‘Gel burada konuş’

“Ya sev ya terk et” popülist sağ siyasetin buyurgan dilidir. Toplum hem sevip hem terk edenleri bir gün anlayacaktır.

CAN BAHADIR YÜCE 08 Şubat 2022 GÖRÜŞ

Türkiye dışındaki gazetecilere, aydınlara karşı şu söylem epeydir yaygın: “Uzaktan konuşmak kolay, gelin ne söylecekseniz burada söyleyin…” Geçenlerde sürgündeki bir gazeteciye çıkışıyorlardı: “Gel burada konuş, yoksa sus!” 

Bu buyurgan tavrın “ya sev ya terk et” demekten farkı var mı?

Amerikan sağının dolaşıma soktuğu “ya sev ya terk et” Vietnam Savaşı sırasında popüler olmuştu. Ernest Tubb savaş karşıtlarını, hippileri, barışçı solu eleştiren ünlü şarkısını söylüyordu: Burası Amerika—ya sev ya terk et. Benzer şarkılarla (Merle Haggard’ınki gibi) iyice yerleşen slogan zamanla, Brezilya’dan Türkiye’ye, milliyetçi sağın, yerliciliğin sembolüne dönüştü.

Kendinden olmayana “bizi sev yoksa çek git” demenin hikâyesi uzun. Çok kere sevmek de yeterli olmamıştır: Adieu Istanbul belgeselinde Marina Kiriakopoulo’nun sözleri içime oturmuştu. “Ben şehri hissediyorum,” diyordu doğma büyüme İstanbullu kadın gözyaşlarıyla, “İstanbul benimle hâlâ konuşuyor.” Sorulsa, evini terk etmek zorunda kalmış ne çok mübadele mağduru kendine “Türk” diyen birçoklarından daha fazla ülkesine bağlılık duymuştur. Hrant Dink, Türkiye’yi kendini “yerli ve milli” görenlerden daha mı az seviyordu? 

Doğrusu, epeydir Türkiye’de olup bitenler hakkında yazmaktan kaçınıyorum. Yıpratıcılığı, beyhudelik hissi bir yana, bir şeyleri ıskalama ihtimalini göz ardı etmiyorum. Uzakta olmak mercek sorunu doğurabilir. Her konuda laf yetiştiren, ahkâm kesen durumuna düşmektense mesafe yeğdir. Gelgelelim, bazı şeyleri görebilmek için biraz geriye çekilmek, uzaklaşmak gerekir. Sürgündekiler ülkenin halini dışarıdan daha açık seçik görüyor olamazlar mı?

Uzaktakilere gösterilen tepkinin türlü nedenleri olabilir: Dışarıdan gelen baskının iktidarı hırçınlaştırma ihtimali, herkesi düşman gören o kör inanç, dışarıda ol(a)mamanın kırgınlığı, öfkesi ya da pişmanlığı… Ama aslında sürgünde konuşanları suçlamak şu anlama geliyor: Sizin konuşma hakkınız yok. Peki, o hakkı kim veriyor?

Sadece ülkenin sahipleri konuşabilir, demek yerlici ideolojinin temel savlarındandır. Sahiplik belgesini kim dağıtıyor? Şimdi hapiste ya da sürgündekiler de pekâlâ ülkenin sahipleri olabilir. Adem Yavuz Arslan’dan Cevheri Güven’e, Sevinç Özarslan’dan Selahattin Sevi’ye dışarıda mesleğini sürdüren gazeteciler var—onlara ‘susun’ diyenler bu hakkı nereden alıyor?

‘Gelin burada konuşun’ demek sahiplik iddiasıdır. Buyurganlık haklı kılmaz.

Şu da var: Siz oradasınız ve özgürce konuşamıyorsunuz.

Amerika’da yerlicilik göçmen karşıtlığıyla beslenmişti. Kendini ülkenin sahibi gören beyazlar yıllarca göçmenlere, siyahlara “beğenmiyorsan git” dediler. Çünkü yerlicilik yabancı ve farklı olana düşmanlık içerir. 

“Ya sev ya terk et,” “America First,” yahut “Brasil: Ame-o ou deixe-o!”—yerlicilik daima slogana indirgenebilir. Tek sloganla anlatılabilen her ideoloji gibi sığdır. Rıfat Ilgaz, “Bir kabak tatlısı, millisi bol olsun!” deyip bununla dalgasını geçerdi. (Gerçi “ya sev ya terk et” ideolojisi şimdilerde “ya sevdiğine inandır ya öl”e dönüştü. Ülkesini seven sevdiğine inandıramıyor, gitmek isteyen gidemiyor.)

Eve dönme çağrısı, nihayetinde, bir yerlilik buyruğudur. (Son kitabında Nurdan Gürbilek tam da bunu söylüyordu.) Bu dil popülist sağ siyasetin sığınağıdır. Geçen 6-7 yıla bakınca, Türkiye’de “yerli-milli” söyleminin yaygınlaşmasıyla ülkenin gerileyişi arasındaki orantıyı görmek zor değil.

Bu dönem “Sınırları Aşmak” (Crossing Borders) temalı bir ders hazırlarken bütün bunlar üzerine düşünme fırsatı buldum. Sınırların enikonu silikleştiği çağda “ya sev ya terk et” buyruğu iyice anlamsız görünüyor.

Toplum hem sevip hem terk edenleri bir gün anlayacaktır.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com