Osman Kavala: Bu kadar hukuktan kopma beklemiyordum

Gezi davasından tutuklu iş insanı Osman Kavala: "Beraat kararından sonra yaşananların, yargının siyasallaşması ve yasaların keyfi kullanılması sürecinde ileri bir aşamaya geçildiğini yansıttığını düşünüyorum. Bu kadar gözü kara bir şekilde hukuktan kopma beklemiyordum."

KRONOS 15 Ocak 2024 GÜNDEM

Gezi davası kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan iş insanı, aktivist Osman Kavala, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “serbest kalmalı” kararına rağmen halen cezaevinde. AİHM’in kararına uymayan Türkiye aleyhinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından “ihlal” süreci başlatılmış olsa da henüz Kavala’nın tutukluluk durumunda değişiklik olmadı.

Artı Gerçek’ten İrfan Aktan’ın sorularını yanıtlayan Osman Kavala, gelinen aşamayı “Bu kadar gözü kara bir şekilde hukuktan kopma beklemiyordum” şeklinde değerlendirdi.

Osman Kavala’nın yanıtlarından öne çıkanlar şöyle:

“AİHM’in 2019 yılında verdiği kararda belirttiği gibi ilk tutuklanmam delile dayanmıyordu, siyasi saiklerle yapılmış bir hak ihlaliydi. Gezi davasının beraatle sonuçlanmış olması, geç de olsa adalet mekanizmasının çalıştığını gösterdi, inancım boşa çıkmamış oldu. Beraat kararından sonra yaşananların, yargının siyasallaşması ve yasaların keyfi kullanılması sürecinde ileri bir aşamaya geçildiğini yansıttığını düşünüyorum. Bu kadar gözü kara bir şekilde hukuktan kopma beklemiyordum.

Geçenlerde Dışişleri Bakanı’nın da belirtmiş olduğu gibi, yurt dışından gelen, AİHM kararına uyulması ve benim serbest bırakılmam ile ilgili talepler, siyasi müdahaleler olarak ilan edildi, böyle bir propaganda yapıldı. Bu da yargının siyasi tercihlere uygun biçimde davranmasını meşrulaştırmaya, AİHM kararlarını değersizleştirmeye hizmet etti. İçeride daha ciddi bir kamuoyu tepkisi etkili olabilirdi. Ancak, toplumun bir kısmı iktidarın söylemlerini sorgulamıyor, bir kısmı da önceki cevabımda değindiğim gibi, bu tür sorunların vaka-i adiyeden olduğu şeklinde bir düşünceye kendilerini inandırıyor.

‘İKTİDAR, GEZİ DAVASININ KENDİSİNE FAYDA SAĞLADIĞINA İNANIYOR’

Bence iktidar Gezi davasının kendisine siyaseten fayda sağladığına inanıyor. Bu davayla sivil toplum kuruluşlarına iktidarı rahatsız edecek türden faaliyetlerde bulunmamaları yönünde güçlü bir mesaj verildi, verilmeye devam ediyor.

İddianamedeki suçlamalar ve sonunda verilen mahkûmiyet kararları Gezi’nin dış güçlerin hükümeti devirmeye yönelik kalkışma teşebbüsü olduğu şeklindeki siyasi söyleme dayanak olma işlevini görüyor. İlk başından beri hapiste bulunmam da bu kalkışmanın dış güçlerin bir komplosu olduğuna dair kurgunun kanıtı gibi sunuldu. Bu kurgu sadece Gezi olaylarıyla kısıtlı kalmadı, kitlesel protestoları ve muhalefeti dış güçlere hizmet etmekle itham eden söyleme destek olma işlevi de gördü.

Taha Akyol’un Karar gazetesindeki bir yazısında “AK Parti son on yıldaki yanlışlarını dış güçler kavramıyla ve muhalefete yönelik ‘ihanet’ suçlamasıyla örttü” tespiti çok yerinde. Bu kavramın ve suçlamanın otoriterleşmeye meşruiyet kazandırmak için de kullanıldığına işaret etmek gerekir. Gezi protestoları hızlı bir şekilde birçok şehre yayılmış, beklenilmeyen bir kitleselliğe ulaşmıştı. İnsanların protestolara katılmak için farklı motivasyonları vardı, ancak parkın korunması birleştirici ve gösterilere anlam ve meşruluk kazandıran ortak talepti.

‘GEZİ’NİN KUMANDA MERKEZİ YOKTU’

Daha önce de söylemiştim, Gezi protestolarının bir kumanda merkezi, beyni yoktu, ama kalbi vardı, kalbi Gezi Parkı’ydı.

ezi Parkı’nda toplanan, bekleyen gençlerin büyük kısmının herhangi bir örgütle ilişkisi olmadığını ve ana amaçlarının parkı korumak olduğunu gayet iyi biliyorum, zira çalışma ofisimin yakınlığının sağladığı kolaylık nedeniyle sık sık parka gittim. Son derece uygar bir birlikte olma, dayanışma ortamı yaratılmıştı. Ağaçlara esprili sözlerin yazılı olduğu kartonlar iliştirilmişti. Hiçbirinde “hükümet istifa” sloganını gördüğümü hatırlamıyorum.

O günlerde hiç kimse, hükümet çevreleri dahi, protestoları hükümeti devirme amacıyla organize edilmiş bir eylem olarak tanımlamıyordu. Birçok aklı başında insan parkta yapılaşma projesinden vazgeçilirse protestoların sona ereceğini dile getirmişti. Nitekim, idari mahkemenin iptal etmesinden sonra, İçişleri Bakanlığı’nın raporlarında da belirtildiği gibi, kitlesel sokak gösterileri sona erdi, bir süre de parkta olup biteni değerlendirme, tartışmaya yönelik forumlar düzenlendi.

‘GEZİ’Yİ HÜKÜMETİ DEVİRMEYE YÖNELİK BASTIRILAN BİR KALKIŞMA OLARAK ANLATIRSANIZ…’

Gezi protestoları sırasında bir emniyet mensubu göstericileri kovalama sırasında viyadükten düşerek hayatını kaybetti. Elinde silah ya da molotof kokteyli olmayan altı yurttaşımız ise kolluk güçlerinin müdahalesi sonucu öldüler, yüzlerce yurttaşımız ağır yaralar aldı. Bir devlet kurumu olan İnsan Hakları Kurumu’nun Gezi raporunda biber gazının emniyet güçlerince kurallara aykırı biçimde kullanılmış olduğu tespit edilmiştir. Ölümlerin ve yaralanmaların çoğunun nedeni yoğun biber gazı kullanımı ve biber gazı kapsüllerinin plastik mermi gibi göstericilerin vücutlarına atılması. Gezi protestolarını hükümeti devirmeye yönelik güçlükle bastırılan bir kalkışma olarak anlatırsanız kolluk güçlerinin neden olduğu ölümler ve yaralamalar önemsiz hâle gelir.

‘AP’NİN ALDIĞI KARARLARIN HAYATA GEÇMESİ SÖZ KONUSU DEĞİL, TÜRKİYE DE BUNU BİLİYOR’

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin aldığı kararların siyasi önemi var, ancak bunlar Konsey için doğrudan bağlayıcı olmuyor. Bağlayıcı kararları alan ve AİHM kararlarının uygulanmasının denetimini yapan Bakanlar Komitesi,

2019 tarihli AİHM kararına uyulmadığı gerekçesiyle Türkiye ile ilgili ihlal prosedürünü başlatmıştı. Bu prosedür uyarınca AİHM yeniden bir durum değerlendirmesi yapmış ve Türkiye’nin önceki AİHM kararını yerine getirmemiş olduğuna, benim serbest bırakılmamın engellenmesiyle ilgili öne sürülen gerekçelerin geçersiz olduğuna hükmetmişti. Ancak 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin AİHM kararlarını hiçe sayarak mahkûmiyet kararı vermesi karşısında Bakanlar Komitesi somut bir adım atmaktan imtina etti. Öyle ki, yaptırım olmayan, ancak sonuç alınamaması halinde yaptırımın gündeme geleceği, Parlamenter Meclisi ile birlikte yürütülen bir eylem programı olan “Ortak Prosedür”ü dahi başlatmadı. Şimdilik, Parlamenter Meclisi’nin aldığı kararların hayata geçmesi söz konusu değil. Türk hükümeti de bunu biliyor.


 

‘OGÜN SAMAST’I VİCDAN MUHASABESİ YAPMAYA NE ZORLAYABİLİR?’

Ogün Samast’la ilgili haberler o gün duyduğum dehşeti hatırlatıyor. Hrant’ın vurulduğu haberini benden önce öğrenmiş olan Çiğdem Mater’in çığlığı hâlâ kulaklarımda. Çalışma ofisimiz yakında olduğundan oraya varmamız kısa sürdü. Hrant’ın kaldırımda yatan bedeni de hâlâ gözlerimin önünde.

Samast cinayet tarihinde 18 yaşında olmadığından tetikçi olarak seçilmiş. Cinayet organizasyonunun ortaya çıkartılmadığına, ortaya çıkartılması için gerekli çabanın gösterilmemiş olduğuna inanıyorum. “Acaba Samast samimi bir pişmanlık duyuyor mu?” sorusu aklıma geliyor. Hapiste yatmış olduğundan değil, bir insanı, Hrant gibi bir insanı öldürmüş olduğundan.

Siyasi motivasyonlarla insanlara bu kadar kolayca eziyet edildiği, kötülük yapıldığı, bunu yapanların yaptıklarından rahatsızlık duymadığı bir ülkede Samast’ı vicdan muhasebesi yapmaya ne zorlayabilir diye de düşünüyorum.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram