Günay’dan “cemaat” çıkışı: Suçsa AKP’nin kapatılması lazım

Eski Bakan Ertuğrul Günay'dan Gülen Cemaati ile ilgili dikkat çeken açıklamalar geldi: Suçsa AKP'nin kapatılması lazım... Bu bir siyasi suçlama, hukuki değil artık. Siyasi suçlama, şeytanlaştırma, korkutma vesilesi haline geldi.

KRONOS 10 Eylül 2020 GÜNDEM

Eski AKP’li Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, katıldığı televizyon programında Gülen Cemaati ile ilgili bir soruya dikkat çeken bir cevap verdi.

TV5’de yayınlanan, moderatörlüğünü Mustafa Deniz ve Hasan Basir Akdemir’in yaptığı 4.Güç adlı programa katılan Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay kendisine yöneltilen soruları cevapladı.

ATASÖZÜ İLE AÇIKLAMAYA ÇALIŞTI

Programda, Mustafa Deniz’in, Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonları gündeme getirerek, “Hemen hemen her kesime yönelik bir operasyon yapıldı, bir çalışma yapıldı ancak ne zaman siyasi kanat konuşulsa muhalif üzerine yıkılmaya çalışılan bir yapı çıkıyor ortaya. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna Günay, “Bizim halkımızın bir sözü vardır; kabahat samur kürk olsa kimse üzerine almak istemez” atasözüyle cevap verdi.

‘BU SUÇSA AKP’NİN KAPATILMASI LAZIM’

Günay, “İktidar kendi üzerine gelmesin diye en olmadık yerlere bu suçlamaları yapabiliyor. Geçmişte bu çevrelerin gazetesinde yazmak, onları övmek, onların birtakım etkinliklerini desteklemek, göklere çıkarmak eğer bir yakınlık, bir ünsiyet, iç içe olma görüntüsü ise ve bu suçsa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması lazım bence. Çünkü en tepesinden en aşağıya kadar bu ilişki içinde olmayan hemen hemen yoktur” dedi.

“KİM YOKTUR BU İLİŞKİNİN İÇİNDE…”

Günay, şöyle konuştu:

“Kim yoktur bu ilişkinin içinde? Benim gibi bu harekete dışarıdan katılmış, genellikle bu çevrelerle zaten tarihten beri yakın ilişkisi olmayan insanlar dışındadır. Bu bir siyasi suçlama, hukuki değil artık. Siyasi suçlama, şeytanlaştırma, korkutma vesilesi haline geldi.”

İşte Günay’ın söyleşisinde ilgili bölümün tamamı:

‘FETÖ’nün solcuları’ yazısında bakanlığınız döneminde bakanlığınıza bağlı birimlerdeki atamaları bu minvalde yaptığınız söyleniyor. Buna cevabınız ne olacak?

Dün de iktidar yanlısı bir arkadaş, ben 6-7 Eylül’ü eleştirmiştim, onunla ilgili bazı ifadelerimden rahatsız olmuş. Bana, ‘Bakanlığınız döneminde dindar mütedeyyin arkadaşları aldınız görevden yerine ateistleri atadınız’ tarzında tam tersine bir iddiada bulunmuştu. İkisi de doğru değil. Ben büyük ölçüde bakanlık bürokrasisinde, bizde bölge müdürü yok zaten. Yani arkadaş yanlış biliyor. İki, İl müdürlerinde düzeyinde değişiklik olmadı. 80 il müdüründen 8 tane belki değiştirmişimdir. O da kimisi yaş haddinden ayrılmıştır, kimisinin mahkeme kararı vardır. Genel Müdür düzeyindeki arkadaşlarımdan veya en üst düzey arkadaşlarımdan ikisi bu iktidarda milletvekili ve bakan oldu. Birkaç tanesi de muhalefet partisinin çok önemli görevlerine geldiler. Yani o arkadaşların iddia ettiği bir atama silsilesi kesinlikle olmadı. Ama işte herkes kendisine göre bir şey söylüyor.

Demin iki tweetimden söz ettiniz, bir üçüncüsü daha var. Ben 12 Mart’ı delikanlılığımda, 12 Eylül’ü ilk gençliğimde yaşamış bir kıdemli siyaset adamıyım. Mesela 12 Mart’ta anarşi suçlaması vardı, 12 Eylül’de komünist suçlaması vardı. Başka suçlamalar da vardı ama bunlar çok revaçtaydı. Birtakım insanlar siyasi husumet duygusuyla rakiplerini temizlemek için, karşı kamptakileri darbeci yönetimin gözünde küçültmek ve güç durumda bırakmak için önlerine gelenlere bu yaftaları takmaya çalışırlar.

“SUÇLAYANLAR TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATILDI”

O günler geride kaldı. Suçladıkları insanlar Türkiye’de çok önemli yerlere konumlara görevlere geldiler. Suçlayanlar tarihin çöplüğüne atıldılar. Ben o suçlayanlardan bazılarıyla Anadolu kasabasında karşılaştığımda çöp tenekesinin arkasına saklandıklarını hatırlıyorum. Bugünler de geçecek. Türkiye’de şimdi böyle bir moda var, iktidarın karşısındakilere iktidarı rahatsız edenlere en ağır suçlama ne bugün? ‘Fetö’cü suçlaması. Bir biçimde onu işte filan yerde demeciniz mi çıktı, falanca yerde efendim televizyonda mı konuştunuz, filan yerde yazı mı yazdınız onu yapmaya çalışıyorlar. Bu hukuki değil. Bu kasıtlı ve siyasi bir suçlama ama yapanlar utanacaklardır ileride.

“SUÇSA ADALET VE KALKINMA PARTİSİ’NİN KAPATILMASI LAZIM”

‘Fetö’ suçlaması söz konusu olduğunda hemen hemen her kesime yönelik bir operasyon yapıldı, bir adım atıldı. Ancak ne zaman siyasi kanat konuşulsa muhalif üzerine aktarılmaya çalışılan bir yapı çıkıyor ortaya. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl görüyorsunuz bu durumu?

Bizim halkımızın bir sözü vardır. ‘Kabahat samur kürk olsa kimse üzerine almak istemez’ diye. Şimdi böyle bir tartışma siyasi çevrelerde, iktidarın kavga içinde olduğu ve kıran kırana bir savaş içinde olduğu cemaat çevresiyle kimin hukuku var, kimin ilişkisi var, kim geçmişte bunlara müzahir oldu, mukavemet gösterdi diye araştırdığınızda iktidar kendi üzerine gelmesin diye en olmadık çevrelere bu suçlamaları yapabiliyor. Geçmişte bu çevrelerin gazetesinde yazmak, onları övmek, onların birtakım etkinliklerin desteklemek, göklere çıkarmak, eğer bir yakınlık, bir ünsiyet, bir içiçe olma görüntüsüyse ve bu suçsa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması lazım bence. Çünkü en tepesinden en aşağıya kadar bu ilişki içinde olmayan hemen hemen yoktur.

“BU BİR SİYASİ SUÇLAMA, HUKUKİ DEĞİL”

Kim yoktur bu ilişkinin içinde? Benim gibi bu harekete dışarıdan katılmış, genellikle bu çevrelerle zaten tarihten beri yakın ilişkisi olmayan, insani diyalog dışında teması olmayan insanlar dışındadır. Demin de söyledim bu bir siyasi suçlama, hukuki değil. Siyasi suçlama, şeytanlaştırma, korkutma vesilesi haline geldi. Düşünün ki geçmişte bu konuda en ağır yazıları yazmış bulunan, bu konuları Türkiye’nin gündemine belki de ilk defa getirmiş bulunan Cumhuriyet gazetesi genel yayın müdüründen köşe yazarlarına kadar bu suçlamalara muhatap oldular. İşte Sözcü gazetesinin galiba genel yayın müdürü ya da sahibi bu suçlamayla ilgili yurtdışında, Türkiye’ye gelemiyor. Ama bu gazetelerin köşesinde birileri tıpkı iktidarın ağzıyla ve tıpkı iktidarın mantığıyla birtakım, hoşlanmadıkları insanlara, geçmişten beri siyaseten hasım gördükleri, rakip gördükleri insanlara bu suçlamaları, bu karalamaları yapmaya çalışıyorlar. Bunlar son derece haksız, yersiz.

“12 MART, 12 EYLÜL’Ü YAŞADIM, BÖYLE BİR DÖNEM OLMADI”

Tabi bizim gibi insanlara bunları söylemelerinin bir değeri yok. Biz çıkıp derdimizi bir yerlerde anlatabiliriz. Orda ismi geçen bir dolu arkadaşım var. Üst düzeyde bu yapılıyor, Anadolu’da da yapılıyor. Öğretmen rakibini, bakkal karşısındaki rakip bakkalı, öteki sanayideki bir başka hasmını bu tür suçluyor. Ve bu insanlar başlarını kolay kolay bu suçlamadan kurtaramıyorlar. Bir dolu insan mağdur oluyor. Bu yüzden kamudan bir dolu insan atıldı, bu suçlamalarla. Çoğunun hakkında hiçbir hukuki değil yok, bunlar takipsizlik aldı, beraat aldı kamuya döndürülmüyorlar. Çoğunun hakkında verilen kararlar haksız ve yersiz. Türkiye gerçekten, bir daha söylüyorum ben 12 Mart’ı üniversiteyi yeni bitirmiştim, 12 Eylül’ü en genç milletvekiliydim. Ben o dönemleri de gördüm ama bu kadar insanların hakkını aramaktan mahrum edildiği, bu kadar mahkemelerin bile çaresiz kaldığı, savcıların talimatla iş yaptığı, görmeleri gerekeni görmediği, görmemeleri gereken şeyi hükümetin zoruyla iktidarın zoruyla görmek zorunda bırakıldığı, hukukun bu kadar çiğnendiği bir başka dönem ülkemizde olmadı ne yazık ki.

Bazı köşe yazarları, bazı insanları hedef göstererek ‘fetöcü’ diyor. Bu köşe yazarları, neden nasıl yazıyor diye size sorayım.
Medyanın durumunu biliyorsunuz sanıyorum. Ana akım medya dediğimiz, bir dönemin büyük, çok satan, bugün öyle bir şey yok ya, gazetelerin büyük bir çoğunluğu iktidar tarafından, iktidarın yandaşları tarafından sahiplenildi. Orda kimin ne yapacağına, televizyon kanallarında muhalefetin adına bile kimin konuşacağına belli merkezler karar veriyor. Birtakım insanlar sürekli çıkıyor, birtakım insanların da çıkıp görüşlerini anlatmaları yasak. Türkiye gibi okur yazarlığın düşük olduğu ve görsel etkilenmenin oldukça yüksek olduğunun varsayıldığı toplumda televizyon, renkli resimli gazeteler, bir ölçüde etkili oluyor kamuoyu yaratmakta diyerek iktidar bu alana gerçekten çok profesyonelce bir saldırı uyguladı ve büyük ölçüde ele geçirdi.

“2010 YILINDAKİ KARŞITLIKLARA BAKIN, BİR DE BUGÜNKÜ YANDAŞLIKLARA BAKIN”

Şimdi bu çevrelerde birileri iktidarın hoşlandığı terimleri kullanarak kendilerini sigorta etmeye çalışıyorlar. Birileri, geçmişte iktidarla çok karşı karşıya olan bazı çevreler bugün garip içiçelik içindeler. Yani siz 2010 yılındaki karşıtlıklara bakın, bir de bugünkü yandaşlıklara bakın. Çok içiçe yeni tablolar oluşmaya başladı. Geçmişte Ergenekon’la ilgili fevkalade şikayeti olan bazı çevreler bugün iktidarın yanında bu sefer başkalarına karşı acımasız bir dille, oraya yaranmaya çalışıyor.
Tabi şunu da görmek lazım; medya bundan beş on yıl önce olduğu kadar etkili mi bugün Türkiye’de? Hayır etkili değil. Sosyal medya gelişti çünkü, insanların her birisinin kendi takipçileri var, kendi iletişim ağları var. Haber aldıkları, yurtiçi yurtdışı kanallar var, gerçekleri görüyor. O yüzden geçmişin amiral gemisi denen gazetelerin televizyonların bugün ciddi bir alıcısı yok. Ben birçok evde filan kişiler çıktığı zaman, ne söyleyeceği baştan belli diye o tartışma programlarının katiyen dinlenmediğini, kulak verilmediğini çok iyi biliyorum.

“İKTİDAR BİR ÇIRPINIŞ İÇİNDE”

Ama bir çırpınış içinde. Benim gördüğüm üçüncü seçimden sonra, yani 2011’den sonra iktidar önce bir kibre, ondan sonra da bir dolu yanlışa savruldu. Dış politikada var, iç politikada var, ekonomik konularda var. Bu yanlışlara savruldu ve artık toparlayamıyor. Toparlayamadığı için, eski düşmanlarıyla dost eski dostlarıyla düşman olma ihtiyacı hissetti. Bir sürüklenme var. Bakın korona olayında bile, şu hastalık olayında bile bir başarı hikayesi bundan üç ay önce yazılacak gibiydi. Şu anda bir panik var Türkiye’de. Bundan 3 ay önce herhangi bir kasabada adı olmayan hastalık, bugün çevre hastanelerde bütün yoğun bakımları doldurmuş vaziyette. Her şeyi kamuoyunu kandırmak, kamuoyunu yönlendirmek, kamuoyunu etkilemek amacıyla sanal biçimde yaptıkları için. Medyayı da bu alanda kullanıyorlar. Burada çok farklı çevrelerden insanlar kullanıyorlar. Ama gelip gerçeğin duvarına bir yerde, bu hastalıkta gördüğümüz gibi, eğitimde gördüğümüz gibi, turizmde, birçok alanda gördüğümüz gibi, gelip duvara tosluyor. Bence bu sistemin, bu yalanla ülkeyi yönetme sisteminin bir çıkar yolu olmadığının görülmesi ve bundan tez elden vazgeçilmesi gerekiyor ama galiba bir çaresizlik de yaşanıyor. Vazgeçmeleri bizim dışarıdan tavsiye ettiğimiz kadar kolay değil herhalde.

“TÜRKİYE’DE BİR ŞEYE OLMAZ DEMEK ÇOK ZORLAŞTI”

Gerçekler su yüzüne mi çıkıyor da bir gündem değiştirme çabası var idamla? Yoksa gerçekten değer verilir bir açıklama mı idam açıklaması?

Türkiye’de bir şeye olmaz demek çok zorlaştı. Çünkü bir şey olmaz demek için olağan aklın devrede olması, bir rasyonalitenin devrede olması ve ona göre sizin bir muhakeme yürütmeniz gerekiyor. Mesela sayın Erdoğan iki yıl önce ‘olmaz bu da nerden çıktı’ dediği bugün yapabiliyor. Ya da sayın bahçeli iki yıl üç yıl beş yıl önce çok ağır şeyler söylediği kişilerin yanında çok övgücü biçimde yer alabiliyor. Böyle bir akıl karışıklığı, böyle bir karmaşık durum var.

Gündem değiştirmek konusunda da gerçekten gayret var. Mesela geçenlerde Karadeniz’deki doğalgaz konusunda büyük bir yansıma olacak gibi önce beklenti yükseltildi, ama ertesi gün çıktı ki bu haberler 15 yıldan beri var. Ege’deki kriz meselesi var, oradan iç kamuoyu bir milliyetçi toparlanmaya çekiliyor. Ben birkaç bilgi yayınladım geçenlerde 1976’nın Ağustosu’ndan itibaren aynı tartışmayı yaşıyoruz biz. Yani 40-45 yıldır. Gündem değiştirme çabaları çok da sonuç vermiyor, çok çabuk tükeniyor. Çünkü büyük bir gerçekliğe dayanmadığı için.

Türkiye’de halkın böyle bir talebi olduğundan söz ediyorlar. Halkın en büyük talebi iş bulmak. Geçim, halkın en büyük talebi insanca yaşamak, çocuğunu okutmak, çocuğunun kendisinden daha güvenli, daha özgür, daha gelişmiş bir ortamda yaşaması. Bunlar toplumun talepleri değil de idam toplumun talebiymiş. Tabi hepimizin yüreğini yakan birtakım olaylar var. Birtakım sapıklıklar var, gerçekten hunharca cinayetler var. Buralarda yasanın öngördüğü müebbet, yani aftan yararlanamaz, herhangi bir kolaylaştırmadan yararlanamaz, diye yasanın öngördüğü uygulamalar var. Onu uygulayın, gevşetmeyin. Onu orasından burasından bozmayın.

“ERDOĞAN İDAM EDİLENLERİN MEKTUPLARINI OKUYUP GÖZYAŞI DÖKÜYORDU”

İdam, bir hukukçu olarak söylüyorum, çok zor bir karar. Bir yanlış çıktığını ileride anladığınızda telafi edilmesi mümkün olmayan bir karar. Bu çok vahim. Dünyada bu çok tartışıldı, biz de tartışıldı. 2010’da Anayasa değişikliği sırasında idam edilmiş bulunan siyasi olarak solcu ya da sağcı diye idam edilmiş bulunan gençlerin anılarını mektuplarını sayın Erdoğan grup toplantısında okuyordu ve gözyaşı döküyordu. Bir aldatılmışlık var ortada. O gün onları söylediğiniz, bugün de ‘idam gelsin önüme ben imzalarım’ diyorsanız, ya o gün söylediğiniz ya bugün yaptığınız birisi doğru değil. Bunlardan birisi doğru değil. Daha birkaç yıl önce bunları söyleyerek siz idamı lanetlemişken, bugün tekrar gündeme getiriyorsanız bir gariplik var gerçekten. Gündem değiştirme, birtakım fanatik çevrelerin duygularını okşama gibi. Ben sayın Bahçeli’nin bunu gündeme getirmesini yadırgıyorum. Galiba onun hükümette olduğu dönemde üçlü koalisyon döneminde kaldırıldı idam cezası. Yanlış anımsamıyorsam.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com