Edebiyattan korkanları, kitapları yakanları anlamak

Çocuk masalarından korkmaktan haklıydılar. Behrengi el altından da olsa ulaşmış, derdini anlatmıştı bazılarımıza. Edebiyat bizi şekillendirmeye başlamıştı bile…

ALİN OZİNİAN 09 Temmuz 2023 GÖRÜŞ

“- Selam güzel ay!
– Selam küçük kara balık. Nereden böyle?
– Dünyayı dolaşıyorum.
– Dünya çok büyüktür, her yerini dolaşamazsın ki!
– Olsun. Gücüm yettiği yere kadar giderim.”
Küçük Kara Balık, Behrengi

Şair Ahmet Telli’nin, 2017 yılında katıldığı basın açıklamasında yaptığı konuşma ve ‘Dövüşen Anlatsın’ kitabından okuduğu şiir gerekçesiyle yargılandığı davanın üçüncü duruşması bu hafta görüldü. Şairin “terör örgütü propagandası” suçundan yargılandığı davada 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildi. Mahkeme, cezanın ertelenmesine karar verdi.

Duruşma savcısı, Telli’nin açıklamada yaptığı “Dostlar, dostlar biz aylarca, yıllarca bu sokakları, bu caddeleri ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ diye inlettik. Halkların kardeşliğinin nasıl gerçekleşeceğini bize Ulaş Bayraktaroğlu gösterdi. Demek ki dövüşe dövüşe kazanılacak bu kardeşlik” konuşması ile “Dövüşen Anlatsın” kitabından okuduğu şiirle “terör örgütü propagandası” yaptığını iddia etmişti.

Şiirden neden korkarlar? Şairden neden korkarlar? Yazardan neden korkarlar?

Edebiyat, dünyanın her köşesinde güçlü ve çağlar boyunca mücadeleci oldu. Toplumun şekillenmesine bu denli nüfuz edebildiği için de otoriteleri haklı olarak korkuttu, paniğe sevk etti.

Şiir okuyanı hapsetmek, yazarları sürgün etmek, kitapları yakmak bu anlaşılabilir korkudan. Edebiyatın gücünü muktedirler çok iyi bilir, yazının ne denli büyük bir silah olduğunu halk düşmanları çok iyi bilir.

Edebiyatçı sorular sordurur, görülmeyeni gösterir, düşünülmeyeni düşündürür, değişim ve dönüşüme zemin hazırlar, kendi hayal ettiği ahlakı, kendi doğru bulduğu mantığı, kendi kıymetli saydığı adaleti ve kuralları okuyucusuna ulaşarak yavaş yavaş inşa etmeye başlar. Şairler ve yazarlar istenilen toplumun yaratılmasında muazzam bir güce sahiptir.

12 Eylül faşist askeri darbesi, cuntacı bir rejimin edebiyatla sınavı açısından da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşsiz bir örnektir bence. Yaşanan acılar, baskılar, işkenceler ve yasakçı uygulamalar sadece hatıralarda kalmadı, devlet işleyişinde de zaman zaman kendini hatırlattı. Hesabı sorulmamış adaletsizlikler tekrarlanır çünkü.

12 Eylül rejimi, edebiyatı, romanı, şiiri de yok saydı, yasakladı, devre dışı bıraktı. Bazısını müstehcenlik, bazısını komünist propaganda, bazısını askeri aşağılamak ve küçük düşürmek, bazısını halkın ar duygularını incittiği sebebi ile…

12 Eylül rejimi, yabancı yazarların çocuk kitaplarını bile yasaklayabilecek kadar korkuyordu bazı şeylerde…

Anarşizme teşvik ettiği gerekçesiyle İranlı yazar Samed Behrengi’nin “Küçük Kara Balık” isimli masal kitabı yasaklanmıştı, içinde “başkaldırıyı vurgulayan sözler kullanmakta” denmişti.

Altı yaşına girmeme birkaç ay kala tanıştım Behrengi ile; babamın bir arkadaşının armağanı olarak geldi odama: “Çok güzel bir kitap bu Alin, senin seveceğine eminim.” diyerek masamın üzerine bırakıldığında kendimi bir anda büyümüş hissetmiştim. Çocuklara birey olarak davranmanın önemini, çocukken anlamış oldum böylece.

İran’ın neresi olduğunu bilmiyordum, Güney Azerbaycan’dan, Tebriz’den habersizdim, okula gitmiyordum ama okumayı sökmüştüm, ne bulsam okumak istiyordum.

Şah kimdi? SAVAK neler yapıyordu? Devrimler hep iyi miydi? Allah kadınlar ya da yazarlar için ne düşünüyordu? En ufak fikrim yoktu, ama Behreng’nin ismi çok güzeldi. Masalın kendisi Behrengi’nin ismiydi sanki…

Sevenleri alınmasın Kemalettin Tuğcu ya da Ömer Seyfettin gibi değildi Behrengi. Çocukluğumuzda bize sunulan vahşi hikayeler, kanlı sahneler, şişirilmiş vatanseverliklerle dolu “çocuk kitaplarındaki” gibi değildi Behrengi’nin anlattıkları…

Dünyanın ne kadar büyük ve acımasız olduğunu anlatırken Behrengi hikayelerinde, korkmuyorduk biz çocuklar, insanın özgür olma, hatta mutlu olma talebinin geçerliliğini de bir yandan öğreniyorduk çünkü…

Hayal kurmaya hakkımız olduğunu, bilmeye hakkımız olduğunu, umut etmeye, talep etmeye hakkımız olduğunu, haksızlığa direnmek gerektiğini ve ezilenin, ötekinin yanında durmanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorduk… Eşitliğin ve adaletin gerekliliğini kavrıyorduk.

Behrengi’ye henüz ne olduğunu bilmiyordum kitaplarını okurken. Bazılarının, özgürlük ve hayallerden korktuklarını hatta bunlardan Allah’tan bile daha çok korktuklarını bilmiyordum…

1968’de İran’da rejim polislerinin sadece rejimi korumadığını, 29 yaşında bir yazarı öldürene kadar dövüp Aras Nehri’ne atabileceğini bilmiyordum.

“Bir Şeftali Bin Şeftali”, “Kel Güvercinci”, “Ulduz Kız’ın Kargaları”, “Püsküllü Deve” ve “Pancarcı Çocuk” ya da diğerleri… Masama bırakılan her kitabı büyük bir hevesle okuyordum, çabuk bitiyordu, baştan okuyordum. Okumaktan sıkılınca aynı cümleleri, resimlerdeki karakterleri kendimce konuşturuyordum…

Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ta – sonraki yıllar – alegorik unsurlar diyeceğimiz kavramlar ile bizle gizli gizli konuşmak zorunda olduğunu bilmiyordum.

Yazarın, bir eğitimci olarak usulca yaşadığı dönemin baskısını anlattığını, kurmacanın imkânlarından yararlanarak araştıran, sorgulayan ve yaratıcı düşünebilen çocukların yetiştirilmesine hizmet etmek istediğini de…

Küçük Kara Balık, Kırmızı Balık’a, balıklara yani bize ilham oluyordu…

Deniz, Küçük Kara Balık’ın erişmek istediği ve diğer balıkları da haberdar etmek istediği idealleri idi! Deniz, özgürlüktü, adaletti, “istediğimiz” toplumdu!

Küçük Kara Balık bir sabah uyandığında “Anneciğim burada daha fazla kalamam, ben gitmeliyim” diyordu ve yolculuğu başlıyordu. Oysa her şey yolundaydı. Her gün aynı şeyleri yaparlardı. Küçük Kara Balık ve anne balık birlikte yüzerlerdi. Nereden çıkmıştı şimdi bu yollara düşme isteği?

Yasaklarla, tabularla ve otoriter devletlerin baskılarıyla savaşmak zorunda kalanları tanımıyorduk çocukken ama meraklı, hevesli Kara Balıklar vardı, bunu öğrenmiştik. Küçük Kara Balık, yetişkin balıklarla kavga ediyordu yolculuğuna başlayabilmek için, ben en çok bu kısmı seviyordum…

Masalda kurbağalar vardı, içe kapanık olanlardı onlar. Yengeçler faşistlerdi bence. Kertenkeleler mollaları temsil ediyordu. Pelikan, balıkçıl ve kılıç balığı ise istihbarattı, polisti, tetikçilerdi…

Çocuk masalarından korkmaktan haklıydılar. Behrengi el altından da olsa ulaşmış, derdini anlatmıştı bazılarımıza. Edebiyat bizi şekillendirmeye başlamıştı bile…