‘Yargıda Gülen cemaati dışındaki tüm gruplar birleşti, hukuk dışılığı meşru hale getirdi’

15 Temmuz'dan sonra yargıdaki tüm grupların Gülen cemaati karşıtlığında birleştiğini kaydeden emekli hakim ve akademisyen Orhan Gazi Ertekin, bu grupların her türlü hukuk dışılığı ise "cemaatle mücadele" adı altında uygulamaya koyduğunu belirtti. Ertekin'e göre bugünkü yargı ortamını, bu gruplardaki "ortaklık" yarattı.

KRONOS 23 Ekim 2023 GÜNDEM

Emekli hakim ve akademisyen Orhan Gazi Ertekin, “FETÖ borsası”, “rüşvet tarifesi” ve mensupları arasındaki şikayet “mektupları” ile gündemden düşmeyen yargıyla ilgili yorumunda, “15 Temmuz yargısı içerden çürümeyle birlikte çöküş evresine girdiğin”i kaydetti.

Yargıda “FETÖ borsası” ile başlayan kazançların giderek başka alanlara da yayılarak “yargı borsası”na dönüştüğünü kaydeden Ertekin, Gülen cemaatinin tasfiyesinin ardından tüm yargı gruplarının “suç ortaklığı”nda uzlaşarak “şirket gibi” hareket ettiğini vurguladı. Ertekin’e göre yargıda Gülen cemaati dışındaki tüm grupların ana gövdeleriyle hisse sahibi olarak katıldığı bu şirket yapılanması, cemaat karşıtı her türden hukuk dışılığı da meşru hale getirdi.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra oluşturulan “yeni yargının” asli çizgisinin “Gülen cemaatinden uzak kalmak” olduğunu kaydeden Ertekin, “Cemaatçi olunmadığının eylemli olarak ispatlanması isteniyordu ve yargıçlar arasında Cemaat karşıtlığı yarışı akıl sınırlarını iyice aştı. Mesleki disiplin, bilgi ve teknik ve etik meseleler tamamen dışarda bırakıldı” diye yazdı.

Orhan Gazi Ertekin’in Kısa Dalga’da “Yargıda neler oluyor?” başlığıyla yayımladığı yazısı şöyle:

‘FETÖ BORSASI, YARGI BORSASINA DÖNÜŞTÜ’ 

15 Temmuz yargısı içerden çürümeyle birlikte çöküş evresine girdi. Kendi özyıkımını hazırlıyor belli ki..

Çürüme o kadar derinlerde ki 15 Temmuz yargısının bizzat neferlerinin dilinden ifşa ediliyor. Hatırlarsanız Şamil Tayyar bir “FETÖ borsası”ndan bahsetmişti yıllar öncesinde. “FETÖ borsası”nın oldukça gecikmiş sarsıntıları bir bir ortaya saçılırken ve hatta iddianamelere yansırken ‘FETÖ soruşturmaları’ merkezli “kazanç”ların giderek başka alanlara yayılarak “yargı borsası”na dönüştüğünü de anlamaya başlamıştık.

Burhan Kuzu’nun karıştığı iddia edilen ifşaatları da hatırlayalım. Şimdi ise bir başsavcının HSK’ya gönderdiği bilgi notu kimi yargıçların nasıl bir “müteşebbis”e ve yargı sahasının da nasıl giderek genişleyen bir “endüstri”ye dönüştüğüne dair içerden tanıklıkları ayrıntılarıyla ortaya koyuyor.

’15 TEMMUZ YARGISI, HERKESİN HİSSE ALDIĞI ŞİRKET GİBİ KURULMUŞTU’

En başından söyleyelim: Bu bir “temiz eller” süreci değil. İtalya veya Kolombiya’daki gibi bir “küçük yargıç hareketi” de değil. İyilerle kötülerin savaşı da yok ortada. Doğrusunu söylemek gerekirse tüm bu gelişmeler 15 Temmuz yargısının ruhunda vardı. Çünkü o yargı FETÖ tasfiyesi karşılığında herkesin hisse aldığı bir şirket gibi kurulmuştu. Öncesindeki rüşvet ve irtikap şikayetleri bu nedenle bugünden bir ölçüde farklıdır. Şurası açık ki Cumhuriyet yargısı rüşvetten çok bir irtikap yargısı idi. Yargı mensubu olmanın getirdiği imkanları tatil sitelerinden “Yargıtay otel”lerine kadar uzanan bir alanda faydaya dönüştürmek Cumhuriyet yargısının bir geleneği idi. Müfit Utku’dan Ergül Güryel’e oradan Eraslan Özkaya’ya kadar uzanan iddialar ise daha çok yargının merkezine yönelik idi. Şimdi ise irtikap ile rüşvet arasındaki denge tamamen bozulmuş görünüyor.

Şimdi 15 Temmuz yargısının sürecine bakalım.

‘GÜLEN CEMAATİ DIŞINDAKİ TÜM YARGI GRUPLARI ANA GÖVDELERİYLE HİSSE SAHİBİ OLARAK KATILDI’ 

15 Temmuz yargısı, 17-25 Aralık 2013 ve hemen ertesindeki işbirlikleri ile kurulmuş bir tür “şirket yargı” idi. Yargıda Gülen Cemaati dışındaki tüm grupların ana gövdeleriyle hisse sahibi olarak katıldığı bu şirket yapılanması cemaat karşıtı her türden hukuk dışılığı meşru hale getirirken o büyük tasfiye sürecinin içine her türden kişisel çıkar ilişkisinin saklanabileceği bir ortam da yarattı. Şirket, katılan gruplara yargıdan büyüklükleri oranında hisse verirken aynı zamanda yargı faaliyetlerinde geniş bir serbesti de tanımış oluyordu. 15 Temmuz ise bu şirketi tabanda daha da yayarak yargıyı adeta bir feodal fiefler alanı haline getirdi. Her grubun kendinden sorumlu olduğu hakimiyet alanları ile bu alanlar arasındaki uzlaşma ve çatışmalar yargı içindeki süreçleri belirledi.

Buna bir yenilik daha eklenmişti: Pelikancılar denilen İstanbul grubu ile geleneksel yargı grupları arasındaki savaş yargı hakimiyetini olduğu kadar, yargı endüstrisinin ürettiği artık değerin paylaşımına ilişkindi de.

‘CEMAATÇİ OLUNMADIĞININ EYLEMLİ OLARAK İSPATLANMASI İSTENİYORDU’

Ve bir nokta daha: 15 Temmuz sonrası yargı içindeki beşeri ölçek tamamen değişti. 12 bin kişilik hakim ve savcı kadrosundan üçte birinden fazlası tasfiye edilmiş, hızla atanan yeni kadrolarla zaman içinde 25 bin sayısına ulaşmıştı. Bu yargının önce üçte ikisinin ve bugüne gelen süreçte ise yargı kadrolarının yüzde doksanının on yılın altında bir kıdeme sahip olduğu anlamına geliyordu. Meslek sosyolojisi çalışan bir sosyoloğa sorsanız bu halde bir yargının ve yargıcın olmadığını, olamayacağını söyleyecektir size. Nitekim 1909 tensikatı gibi 2016 tensikatı da yargı da büyük bir boşluk yaratmıştı. Bu durum hiç bir teknik hukuk bilgisi denetiminden geçmemiş binlerce yeni kadronun yargıda görevlendirilmesine yol açtı. O yargıda Gülen cemaatinden uzak kalmak asli kırmızı çizgiydi. Cemaatçi olunmadığının eylemli olarak ispatlanması isteniyordu ve yargıçlar arasında Cemaat karşıtlığı yarışı akıl sınırlarını iyice aştı. Mesleki disiplin, bilgi ve teknik ve etik meseleler tamamen dışarda bırakıldı. Korku ile dahil olunan ve ayakta durulmaya çalışılan bir yargıda iktidarın zihnini anında okuma yeteneği geliştirmek temel eğilim haline gelirken aynı anda her türden çıkar ilişkisini de “cemaate karşı savaştım” örtüsü altında saklamayı işlevsel hale getirdi.

15 Temmuz yargısında yetki ve görev alanlarının kıymetleri de belirli ölçüde değişmişti. Yeni yargıda en stratejik olan pozisyonlar şurasıyla özel görevli ve yetkili Cumhuriyet başsavcılık ve savcılıkları, sulh ceza hakimlikleri ve özel görevli ve yetkili ağır ceza mahkemeleridir. Dolayısıyla paylaşım savaşında dikkatler kaçınılmaz olarak bu noktalara yönelecek ve taraflar birbirlerini buralardan takip edeceklerdi.

Bir başka önemli sorun daha vardı ki o da AKP ile her yakınlığı olanın yakınlığı oranında yargıda iş görme ve söz dinletme yetkisi doğmuştu. Bu durum AKP avukatlığını olağanüstü bir mali güce taşıdı. Fakat sadece onlar da değil AKP yöneticisi olmak da yargı dosyalarını geçim kapısı haline getirmeye yetiyordu. Burhan Kuzu’ya yönelik iddiaları hatırlayalım…

‘HER TÜR SORUN, GÜLEN CEMAATİNE KARŞI SAVAŞ TAMTAMLARI ARASINDA ÖNEMSİZLEŞTİRİLDİ’ 

Çıkış var mı peki? Hayır yok. İçerden yapılan “temiz eller çağrısı”nın da bir karşılığı yok. Neden peki? Son sekiz yıldır olağanüstü bir serbestlikle çalışan bir yargının toparlanabilmesi mümkün değil. 15 Temmuz yargısı öyle kapalı bir sistem yarattı ki içerdeki her tür sorun Gülen Cemaati’ne karşı savaş tamtamları arasında önemsizleştirildi. Mevcut yargıya muhalefet sadece ve sadece Cemaat tarafından yürütülen bir etkinlik olarak damgalandı. Hukuki biçim ve teknik adliye dışına itildi.

Böyle bir ortam tabii ki uyuşturucu ve kara para aklama suçu şüphelileri ile yargı hizipleri arasında kurulu olan geleneksel “rüşvet borsası”nı da değiştirecekti. Gülen cemaatine karşı savaş ve bu savaşın “kahramanları” söyleminin gücü Türkiye yargısındaki suç fiillerinin tümünün birer iç sorun haline gelmesine yol açtı. Böylece sorunlar dışarıya yansıdığı ölçüde birer sorun olabiliyordu. Fakat içerde kaldığı müddetçe de “şirket içi sorun” olarak üstü kapatılacaktı.

Çürüme işte buralardan doğdu ve yargıdaki tüm sorunlar halının altına süpürülmeye devam edildikçe belli ki giderek derinleşecek… Bu ülke yargı ve hukuk meselesini gerçek ve sorumlu bir politik mesele haline getirene kadar da çürümenin yeni görüntülerini seyretmeye devam edeceğiz…”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram