Alman dış politikası tarihi bir dönüm noktasında: Berlin yeniden doğuyor

Putin’in Ukrayna’ya saldırısı sonrası, Rusya’ya (ve ileride belki Çin’e) karşı kıtanın liberal demokratik değerlerini askeri güç kullanarak savunmaya hazırlanan “Altıncı Almanya’nın” doğuşuna şahitlik ediyoruz.

ÖMER MURAT 15 Nisan 2022 HABER ANALİZ

Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier Polonya ve üç Baltık ülkesinin devlet başkanlarıyla birlikte bu hafta Kiev’e gitmeyi planlıyordu, bu amaçla ziyaretinin ilk durağı Varşova’ya uğramıştı. Orada beklenmedik bir gelişme yaşandı, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’nin kendisini Kiev’de istemediği bilgisi geldi. Steinmeier uğradığı hakaretten dolayı yaşadığı hayal kırıklığını saklayamadığı bir yüz ifadesiyle bu gelişmeyi gazetecilere bizzat açıklamak zorunda kaldı.

Zelensky’nin Almanya gibi en fazla desteğine ihtiyaç duyduğu Avrupa’nın en güçlü ülkesinin devlet başkanına yönelik bu tavrının yanlış olduğuna kuşku yok… Nitekim Almanya’daki tüm siyasi partiler bunu bir hakaret olarak gördüklerini, doğru bulmadıklarını söylediler. Polonya ve Baltık ülkelerinin devlet başkanlarının bu gelişmeye rağmen Kiev ziyaretlerini ertelememeleri de dikkat çekicidir.

Böylece Almanya’nın Rusya’ya yönelik Ukrayna’ya saldırısına kadar sürdürdüğü siyasete karşı Doğu Avrupa’da biriken tepki tüm çıplaklığıyla açığa çıkmış oldu. Her ne kadar Steinmeier Rusya’ya yönelik yumuşak tutumu ve Moskova’ya yakın duruşu nedeniyle Kiev tarafından hedef alınmış gözükse de Almanya’nın son otuz yıldır yürüttüğü Rusya siyasetinin tek sorumlusu olarak Steinmeier’ı göstermek haksızlıktır. Ekonomik olarak karşılıklı bağımlı hale gelmek suretiyle Rusya ile çatışmanın önlenebileceğine dair Alman siyaseti ülkeyi son otuz yıldır idare eden tüm hükümetlerce paylaşılmaktaydı.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier

Riga’daki görevim sırasında üst düzey bir Leton yetkili özel bir yemekte şöyle söylemişti: “Eğer ABD buradan çekilirse işimiz biter. Rusya döner, Almanya seyreder.” Leton yetkilinin bunları söylediği sıralarda iki ülke arasında Almanya’nın Letonya’ya pek çok alanda yardım etmesini öngören oldukça kapsamlı bir işbirliği anlaşması imzalanmıştı. Daha o anlaşmanın mürekkebi kurumamıştı ama anlaşılan bu, Leton yetkilinin Berlin’e temel bakışını değiştirmemişti. Peki neden?

Almanya’nın Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya’ya yönelik siyaseti, Doğu Avrupa ülkelerine Molotov-Ribbentrop Paktı olarak bilinen, Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği arasında 1939’da imzalanan, Polonya ve Baltıkları aralarında paylaştıkları anlaşmayı hatırlatıyordu. Onlara göre bu kez ortada bir toprak paylaşımı yoktu, Almanya büyük endüstrisi için ihtiyaç duyduğu ucuz doğal gazı Baltık Denizi’nden çektiği boru hatları aracılığıyla Rusya’dan doğrudan alma karşılığında, Putin’in Doğu Avrupa’da Rus etkinliğini yeniden yayma çabalarını görmezden geliyordu.

Esasen Berlin’in Rusya siyasetinin perde gerisinde bu tür bir “paylaşımın” yattığını gösteren inandırıcı emarelerin olduğundan bahsetmek zordur. Fakat Almanya Rusya’ya yönelik ciddi bir hesap hatası yaptı ve şimdi bunun muazzam sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda kalıyor. Nitekim Şansölye Scholz Putin’in Ukrayna’ya saldırısının hemen sonrası Bundestag’da yaptığı konuşmada içine düştükleri durumu “tarihi bir dönüm noktası” (Zeitwende) olarak nitelendirdi.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası parlamentoda (Bundestag) tarihi bir konuşma yaptı.

Otuz yıl kadar önce Almanya, Rusya’yı Avrupa’yla çatışmaktan vazgeçireceğine inandığı bir politikayı yürürlüğe koydu. “Wandel durch Handel” (ticaret yoluyla değişim) adı verilen bu siyaset çerçevesinde Rusya yoğun ekonomik ilişkilerle Avrupa’ya entegre edilecekti. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaşın tatsız hatıraları taze olduğundan hedef Rusya’yla herkesin zararına olan o türlü agresif, çatışmacı bir ilişkiye düşülmemesiydi. Rusya bu şekilde Avrupa’nın dışında tutulmayacak, içeri alınarak cepheleşme önlenecekti.

Bu çerçevede Almanya Baltık Denizi üzerinden Rusya’dan doğrudan doğal gaz satın almak maksadıyla 1997’den itibaren Kuzey Akım adı verilen boru hattı fikri üzerinde durmaya başladı. Bu hat hem Almanya’nın doğal gazı daha ucuza almasını sağlarken, hem de Doğu Avrupa’dan geçen boru hatlarını belli ölçüde işlevsiz hale getirerek Rusya’nın bölgeye yönelik emellerini dizginleyici etkide bulunacaktı. Almanya ve Rusya birbirlerine ekonomik olarak karşılıklı bağımlı hale geldikçe çatışmanın bedeli iki taraf için de çok yükselecek, böylece kıtaya barış ve refah gelecekti. Sosyal Demokrat Şansölye Gerhard Schroeder Kuzey Akım’ın hararetli savunucuları arasındaydı, ondan sonra gelen Hristiyan Demokrat Angela Merkel de projeyi destekledi.

1999’da başbakan olan Putin uzun yıllar Almanya’da görev yapmış eski bir KGB ajanı olarak akıcı düzeyde Almanca konuşuyordu. Merkel de komünist döneminde Doğu Almanya da yetiştiği için iyi derece Rusya biliyordu. Putin göreve geldiği yıllarda demokrasiye ve Avrupa değerlerine saygılı bir görüntü çizmeye önem veriyordu. Daha başbakanlığı bir yılını doldurmuşken Bundestag’da kendisine konuşma yapma imkanı verildi ve Putin o konuşmada “demokratik hak ve özgürlüklerin Rus iç politikasının temel hedefi olduğu” gibi laflar etti. Bu ortamda Alman eliti Rusya’ya yönelik siyasetlerinin ahlaken ve stratejik olarak yanlış bir tarafı olmadığı duygusunu taşıyordu.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile önceki Almanya Başbakanı Angela Merkel Kremlin’deki son görüşmeleri sırasında… Putin konuğunu bir buket çiçekle karşılamıştı.

Böylece 1,222 km’lik Kuzey Akım hattı 2011’de tamamlanarak faaliyete geçti. O yıl Japonya’da yaşanan Fukuşima nükleer felaketi Merkel’in ülkedeki nükleer santrallerin tamamen kapatılması kararı almasına da yol açtı. Almanya elektrik üretiminin dörtte birini nükleer santrallerden karşılıyordu. Tabiatıyla böylece Rus doğal gazına bağımlılık daha da arttı. Bugün Almanya ithal ettiği gazın yarısını yılda 60 milyar metreküp gaz taşıyan Kuzey Akım hattından alıyor. Yani ihracat şampiyonu Alman endüstrisinin enerjisinin önemli bölümü buradan geliyor. Bu nedenle Kuzey Akım, Almanya’nın Rusya’ya gaz alanında bağımlılığının bir sembolü olarak görülüyor.

Alman eliti Rusya’ya yönelik siyasetinin başarılı olacağına kendisini o kadar inandırmıştı ki, Putin 2014’de Kırım’ı ilhak ettiğinde ciddi bir sarsıntı yaşamalarına rağmen Rusya’yı dizginleyebilmek için bu stratejiyi sürdürmekte ısrar ettiler. Almanya bir yandan Rusya’ya yönelik AB yaptırımlarına öncülük ederken, diğer yandan 2015’den itibaren Kuzey Akım’ın kapasitesini genişletmek için mevcut hatta paralel ikinci bir boru hattının projesini başlattı ve Kuzey Akım 2 denilen bu hat geçen yıl tamamlandı. (İşler hale gelmek üzereyken Putin’in Ukrayna’ya saldıracağı anlaşılınca Scholz hattın açılmasını süresiz erteledi.) Almanya’nın Rusya’ya yönelik bu ihtiyatlı ve yumuşak tutumu, özellikle ABD tarafından Rus enerjisine fazla bağımlı hale gelmesinin bir neticesi olarak görülüyor ve eleştiriliyordu. Doğu Avrupa ülkeleri de gelişmeleri bu şekilde okuyordu. Almanya ise Rusya’nın doğal gazı bir silah olarak kullanacağına inanmıyordu.

Kuzey Akım 2 boru hattı inşa edilirken…

Rus ekonomisi tamamen (doğal gaz, petrol, kömür gibi) doğal kaynakların satışından elde ettiği gelire dayanıyor. Rusya’nın en büyük müşterisi Avrupa ülkeleri… Almanya tüm enerji ihtiyacının yaklaşık dörtte birini Rusya’dan ithal ediyor: Kömür ithalatının yarısını, petrolün üçte birini ve hepsinden önemlisi doğal gazının yüzde 55’ini Rusya’dan alıyor. Almanya’nın bu çerçevede Rusya’ya yaptığı enerji ödemelerinin miktarı günlük 200 milyon euro’yu buluyor. Öyle olunca halihazırda Putin’in savaş makinesinin işlemesini sağlayan temel para kaynaklarından biri Almanya’dan gelmiş oluyor.

Fakat Almanya Rusya’dan enerji alımını bir anda kesemiyor, çünkü bunu yapması halinde GSMH’sinin yüzde 2 ila 6 arasında küçülebileceği tahmin ediliyor. Özellikle Rus doğal gazının öyle hemen ikame edilebilmesi, yerine başka kaynaklar bulunabilmesi pek mümkün değil. Rusya’dan gaz alımının hemen kesilmesinin Alman ekonomisi üzerinde felaket etkisinde bulunacağına dair Berlin’de kimsenin şüphesi yok… Böyle bir adım hane halkının gaz faturalarının aşırı yükselmesi, işsizliğin artması demek…

Evet, şu ana kadar Almanya’nın tahmin ettiği gibi Putin Avrupa’ya giden doğal gaz vanalarını kapatmadı, hatta böyle bir tehditte de bulunmadı. Çünkü bunu yapması halinde elindeki doğal gazı başka ülkelere satabilme imkanından mahrum olduğunu gayet iyi biliyor. Fakat Putin’in iyi bildiği başka bir şey daha var: Avrupa da Rusya’dan doğal gaz almayı kesemez. Böylece Rusya’yı Avrupa ekonomisine bağımlı hale getirmeyi hedefleyen strateji, Avrupa’yı da Rusya’ya bağımlı hale getirerek Putin gibi bir otokrata kullanmaktan kaçınmayacağı güçlü bir manivela vermiş oldu. Putin Almanya’nın kendini ayağından vurmayı göze almadan onu vuramayacağını biliyor.

Tüm bunlar Almanya’nın otuz yıldır sürdürdüğü siyasetin tamamen çökmüş olduğu anlamına geliyor. “Özgürlüğümüzü ve demokrasimizi korumak için ülkemizin güvenliğine çok daha fazla yatırım yapmamız gerektiği açıktır. Ya 19. yüzyıla büyük güçler siyasetine döneceğiz, ya da Putin gibi savaş kışkırtıcılarına set çekeceğiz” diyen Scholz savunma ve dış politikada köklü değişikliklere gideceklerini duyurdu. Otokratlar ekonomik bağımlılıktan, karşılıklı faydadan değil askeri güçten anlıyor, o alanda bir zayıflık hissettiklerinde kendi halklarına “kötü örnek oldukları” gerekçesiyle varlıklarını rejimlerine yönelik bir tehdit gördükleri liberal demokrasileri her şeye rağmen hedef almaktan kaçınmıyor. Artık Almanya’nın Rusya’nın Avrupa’ya saldırabileceği ihtimalini ciddiyetle dikkate alan bir strateji izlemesi kaçınılmaz.

Öncelikle çok daha güçlü bir ordu kuracak, bu maksatla ilk etapta 100 milyar euro kaynak ayrıldı. Almanya Federal Sivil Koruma ve Afet Yardım Ofisi, halkı “kişisel acil durum stratejilerini planlamaya” teşvik eden bir internet sitesi açtı. Sitede nükleer bir saldırı durumunda potasyum iyodürün nereden bulunabileceğine dair tavsiyelerin yanı sıra evde stoklanması gereken malzemeler hakkında bilgi veriliyor: Örneğin gıda maddeleri, kişi başına 20 litre şişelenmiş su, ilaçlar, sabun, mumlar, piller, radyolar ve bandajlar gibi.

Scholz’un Alman politikasında U-dönüşünü açıkladığı konuşması ana muhalefet partisi dahil parlamentoda ayakta alkışlandı. Hristiyan Muhafazakarların yeni lideri Friedrich Merz, Putin’e doğrudan hitap ederek “Yeter artık. Oyun bitti” dedi. Bu siyaset değişikliğinin Almanya’ya getireceği ağır maliyet için Maliye Bakanı Christian Lindner “özgürlüğün bedeli” yorumunu yaptı.

Rus ordusu tarafından Kiev yakınlarındaki Buça’da öldürülerek toplu mezarlara atılan kişilerin cesetleri, kimlik tespiti için Ukraynalı yetkililer tarafından çıkarılmaya devam ediliyor. Yakınlarından haber alamayan kişiler mezarların başında endişeli şekilde bekliyor.

Rusya’dan enerji alımının tamamen kesileceğini kimse gerçekçi bulmuyor ama Moskova’daki otokratın bunu kullanabilmesini engelleyecek şekilde her ne pahasına olursa olsun süreç içinde bağımlılık azaltılacak. Bu maksadla hemen iki LNG terminalinin inşasına başladı. İlk adım olarak kömür alımı yarıya, petrol alımı yüzde 35’den yüzde 20’ye düşürüldü. Almanya daha önce Ukrayna’ya kritik silah yardımında bulunmaktan kaçınıyordu, bu siyasetinde hemen değişikliğe gitti. Örneğin Slovakya’ya Patriot hava savunma sistemi gönderdi, böylece Slovakya’nın Ukrayna’ya S-300’leri gönderebilmesini sağladı. Alman halkının büyük bölümü daha önce Ukrayna’ya silah yardımında bulunmasına karşı iken, Putin’in saldırısı sonrası halkın çoğunluğu artık silah gönderilmesini desteklediğini belirtiyor. Alman halkının bu konulara yönelik gösterdiği değişim adeta bir şok yaşıyor olmasıyla ilişkilendiriliyor. Halkın yakın dönemde işlerin düzeleceğine yönelik umudu düşük…

1926 doğumlu Yahudi asıllı Alman tarihçisi Fritz Stern (ö. 2016) otobiyografik eserine “Şahit olduğum beş Almanya” adını vermişti. Bunlar Weimar Cumhuriyeti, Nazi Rejimi, Demokratik Batı ve Komünist Doğu Almanya ile 1990’dan sonra birleşik Almanya’ydı. “Beşinci Almanya” ekonomik açıdan dev, askeri açıdan cüceydi. Putin’in Ukrayna’ya saldırısı sonrası, Rusya’ya (ve ileride belki Çin’e) karşı kıtanın liberal demokratik değerlerini askeri güç kullanarak savunmaya hazırlanan “Altıncı Almanya’nın” doğuşuna şahitlik ediyoruz.

Alman dış politikasındaki bu köklü değişikliklerin Türkiye’de de etkisi hissedilecektir. O meseleyi ayrı bir yazıda ele alacağım.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com