabi eski bir mahkeme raportörü olarak kendi üye ve raportörlerini fişleyerek meslekten ihraç eden ve haklarında hiçbir delil olmadığı halde haksız tutukluluğa karşı bireysel başvurularını kabul edilemez bulan AYM’nin bu aşamaya gelinmesinde çok büyük bir payı olduğunu da ifade etmeden geçemeyeceğim.

Etkin bir iç hukuk yolunun erişilebilir olması, şikayetlere cevap verecek kapasitesinin olması ve şikayetleri telafi edecek çözüm sağlayabilmesi gerekir. Kararlarına uyulmayan bir mahkemenin şikayetlere çözüm sağladığı ve etkin hukuk yolu olduğundan tabii ki bahsedilemez. Dolayısıyla Can Atalay halen tutuklu olduğundan ve gerek İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve gerekse Yargıtay 3. Ceza Dairesi AYM kararını uygulamadığından onun başvurusu özelinde artık AYM’nin etkin bir iç hukuk yolu olmadığı açıktır. Ancak bu problem son gelişmelere rağmen hala daha az sorunlu ve milletvekili dokunulmazlığı gibi spesifik alanlara mahsus bir problem.

Bununla birlikte bu satırların yazıldığı sırada sosyal medyaya düşen bir haberde bir iş mahkemesinin ‘Anayasa Mahkemesinin kararına uyulup uyulmayacağının duruşmada değerlendirileceği’ şeklindeki ara kararı gidişatın iyi olmadığının açık sinyali.

Meselenin diğer yönü ise AYM’nin AİHM kararlarına uygun karar verip vermediği ile ilgilidir. Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasına göre usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler kanunların üstünde kabul edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bu sözleşmelerden biridir, Türkiye AİHM’nin yargı yetkisini tanımıştır ve sözleşmeyi yorumlama yetkisi de AİHM’ne aittir. AİHM’ne göre etkin iç hukuk yolunun hem teoride hem de pratikte etkin olması, yani başvuranların şikâyetlerini telafi edebilecek makul başarı şansının pratikte de işlediğinin somut uygulama örnekleriyle ortaya konulması gerekir.[2]

Etkin iç hukuk yolu meselesi mahkemelerin bağımsız ve tarafsızlığıyla da ilgili bir konudur. Son 10 yıl içerisinde Türkiye’de yargıda yapılan değişiklikler ve yargıya müdahaleler artık mahkemelerin bağımsızlık ve özellikle tarafsızlık vasıflarını ortadan kaldırmış durumdadır. 2014 yılında yapılan HSYK seçimleri sonunda iktidarla işbirliği yapan Yargıda Birlik üyeleri seçimi kazanınca binlerce hakim ve savcının yerleri değiştirilmiş, kanunla HSYK’nın tüm çalışanları görevden alınarak yerlerine atamalar yapılmış ve Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayıları arttırılarak hükümetle uyum içerisinde çalışacak üyelerin çoğunluğa ulaşması sağlanmıştı. 2016 yılının Haziran ayında ise sakıncalı görülen tüm Yargıtay ve Danıştay üyeleri kanunla görevden alınarak yerlerine atamalar yapıldı. Darbe girişimi sonrasında ise sakıncalı görülen 4500 civarında hakim ve savcı meslekten ihraç edilerek yerlerine AKP-MHP teşkilatlarının referansı ile bugüne kadar 12 bin civarında hakim ve savcı istihdam edilerek yargı tamamen iktidara bağımlı hale getirildi. Bu da yeterli görülmedi ki, 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği sonrası HSK üyeleri yeniden atandı ve yüksek yargı tekrar dizayn edildi. Dolayısı ile bugün derece mahkemelerinden hükumeti rahatsız edecek bir kararın verilme ihtimali bulunmuyor.

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili temel sorun, mahkemelerin (Anayasa Mahkemesi dahil) iktidarın muhalif kesimler hakkındaki retoriğini diğer kamu kurumları ve siyasi partiler gibi kabul etmiş olmalardır. Örneğin Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı yapılan gösterileri iktidar hükümeti cebir ve şiddet kullanarak yıkmaya teşebbüs olarak, kendisine muhalif olan ve diğer cemaatler gibi biat etmeyen Gülen cemaatini terör örgütü olarak ve kendi istediği çizgide muhalefet yapmayan başta Demirtaş olmak üzere HDP’li siyasetçileri de ülkenin bölünmez bütünlüğü için tehlike olarak tanımlamış ve bu tanımlamalar Türk yargısı (Anayasa Mahkemesi dahil) tarafından da olduğu gibi kabul edilmişti. İktidarın kırmızı çizgilerine temas eden bu konularda pratikte hak ihlallerini telafi eden ve AİHM içtihatlarına uygun karar örnekleri göstermek neredeyse mümkün değildir.

Örneğin Demirtaş ve Kavala hakkındaki ısrarlı AİHM kararlarına rağmen Anayasa Mahkemesi farklı yönde karar vermiştir. Binlerce başvurucuyu ilgilendiren konularda da AYM, AİHM ile çelişmekten çekinmemektedir. AİHM, Alparslan Altan ve Hakan Baş ile devam eden çok sayıda kararıyla hakim ve savcılar hakkında delil olmadan ve özel usule uyulmadan yapılan tutuklamalar nedeniyle ihlal kararı verdiği halde AYM, daha sonraki bir tarihte incelediği Yıldırım Turan başvurusunda kendisinin ve derece mahkemelerin Türk hukukunu yorumlarken AİHM’den daha iyi konumda olduğunu söyleyerek başvuruyu kabul edilmez bulmuş ve yanlış içtihadını sürdürmüştür.[3] Yargıtay ve Ağır Ceza mahkemelerinin de AYM kararına uymama gerekçeleri arasında benzer ifadeler zikretmeleri ise kaderin manidar bir cilvesi olsa gerek. Bunun yanında, Bylock’un tutuklama için makul şüphe oluşturmadığına ilişkin AİHM’nin Akgün/Türkiye kararına rağmen AYM, içtihadını yine değiştirmemiştir. Son olarak yaklaşık 4 ay kadar önce AİHM’nin verdiği Yalçınkaya/Türkiye kararına rağmen ve bu kararda sorunun yapısal olduğu ve onbinlerce insanı ilgilendirdiği açıkça ifade edildiği halde AYM, bugüne kadar Gülen cemaatine yönelik davalarda buna paralel olarak ve/veya bu karara atıfla bir ihlal kararı vermiş de değildir.

AYM’nin Gülen cemaatine yönelik davalarda verdiği tek tük ihlal kararının da gerekçeleri AİHM kararlarından tamamen farklıdır. Örneğin Yalçınkaya kararında AİHM Bank Asya’ya para yatırılmasının terör örgütü üyeliğine delil sayılmasını adil yargılanma hakkının ihlal nedeni olarak kabul ederken, AYM ihlal ile sonuçlandırıldığı bir kararında[4] Bank Asya’ya 2014 yılında para yatıran kişinin parayı normal bankacılık işlemleri için mi yoksa Gülen’in talimatı doğrultusunda Bankayı desteklemek için mi yatırdığı konusunda yeterince araştırma yapılmadığı ve gerekçelendirilmediği için ihlal ile sonuçlandırmıştır. Dolayısıyla AYM, hukuken meşru eylemlerin suç sayılmasını, suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmamasını sorun olarak görmemekte, sadece kişinin cemaat ile irtibatı olup olmadığına odaklanmakta ve bu irtibatı gösterdiği düşünülen hususları terör örgütü üyeliği için kâfi görmektedir.

Nihai tahlilde verdiği birçok konudaki ihlal kararları ve başvuru sayıları karşılaştırıldığında AYM’nin bir bütün olarak etkin iç hukuk yolu olmadığını söyleyemeyiz. Ancak belli kişiler ve gruplar ile belli başvuru konularında Anayasa Mahkemesi’nin istisnalar hariç derece mahkemelerinden farklı bir yorumu olmadığını ve rahatlıkla AİHM kararlarıyla çelişebildiğini, dolayısıyla bu kişiler ve konular bağlamında etkin bir iç hukuk yolu olmadığını söyleyebiliriz.

Bununla birlikte AİHM, henüz bu konuda net bir karar ortaya koymadığından örneğin Yalçınkaya kararı kapsamındaki suçlamalarla mahkum olmuş kişilere haklarındaki kararlar kesinleştikten sonra hak kaybına uğramamak için AYM’yi atlamamalarını, ancak AYM kararını beklemeden açıklanan hususlara dayanarak aynı zamanda AİHM’e de başvurmalarını tavsiye edebiliriz. Nitekim Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Mukaddes Alakuş[5] ve Mümine Açıkkollu kararlarında başvurucuların durumu göz önünde bulundurularak AYM’ye yapılacak bir başvurunun etkili olacağının pratikte gösterilmediğine karar vermiştir. Karalarda ayrıca AYM kararlarına derece mahkemelerince uyulmamasına da işaret edilmiştir. Bununla birlikte AİHM’nin henüz bu yönde bir kararı bulunmamaktadır ve bu konuda AİHM daha muhafazakar davranmaktadır. Ancak AYM, AİHM kararları ile çelişmeye ısrar ederse, bunun da gelecekte vuku bulması ihtimal dahilindedir.

 

[1]Bkz. AİHM, Hasan Uzun/Türkiye, https://hudoc.echr.coe.int/#{%22tabview%22:[%22document%22],%22itemid%22:[%22001-119849%22]}

[2] AİHM, Sejdovic/İtalya [BD], §46; Paksas/Litvanya [BD], §75; ayrıca bk. S.A.S./Fransa [BD], § 61, (Sejdovic/İtalya https://www.echr.coe.int/documents/d/echr/admissibility_guide_tur

[3] AYM, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/10536

[4]AYM, Bekir Savcı ve Diğerleri, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/24370

[5]BM İHK, https://yasambellekozgurluk.org/wp-content/uploads/2023/09/TR.BM-Mukadder-ALAKUS-CCPR-C-135-D-3736-2020-karar.pdf