İyice rayından çıkabilir: Erdoğan’ın toparlanma ihtimali neden yok?

31 Mart sonrası Erdoğan “hiçbir şey olmamış gibi” devam edemeyeceğini, zeminin hızla altından kaymakta olduğunu giderek daha fazla hissetse de bunu önleyebilme gücünden mahrum bulunduğunu görüyor.

ÖMER MURAT 08 Mayıs 2024 HABER ANALİZ

Erdoğan’ın 31 Mart yerel seçimlerinde yaşadığı hezimetten sonra toparlanma ihtimali çok düşük. Nedenlerini beş başlıkta ele alacağım:

(I) ERDOĞAN TAZE KANLA AKP’Yİ YENİLEYEMEZ

AKP’nin aldığı yenilginin baş müsebbibi kendisi. Aynen bürokraside yaptığı gibi, partiyi sadece ve sadece reislerine koşulsuz bağlılık gösteren, onu eleştirmeyi aklından bile geçirmeyen kifayetsizlerle doldurdu. Partinin kritik noktalarında kendisine rakip olabilecek hiçbir ismin bulunmasını istemiyor. Nitekim İstanbul’da zorlu bir seçim olacağı aşikarken, Murat Kurum gibi sönük bir ismi aday olarak belirlemesi de bu endişesiyle yakından ilişkiliydi. Şimdi seçim yenilgisiyle siyaseten zayıflamışken bu yaklaşımını değiştireceğini sanmak yanlış olur. Partide yapacağı değişiklikler makyajdan öteye geçmeyecektir. Bu nedenle AKP’nin silkelenerek kendisine gelmesini, yeniden tabanında bir rüzgâr estirmesini beklemek gerçekçi değil.

(II) KUTUPLAŞTIRMA TAKTİĞİNİN BU KEZ İŞLEMESİ ZOR

Siyaseti yeniden dizayn etme girişiminin merkezinde muhtemel bir anayasa referandumu bulunduğu giderek daha net anlaşılıyor. Fakat ekonomik krizin şiddetlendiği bir ortamda anayasa değişikliği tartışmalarıyla toplumu kutuplaştırma taktiği de ters tepecektir. 31 Mart hezimeti tabanının kritik bir bölümünün ekonomik iyileşme olmaması halinde, propaganda mekanizmasının etkisi altına girmeyeceğini gösterdi. İnsanların karnı aç, sırtı açıksa “Cambaza bak!” taktiği pek işlemiyor, dikkatlerini başka konulara yönlendirmek için gündemi değiştirme çabaları işe yaramıyor. Erdoğan’ın seçim başarılarında tabanına “bu seçimi/referandumu biz kaybedersek milliyetçi/muhafazakarların devletteki hakimiyeti de biter” havasını vermesi hep etkili olmuştur. 31 Mart’ta bunu yapamaması yenilgisinin başlıca nedenlerinden biridir. Hatırlanacağı üzere Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan 31 Mart’ın bir “beka seçimi” olmadığı için AKP’yle ittifak yapmaya gerek görmediklerini açıklamıştı. Zaten fiilen “tek adam rejimi” kurmuş Erdoğan’ın şimdi tabanına artık bir anayasa referandumunu “beka seçimi” gibi sunabilmesi çok zordur. “Referandumdan hayır çıkarsa ne olacak?” sorusunun cevabı, Erdoğan’ın yeni bir ağır tokat yemekle birlikte sonraki genel seçimlere kadar mevcut siyasi rejimle iktidarda kalmayı sürdüreceği şeklinde olacaktır. Gayrimemnun muhafazakâr seçmen aynen 31 Mart’ta olduğu gibi bunu da AKP liderine yeni bir tokat atma fırsatı olarak görebilir.

1-2 Mayıs’ta yaşananlar (Saraçhane’den Taksim’e yürüneceğini ilan edip polis barikatıyla karşılaşınca çark edilmesi, buna rağmen ertesi günü Erdoğan’la randevuya tıpış tıpış gidilmesi, orada eşitler arası bir görüşme olmadığı havası vermek için kasten konulmuş boş bir koltuğun karşısına oturmaktan gocunulmaması, görüşmenin içeriğine dair bir açıklama yapılmayarak gündemi iktidar medyasının belirlemesine, görüşmede yeni anayasanın müzakere edildiğine dair haberlerin çıkmasına müsaade edilmesi) CHP’nin 31 Mart’ta birinci parti çıkmasına rağmen Erdoğan’ın suyuna gitme politikasını değiştirmeyeceği anlamına geliyor olabilir. Buna rağmen, yani CHP referandum sürecinde ne kadar yanlış tuşlara basarsa bassın veya ne kadar oyunu AKP liderinin çizdiği çizgide oynarsa oynasın Erdoğan’ı cezalandırmak isteyen seçmen yine de referandumda “hayır” diyebilir. Unutmayalım ki CHP karizmatik, becerikli bir başkan seçtiği için Türkiye’de birinci parti olmadı. Metropoll’un araştırmasına göre seçmen CHP’nin oylarının yükselmesini yüzde 59 oranında ekonomiye bağlarken, CHP’de lider değişimine bağlayanların oranı yüzde 6’da kaldı. 31 Mart’ta AKP’ye oy vermeyen 6,4 milyon kendi seçmeninin sadece 1,3 milyonu CHP’ye yöneldi, o seçmenin yarısı kadarı ise sandığa gitmedi. Aynı dinamik bir referandumda da işleyebilir.

(III) YOLSUZLUKLARLA NEMALANAN BİR REJİM İKTİSÂDÎ REFORM YAPAMAZ

Madem her şey dönüp dolaşıp ekonomide bir düzeltme olmasını bir zorunluluk olarak dayatıyor, Erdoğan iktisâdî reformlara öncelik verip bu kıskacı aşamaz mı? Ekonominin düzelmesi için en başta yapılması gerekenler hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi ve yolsuzlukların azaltılması. Oysa boğazına kadar suça battıkları için bunu hayallerinden bile geçirmezler. AKP liderinin bütün şürekasını yolsuzluklarla besleyip etrafında tuttuğu bir rejimden bahsediyoruz. Farz-ı muhal yolsuzluk musluklarını birden keserse rejimin uyuşturucu bağımlısı gibi yoğun bakıma düşmesi kaçınılmaz olur. Rejim paydaşlarının pastanın küçülmesiyle birbirlerine girmesi de çok muhtemeldir ve bunun bazı işaretleri de şimdiden görülebilmektedir. AKP liderinin sistemi rehabilite etmek için gereken dirayet ve basiretten yoksun olduğunu sanırım artık herkes anlamış durumdadır.

(IV) BORCU GELECEK KUŞAKLARI BORÇLANDIRARAK ÇEVİRMENİN SONUNA GELİNDİ

“Rejimin tahammül edemeyeceği köklü, yapısal bir reform yerine bugüne kadar olduğu gibi, Körfez’den, Rusya’dan, Batı finansından bir şekilde biraz para bulup piyasada geçici bir rahatlama sağlayamaz mı?” derseniz cevabı şudur: Mümkün olsaydı bunu 31 Mart seçimlerinden önce yapardı. Mehmet Şimşek’in emekli maaşlarının artırılmama gerekçesi olarak Körfez’den alınan borçların vadesinin gelmesini gösterdiği belirtiliyor. Diğer yandan Rusya’nın da 20 milyar doları geçen doğal gaz borcunu seçimlerden sonraya ertelediği biliniyordu. ABD ve Avrupa Merkez Bankalarının faiz oranlarını yüksek tuttuğu ve bunun en az bir yıl daha böyle devam edeceğinin beklendiği bir ortamda Batı finansı ancak yüksek faizlerle ve kısa vadeli olarak geliyor. Bu yüzden Türkiye’nin kısa vadeli (bir yıl içinde ödeyeceği) borç miktarı son üç yıl içerisinde tarihinin en yüksek oranlarına ulaştı.

Bu itibarla acı sonuçlarını geleceğe erteleyerek bugün halka fazla yansıtmadan borcu yüksek faizle alınan borçlarla çevirmenin sonuna gelinmiş gibi gözüküyor, o gelecek gelmiş durumda… Dünya Bankası’ndan alınan krediler derde deva olacak çap ve yapıda değil. IMF’in kapısı çalındığı takdirde ise popülist politikalar yürütülebilmesi (mesela IMF’den alınan kredilerin kısa vadede emekli maaşlarının artırılması için kullanılması) mümkün olmayacaktır. Bu şartlarda referandumu kazanmak için popülist (heterodoks) iktisâdî politikalara dönerse bunun arzuladığı sonucu üretmemesi, yani enflasyon ve devalüasyonun iyice çığırından çıkması tehlikesi de mevcut…

(V) DIŞ POLİTİKADA İYİCE SIKIŞMIŞ DURUMDA

Erdoğan bugüne kadar Türkiye’nin stratejik değerini krediye tahvil etme taktiğini sık sık uyguladı. Fakat özellikle Batıda itibarının tamamen dibe vurmuş olması nedeniyle istinat noktasını kaybettiğinden bu manivelayı kullanabilme imkânı da kalmadı. Beyaz Saray’ın muhtemelen ziyaret davetini geri çekmiş olmasında da bu açık bir şekilde görüldü. Ortadoğu’da “kan gövdeyi götürdüğü”, Batı ile bölge ülkeleri arasında Gazze’de çıkan yangını söndürmeye matuf yoğun bir müzakere trafiği yaşandığı halde Erdoğan’a ciddi bir rol düşmedi. Oysa bu, AKP lideri için Türkiye’nin stratejik değerini kazanca dönüştürebileceği bir fırsat olabilirdi. Batı, Erdoğan’ın Putin’le yakın bir ilişki kurarak Rusya’nın (başka ülkelerin yanı sıra) Türkiye üzerinden de yaptırımları delmesini sağlamasını kızgınlıkla izliyor. ABD’li yetkililer Erdoğan’ın ziyaretinde ana konunun bu olacağını, artık bunun sona erdirilmesini bekledikleri mesajları veriyorlardı, nitekim ABD Hazine Bakanlığı, Erdoğan’ın ziyaretinin iptal edildiğinin duyurulmasından bir hafta sonra Rusya’nın savunma sanayi programına yardımcı oldukları gerekçesiyle yaptırım uygulamayı kararlaştırdığı yeni şirketler arasında Türkiye’den de pek çok firma ve şahsa yer verdi.

Bir yandan otokrat dostu Putin’i karşısına almak istemeyen, diğer yandan özellikle finansal gereksinimlerin etkisiyle bir an evvel Batıyla ilişkileri iyi seviyelere çıkarmak isteyen Erdoğan’ın fazla bir manevra alanı bulunmuyor. Ortadoğu masasına oturarak Batı nezdinde değerini artırmak, Batıya Hamas’la müzakerelerde işe yarayabileceği havası vermek ve bu arada da içeride Türkiye’nin İsrail’le yoğun bir ticaret yürütmesine yönelik tepkileri dindirmek için Hamas liderlerini samimi kucaklaşmalarla dolu fotoğraflar vererek ağırlamasının ters tepmesi de dış politikada sıkışmışlığının çarpıcı bir örneği oldu. Oysa Erdoğan Gazze’deki katliama seyirci kaldığı suçlamasıyla içeride ve dünyada zor durumda kalan ABD Başkanı’nın kendisini elverişli bir arabulucu olarak görebileceğini umut ediyordu.

Hasılı kelam, 31 Mart sonrası Erdoğan “hiçbir şey olmamış gibi” devam edemeyeceğini, zeminin hızla altından kaymakta olduğunu giderek daha fazla hissetse de bunu önleyebilme gücünden mahrum bulunduğunu görüyor. “Yumuşama siyasetinden” bahsetmesinin nedeni de bu zayıflığıyla ilişkili. Bu tür söylemlerle (ve belki bunu destekleyecek dişe dokunmayacak bazı sembolik eylemlerle) ana muhalefetin gardını düşürmeye çalışıyor. Böylece CHP’den gelebilecek kroşelerden emin olurken, hazırlıksız yakalayacağı rakibine atacağı kroşelerin yıkıcı tesirlerde bulunmasını sağlayacaktır.


 

Avantajlı bir konuma kavuştuğuna inanana kadar beklemede kalmayı planlasa da ekonomi ve siyasette iktidarın aleyhine yaşanacak ânî gelişmelerin onu paniğe sevk ederek daha da otoriterleştirmesi, bunun ise rejimi iyice rayından çıkaracak gelişmeleri tetiklemesi de beklenmelidir.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com