Saray, yüksek yargıdaki başkanlık seçimlerine müdahale edemiyor mu?

AYM Başkanlığına seçilen Kadir Özkaya, birlikte çalıştığım ve yakinen tanıdığım bir isim ancak...Yargıtay başkanlık seçimlerinin aylarca devam etmesi ise eski bir gelenek. Bu durum yüksek yargı başkanlarının sarayın tek bir işareti ile belirlenmediğini gösteriyor olabilir mi?

SELAMİ ER 30 Mart 2024 GÖRÜŞ

Yüksek yargıda başkanlık seçimleri tüm hızıyla devam ediyor. 21 Mart’ta Anayasa Mahkemesi başkanlığına Kadir Özkaya seçildi. Yargıtay başkanlık seçimleri ise 10. turda da neticelenmedi ve Nisan ayında 11. tur ile seçimlere devam edilecek. Mayıs ayında ise Danıştay Başkanı seçimleri yapılacak.

Kadir bey gerek raportörlüğünde gerekse üye olarak görev yaptığı dönemde birlikte çalıştığım ve yakinen tanıdığım bir isim. Başkanlığın kendisine hayırlı olmasını temenni ediyorum. Umarım başkanlığı döneminde Anayasa Mahkeme’nin içtihatlarında olumlu değişiklikler meydana gelir ve mahkemenin karar standardında yükselme yaşanır. Ancak peşinen ifade etmeliyim ki Kadir beyin bugüne kadarki performansı bu temenniyi gerçekleştiribilecek bir emare göstermedi. Can Atalay gibi birkaç karar dışında Kadir Bey, mevcut yargı ortalamasında ve performansında bir yargıç olmanın ötesine geçmedi.

Kadir Bey’in rakibi olan Yusuf Şevki Hakyemez’in insan hakları yargısına katkısını gerek verdiği oylarda ve gerekse yazdığı karşı oylarda daha olumlu olduğunu söylemek gerekir. Bununla birlikte Kadir Bey’in vea Yusuf Hakkı Bey’in mevcut şartlarda mahkeme içtihatlarında radikal değişikler yapabileceğini söylemek hayal olacaktır.

Yeni başkanın iktisadi idari bilimler fakültesi mezunu olması hukuk fakültesi mezunu olmayan birinin neden/nasıl Anayasa Mahkemesi başkanı olduğu şeklinde bir tartışmayı tekrar açtı. Anayasa Mahkemesi başkanlık seçiminin yukarıda izah edilen bağlamda tartışılması gerekirken başkanın mezun olduğu okul üzerinden tartışılması, sorunları çok sığ bir zeminde ele almaya neden olmaktadır. Aslında bu yeni bir tartışma konusu da değil. Nitekim bir önceki başkan Zühtü Bey ve ondan önceki başkan Haşim Bey de hukuk fakültesi mezunu değillerdi. Yani mahkemeyi 2007 yılından beri hukuk fakültesi olmayan başkanlar idare ediyor ve bu durum 2028 yılına kadar en az 21 yıl devam etmiş olacak. Sanki iç tüzüğe ‘hukuk fakültesi mezunları başkan adayı olamazlar’ şeklinde bir hüküm koysalar mesele tümden çözülmüş olacak!

Bir Anayasa Mahkemesi yargıcının bitirdiği okul ile değil, anayasa yargısına ve özellikle insan hakları alanındaki içtahada yaptığı katkı ile değerlendirilmesi gerekir. Sadece hukukçu olduğu için Yekta Güngör Özden’in daha iyi bir başkan olduğunu veya İrfan Fidan’ın daha iyi bir başka olacağını söylemek herhalde çok mantıklı olmayacaktır.

Yargıtay başkanlık seçimlerinde ise 10. turda yapılan oylamanın sonunda en yüksek oyu Ömer Kerkez alsa da, salt çoğunluğun desteğini alamadığından seçimler 11. turala Nisan ayında devam edecek. Yargıtay başkanlık seçimlerinin onlarca tur ve aylarca devam etmesi eskiden beri devam eden bir uygulama/gelenek. AKP öncesi eski Türkiye’de yüksek yargıda yargıçların zaman ve emek israfına neden olduğu için eleştirilen bu durum, yeni Türkiye’de olumlu bir hal olarak değerlendirilmektedir. Zira sarayın tek bir işareti ile yüksek yargıda başkanın belirlenmediğini, halen belli uygulama ve geleneklerin devam ettiğini, dolayısıyla otoriterleşmenin henüz Kuzey Kore Çin ve Rusya düzeyine ulaşmadığını gösteriyor.

Bu durum bugün yüksek yargıda başkanlık seçimlerine doğrudan müdahale etmeyen iktidarın/sarayın yarın da müdahale etmeyeceği anlamına gelmiyor. Zira otoriterleşen iktidarlar bu eğilimlerini bir nokta kesmemekte, tersine iktidarda kaldıkları sürece artarak devam ettirmektedirler. Bununla birlikte Anayasa mahkemesinin ve bazen Danıştay’ın istisnai birkaç kararı dışında artık Sarayı rahatsız eden yargı kararları bulunmadığından ve dolayısıyla yargı büyük ölçüde kontrol altına alındığından yüksek yargıdaki başkanlık seçimlerine müdahale etmek iktidar için çok elzem ve gerekli de görünmüyor. Veya belki de mevcut yerel seçimler daha önemli olduğu için iktidar yargıdaki seçimlere fazla ilgi duymuyor veya zaman ayıramıyor. Her halükarda yüksek yargıdaki seçimler kupon araziler kadar bile sarayın dikkatini çekmiyor gibi görünüyor.

Diğer yandan Erdoğan tipi otoriterleşme 2. Dünya Savaşı öncesi faşist iktidarlardan veya günümüzdeki Kuzey Kore ve Çin gibi devletlerde farklı olarak hukuk devletinin ve demokrasinin en azından kağıt üstünde ve göstermelik de olsa var olduğunu göstermek isteyen ve meşruiyetini buna dayandıran bir uygulama. Dolayısıyla yüksek yargıdan çekişmeli başkanlık seçimleri gibi kurumların işlediğini ve geleneklerini sürdürüldüğünü gösteren uygulamalar, bu meşruiyeti sağlamak ve sürdürmek için olumlu bile görülebilir.

Sonuç olarak problemli olan yüksek yargıdaki başkanlık seçimleri değil, bağımsızlık ve tarafsızlığını kaybederek adeta iktidarın bir aparatı haline gelmiş yargı ve onun uygulamalarıdır. Somut olarak Can Atalay’ın Anayasa mahkemesinin üç farklı kararla rağmen hala cezaevinde tutsak olarak tutulması ve milletvekili yapılmaması ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin çok net ve açık olan Yalçınkaya kararına rağmen on binlerce KHK’lının halen cezaevlerinde olması ve mesleklerine iade edilmemesi gibi sorunların üzerinde durulmalıdır. Yoksa yüksek yargıdaki başkanlık seçimlerinin, seçilen kim olursa olsun gerçek yargı problemleri üzerinde müsbet bir katkısı olacak gibi görünüyor.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com