Kel ölünce sırma saçlı olur mu: AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın ardından…

Zühtü beye methiyeler yazan bazı kişiler 'daha kötüsü de olabilirdi' mealinde ifadeler kullanıyorlar. Oysa Zühtü Arslan dönemi temel hak ve özgürlüklerin hallaç pamuğuna çevrildiği, mahkemenin de buna öncülük ettiği kara bir dönem olarak hukuk tarihine geçmiştir.

SELAMİ ER 21 Nisan 2024 GÖRÜŞ

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan 21 Mart 2024 tarihinde yapılan devir teslim töreni ile 10 Şubat 2015 tarihinde Haşim Kılıç’tan devraldığı ve bu tarihten beri sürdürdüğü Başkanlık görevini Kadir Özkaya’ya devrederek mahkemeye veda etti. Veda töreninin hemen öncesinde gerek muhalif siyasi parti temsilcileri ve gerekse tanınmış hukukçular Arslan’ı ziyaret ederek kendisinin hak ve özgürlükleri koruyan kararlarını, hukuk devletine yaptığı katkıyı ve hak eksenli yaklaşımla kararlar alması için verdiği mücadeleyi öven açıklamalar yaptılar.

Özellikle ‘hak eksenli yaklaşım’ ifadesinin bir Anayasa Mahkemesi başkanı için kullanılmasını oldukça tuhaf bulduğumu ifade etmem gerekiyor. Zira hak eksenli olmayan Anayasa Mahkemesi ve hatta mahkeme kararı olabilir mi? Anayasa mahkemelerinin görevi temel hak ve hürriyetleri korumak zaten! Bu tatlının içine şeker koyduğu için aşçıyı alkışlamak kadar tuhaf bir durum. Diğer yandan rejimin hukuk anlayış ve seviyesini, insanların hukuktan beklentilerini ne kadar düşürdüğünü ve nelerin takdire şayan görüldüğünü göstermesi açısından da manidar bir durum. Bununla birlikte kullanılan bu ifadenin sayın Arslan için tam olarak doğruyu da yansıtmadığını belirtmek lazım. Özellikle KHK’lılar söz konusu olduğunda hak eksenli değil, rejimi eksenli kararlara imza atmıştır sayın Arslan.

Sayın Arslan’ın karnesini çıkarmak için somut veriler üzerinden gidelim. Mahkemeye 2023 yılı sonuna kadar yapılan 484 bin bireysel başvurunun büyük çoğunluğu Arslan’ın başkanlığı döneminde gerçekleşmiş ve toplam 7.383 dosyada (65.177 birleşen dosya ile birlikte) ihlal karar verilmiş. İhlal kararı verilen dosya sayısı düşük görünmekle birlikte, bireysel başvuru yargı yolu açısından bunun yüksek bir rakam olduğunu ve sadece sayılara bakıldığında mahkemenin performansının iyi göründüğünü söylemek gerekir. Ancak durum hiç de öyle değil. Çünkü birincisi, hukuk tanımazlığın sıradanlaştığı, temel hak ve hürriyet ihlallerinin günlük rutin hale geldiği Türkiye’de bu kadar ihlal kararı çıkmasının çok normal olduğunu ve bunun mahkemenin ya da başkanının başarısını göstermediğini söylemek gerekir. Sayılar yönüyle bir başarı kriteri belirlenecek ise bunun AYM’den sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurular ve AİHM’nden çıkan ihlal kararı sayıları ile yapılması gerekir. Bu yönden baktığımızda AİHM’ne yapılan başvuruların ve çıkan ihlal kararlarının bu dönemde azalmadığını, tersine arttığını; dolayısı ile hak ve özgürlükler yönünden pozitif bir ilerleme olmadığını, bir gerileme olduğunu görüyoruz.

İkincisi, mahkemenin başarısı, kararların sayısından çok niteliği ile ilişkilidir. Bir tapu kadastro davasında silahların eşitliği veya yargılamanın uzunluğu yönünden yapılan ihlali tespiti elbette başvurucunun hakkını teslim etmek açısından önemlidir, ancak bunun hukuk devletine genel katkısı çok sınırlıdır. Birinci hususla bağlantılı olarak Mahkemenin kararları iktidarı/kamu gücünü kullananları hukuka döndürecek ve devamında başvuru sayısını azaltacak bir etkiye sahip olsa idi, bunu başarı saymak gerekirdi. Oysa Mahkemenin Arslan’ın başkanlığında geçen son dokuz yılında iktidarın sinir uçlarına dokunan hususlarda bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu göstermesi gibi (örneğin Can Atalay hakkındaki karar) oldukça sınırlı ihlal kararları bulunmakta ve bu durum iktidarın hukuku ve hakları hiçe sayan giderek otoriterleşen yönelimini değiştir(e)memektedir.

Örneğin gerçek hiçbir suç delili olmadan sadece gezi olaylarında aktif rol aldığı için yıllardır özgürlüğünden mahrum edilmiş Osman Kavala hakkında AYM ihlal kararı verememiştir. Zühtü Bey’in Kavala hakkındaki AYM kararlarda karşı oyu bu durumu değiştirememiştir. Mesela Kürt siyasetçiler olduğunda hak ve özgürlüklerin koruyucusu rolündeki Zühtü Bey, tam bir rejim ajanı gibi davranmaktadır. Mesela, hakkında hiçbir somut suç delili bulunmayan ve tutukluluğunun nedeninin Erdoğan’ın istemediği şekilde muhalefet yapmak olduğunu sağır sultanın bile bildiği Demirtaş’ın haksız tutuklulukla ilgili başvurusunu Zühtü Bey’in de oyu ile reddetmiştir AYM. Demirtaş’ın yaptığı tutukluluğun makul süreyi geçmesi nedeni ile yaptığı başvuruda ise yukarıda izah etmek istediğim duruma güzel bir örnek oluşturacak şekilde tazminata hükmedilerek görüntü kurtarılmaya çalışılmıştır. Yani Mahkemenin hanesine bir ihlal kararı yazılıyor, ancak asıl ihlal, yani etkin bir muhalif siyasetçiyi özgürlükten haksız biçimde mahrum etme durumu ortada halen duruyor. Sarayın ‘parasını verirsek istediğimiz hak ihlalini gerçekleştirebiliriz’ argümanına katkı yapan bir uygulama.

Konu 15 Temmuz sonrası yapılan yargılamalar ve KHK’lar olduğunda ise mesele çok daha vahim bir durum almaktadır. Zira, Zühtü Bey başkanlığındaki Mahkemenin burada hak ihlallerini ve hukuktan uzaklaşmayı engellememe değil; bizzat buna yol açma, meşrulaştırma ve teşvik etme rolü vardır. Daha başkan olur olmaz Zühtü Bey mahkeme tarihinde görülmemiş şekilde o zaman yapılan fişleme listelerini dayalı olarak ve gerekçesiz bir şekilde en tecrübeli raportörlerin görevlerine son vererek raportörlerin nerede ise yarısını değiştirmişti. Aynı dönemde mahkemenin yaptığı bir organizasyonda ifade hürriyetinden ve farklılıklara saygıdan buna tam bir inanmış edasıyla bahseden Zühtü Arslan’ın konuşması üzerine bir raportör arkadaşımla birbirimize bakarak ‘Ağam bizimle eğlenir’ esprisi yaptığımızı hatırlıyorum.

Darbe girişiminin sabahı ise, anayasaya açıkça aykırı biçimde iki üyesinin gözlerinin önünde tutuklanmasını görmezden geldi. Dahası bundan yaklaşık bir ay sonra hukuki bir temeli olmayan ve o güne kadar hukuk literatüründe yer almayan ‘sosyal çevre bilgisi’ni gerekçe göstererek aynı iki üyenin görevlerine Zühtü Bey’in de imzası ile oybirliğiyle son vermişti AYM. Bu durum hemen akabinde listeler temelinde on binlerce kamu personelinin KHK ile ihracına adeta vize çıkarmış ve en tepedeki mahkeme olarak ben bunu yapabiliyorsam siz de yapabilirsiniz mesajı vermişti.

Darbe girişimi sonrası dönemde somut suç unsuru olmayan fiillerin terör örgütü üyeliğine delil sayıldığı ve on binlerce insanın mahkum edildiği davalarda Anayasa Mahkemesi neredeyse ciddi hiçbir hak ihlali tespit etmedi. Hatta öyle ki Anayasa mahkemesinin iki satırla kabul edilemez bulduğu Yalçınkaya başvurusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye hakkında tarihinin en önemli ve en çok sayıda kişiyi ilgilendiren ihlal kararını verdi. Aynı konu ile ilgili yüzlerce başvuruyu birleştirerek hükümete tebliğ eden AİHM, bu yönde ihlal kararları vereceğinin sinyalini vermektedir. Yalçınkaya kararı üzerinden altı ay geçmesine rağmen Zühtü Bey başkanlığındaki AYM, hatalı kararını düzeltme konusunda bir adım da atmamıştır. Verdiği binlerce karar AİHM’nden dönen bir AYM ve onun başkanı hukuk devletine ne kadar katkı yapmış olabilir ve kararları hak eksenli sayılabilir mi? Hiç zannetmiyorum.

Zühtü beye methiyeler yazan bazı kişiler de bu durumu vurgularcasına daha kötüsü de olabilirdi mealinde ifadeler kullanıyorlar. Bır nevi ehven-i şer olarak görüyorlar. Yani işin kötü gideceği kesindi ve başkası olsa daha da kötü olabilirdi demeye getiriyorlar. Eğer bu başarı ise, takdir edilecek bir hareket tarzı ise, hepinize hayırlı olsun! Ancak polyanacılık oynamayı bırakıp hakikate yönelirsek; Zühtü bey başkanlığındaki dokuz yıllık dönem hukuk devletine çok sınırlı katkı yapan, temel hak ve özgürlüklerin hallaç pamuğuna çevrildiği, Mahkemenin de istisnalar hariç buna izin verdiği, dahası bazen öncülük/teşvik ettiği kara bir dönem olarak hukuk tarihine geçmiştir.

Umarız gelen gideni aratmaz.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com