Beytocan, ‘Diyarbakır gibi sevdiği’ ülkesinden uzakta vefat etti

Beytocan, doğduğu topraklardan uzaklaşmasına sebep olan 12 Eylül darbesinin yıldönümünde, İsveç’te, henüz 68 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Bedeni baskılara, hastalıklara ve sürgüne daha fazla dayanamadı. Söylediği şarkılar ayrı güzeldi, yazdığı şarkılar ayrı.

BERKE KAYA 13 Eylül 2023 PORTRE

Kader bu olmamalı: Beytullah Güneri, doğduğu topraklardan uzaklaşmasına sebep olan 12 Eylül darbesinin yıldönümünde, İsveç’te, Karolinska Hastanesi’nde, henüz 68 yaşındayken aramızdan ayrıldı. Biz onu Beytocan olarak bildik ve sevdik. Söylediği şarkılar ayrı güzeldi, yazdığı şarkılar ayrı.

12 Eylül askeri darbesi sırasında tutuklanıp 15 yıl hapse mahkum edilen Beytocan, 6,5 yıl cezaevinde kalmış, 1987 yılında tahliye olmuştu. Cezaevinden çıktıktan sonra İstanbul’a taşınmış, müzik yaşamına atılmış, 1990 yılında ilk müzik kasetini çıkarmıştı. Ancak hayat pek cömert değildi ona. Tahammül sınırı aşıldığında, yani 1991’de İsveç’e göç etmek zorunda kaldı.

İsveç’in sunduğu maddi imkânlar sayesinde belki de sadece ömrü uzadı. Kanser tedavisi nedeniyle çenesinden bir parça alınıp atıldı, ayağından bir parça alınarak çenesine takıldı. Ancak çare olmadı: son haftalarda çenesindeki tümör ilerledi. Yüzünü kapladı. Kardeşi Adar Can’ın ifadesiyle, “son 3 günde gözü kapalıydı”.

Zaten geçirdiği amaliyet akabinde zor günler yaşamaktaydı. Yemek yiyemiyor, su içemiyor, ağızdan hortumla besleniyordu.

‘Normal’ koşullarda zevk ü sefâ içinde geçmesi gereken hayatı acılar içinde geçti. Bu acıların bir kısmına ‘devlet’, bir kısmına sanatçı ‘dostlar’ı, kalanına da bedeni yol açtı.

Zaman hiç kuşkusuz o muazzam eleğini onun için de kullanacak. Unutulmazlar arasına katacak…

ŞEYH OĞLUYDU; NE TOP OYNAYABİLDİ NE BİSİKLETE BİNDİ

1 Ekim 1955 tarihinde Diyarbakır’ın Silvan (Farqin) ilçesinde, bir şeyh ailesinin 6’ıncı çocuğu olarak dünyaya geldi Beytocan. Nüfus cüzdanındaki adıyla Beytullah Güneri…  Babası doğduğu yıl hacca gitmiş, döndüğünde bir oğlu olduğunu öğrenince ona “Beytullah” adını vermişti. Ancak doğduğu ilçeye de gönderme yaptığı için zaman zaman Beytullah Farquni olarak da bilindi, tanındı.

Evet; bir şeyh oğluydu. Üstelik babasının nüfusu Silvan ile sınırlı da değildi.

Lakin Beytocan, dünya ve siyaset işleriyle babası kadar ilgili değildi. Arzu ettiği kadar eğitim alamadı. Bir işe girip ekmek kazanma derdine düştüğünde ise hep babası çıktı karşısına. İşverenlere, “Sen nasıl bir şeyhin oğlunu çalıştırmaya cüret edersin!” deyip aldı onu çıraklıktan. Bu yüzden bir mesleği de olmadı.

Daha ergenliğe adım atmadan sesinin güzelliği, müziğe yatkınlığı anlaşıldı. Ancak babasının saygınlığı zedelenmesin diye bu alanda da pek ilerleme imkânı bulamadı.

Zor bir çocukluktu onunki. Babası vefat edene dek okuyamadı. Eline mızrap alıp vuramadı sazın tellerine. Çıkıp sokağa, koşamadı bir topun peşinden. Süremedi, üç tekerlekli de olsa bir bisiklet. Babasına göre bunlar haram şeylerdi. Varlık içinde yokluk çekti.

Gerçi ilerleyen yaşlarında müzik dünyasına girdiği, pek çok kişiye maddi-manevi destek olduğu halde, kendine yatırım yapmayı yakıştıramadı.

O günleri şöyle anlattı bir söyleşisinde: “Ben birçok insana kaset için yardım ettim. Özal öneminde Kürtçe serbest dediler, ama pratikte serbest değildi. Bana diyorlardı: Sen o kadar yardım ediyorsun, söz yazıyorsun, niye kendine kaset yapmıyorsun? Babama söz vermiştim, okumayacağıma dair.”

Küçük yaşlarında din eğitimi alan Beytocan, ardından ilkokula başladı. 8 yaşında iken ailesi ile birlikte Diyarbakır’a göç etti. Göç, bir kader olarak ilk kez bu dönem çıktı karşısına.

Son günlerinde yanında olan gazeteci Mehdi Mutlu’nun aktardığına göre; henüz ilkokulda İstiklal Marşı okunurken yaramazlık yaptığı için öğretmeninden yediği tokattan sonra kulak zarı yırtılınca bir kulağının duyma yetisini kaybetmişti.

Devlet peşini bırakmadı. 12 Eylül askeri darbesinden sonra tutuklandı; 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 6,5 yıl cezaevinde kaldı. 1987 yılında özgürlüğüne kavuştuktan sonra da İstanbul’a yerleşti. Bu da ikinci göçtü onun için…

Bu süreçte Orhan Gencebay ve Selami Şahin ile çalıştı. Zaten ‘Beytocan’ ismini de ona Selami Şahin yakıştırdı.

Bir şeyh oğlu olmanın bazı alışkanlıkları vardı: Sürekli vermek gibi. Beytocan da elindeki avucundakini paylaşmanın ötesinde, yazdığı şarkı sözlerini de dağıtıyordu çevresine.

Bir gün Selami Şahin ona, “Neden yazdıklarını kendin söylemiyorsun?” demesi üzerine bestelerini seslendirmeye başladı.

İlk kasetini 1990’da yaptı.

Onun bir farkı vardı: Para için müzikle uğraşmıyordu. Zaten belli bir varlığa sahipti. Tüm derdi, Kürt halkının acılarını yansıtmaktı. Görmezden gelinen acılarını..

 

ŞARKILARINI 33 KİŞİ OKUDU

Kim şarkısını okumak istese hiç itiraz etmedi. İzin istemeleri yeterliydi. Para söz konusu dahi olmadı.

Sözü, müziği ve bestesi kendine ait 4 albüme imza attı. Ancak Yan Mirin Yan Diyarbekir albümü Türkiye’de yasaklandı.

Baktı ki, iktidardakilerin söyledikleri ile eyledikleri tutarlı değil. Baktı ki, görünür kılmaya çalıştığı, iyileştirmeyi umduğu acılar çok derinde ve başında ilgisiz kişiler nöbette. Baktı ki, dışarıda da içerideki gibi bir hayat onu bekliyor. Gitmeye karar verdi.

Beytocan İsveç’e neden gittiğini şu sözlerle açıkladı:

“Birileri öyle olsun istedi, bize kıyabilirlerdi, zaten onu söylediler. O zaman eşim ve bir çocuğum vardı. ‘En iyisi gideyim’ dedim. Memleketimden kaçmadım, zorladılar beni. Arkadaşım Ahmet Kaya da kaçmadı ki onu da zorladılar. Yoksa insan ülkesinden niye kaçsın ki?”

1991 yılında İsveç’e zorunlu olarak yerleşti. Ancak orada sıkıntılar yaşadı. Oturma izni alabilmek için 5 buçuk yıl beklemek zorunda kaldı

Sürgünde olmayan için nedir ki oturma izni…

Sürgünde olmayan bilmez ki bir gün, bir gün değildir; gün uzar, süner yüz yıl olur adama…

Ve 23 yıl aradan sonra memleketi Diyarbakır’a gitme, oranın havasını soluma, toprağına dokunma fırsatı buldu. Çözüm süreci günleriydi: 2014.

Sanatçıyı havaalanında ablası Feriha Dağ karşıladı.

Lakin ‘dün’ bıraktığı Diyarbakır yoktu karşısında. ‘Bugün’kü Diyarbakır da olmasını istediği şehre hiç benzemiyordu. Sanatçı duyarlılığı başka bir şeydi. O sezer, fark eder ve değiştirmeyi arzulardı. Ancak koşullar buna hiç uygun değildi. Mücadele için bedeni de uygun değildi.

Değişiminde rol alamayacağı bir süreç içinde olmak istemedi ve kısa bir süre sonra Diyarbakır’dan ayrılarak Stockholm’e döndü.

O KÜRTLERİNDİR, SİZİN DEĞİL

Bazı insanlar mıknatıs gibidir; evrendeki olumsuz enerjiyi çekerler üzerlerine. Beytocan da bu talihsizlerdendi.

Tüm cömertliğine rağmen, tüm hoşgörüsüne rağmen, olması gerektiği gibi olmuyordu pek çok şey.

Kendini var ettiği müzik dünyası için dahi geçerliydi bu.

Ancak onun duyarlılığı bu dünyaya göre değildi galiba.

Mesela, Tatlıses’in okuyup meşhur ettiği bir şarkının telifini almak istedi bir yapım şirketi. Dünyaca ünlü bir Alman yapım şirketi…

Onlara yanıtı şöyle oldu:

“Alman şirketi bana, ‘ne istiyorsan verelim’ dediler. Ben onlara ‘o Kürtlerindir, sizin değil’ dedim. İbrahim Tatlıses Avrupa’ya geldiğinde dostlarla bana selamlar gönderiyordu. İbrahim Tatlıses’in telefonunu istedim ve dedim ki, ben askerlik yapmadığım için Türkiye’ye dönemiyorum. Bana askerlik parası versin dönüp ailemin mezarlarını ziyaret edeyim. Bana bir telefon numarası verdiler. Aradım sonra Tatlıses beni aradı. Ona askerlik paramı ödemesini ve Türkiye’ye gelmek istediğimi söyledim. Bana ne kadar olduğunu söyledi, ben avukatın söylediği rakamı söyleyince ‘önemli değil, 30 katını gönderirim’ dedi. ‘Birini gönder buraya onunla göndereyim’ dedi.”

Beytocan, Tatlıses ile yaptıkları konuşma üzerine bir arkadaşını peşinden gönderdiğini, ancak 2 ay boyunca ne bir adres, ne de Tatlıses’in bir daha telefona çıkmadığını belirtti: “Beni çok incitti, 6 ay sonra kalktı Ateş Düştü Gönlüme adlı eserimi okudu. İzin almadan ve adımı bile yazmadan. Beni dolandırdığı için kendisine dava açtım.”

İbrahim Tatlıses’le yaşadığı hayal kırıklığı da bunlardan sadece biriydi.

Neyse ki hayatta kalma hastalığına tutunmuş kişilerden değildi. 12 Eylül 2023’te 68 yaşında İsveç’te vefat etti. Ailesinin açıklamasına göre Beytocan’ın naaşı İsveç’te defnedilecek , taziyeler İsveç ve Diyarbakır’da yapılacak.

Başka bir deyişle Diyarbakır’a, o çok sevdiği memleketine uzaktan, çok uzaktan bakacak artık…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram