Çek bir kahraman, “Süper” olsun!

İçimizin dışımızın “kuru”, sığ ve tekrara dayalı siyaset olduğu bir süreçte, gelin size çizgi roman (comics) üzerinden bir masal anlatayım. Çünkü eğer bir yerde kahramana ihtiyaç varsa, muhakkak türetilir. Eğer iktidarın kahramana ihtiyacı varsa, halkın da ihtiyaç hissetmesi sağlanır.

BERKE KAYA 18 Aralık 2022 KÜLTÜR

Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın, Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda “büyük bir duyuru” yapacağını belirtip, “Amerika’nın süper bir kahramana ihtiyacı var” ifadesini kullanmasına şaşırdım diyemem, lakin ürktüm.

Hele hele duyurduğu ve Nitelikli Fikri Tapu (NFT) şeklindeki dijital ticari kartların, piyasaya çıkmasının ardından 24 saat içinde tükenmesi, ürpertimi korkuya dönüştürdü. Zira kişinin kendini “her şeye muktedir” sanması başka, o mâlіhûlyâya kapılmış kişiye inanmak ve varını yoğunu ona adamak bambaşka bir şey.

Vaktiyle Nietzsche’nin sorduğu soruyu bugün de ve belki de sık sık sormak gerekir: “Kimin güç istenci ahlaklılıktır?”

Nietzsche bu soruya şu şekilde yanıt verir: “Cevap: — Bunun [güç istencinin yani] arkasına saklanan üç güç vardır (1) Sürünün güçlülere ve bağımsızlara karşı içgüdüsü; (2) Sefillerin ve yoksulların talihlilere karşı içgüdüsü; (3) Alelade olanların istisnai olanlara karşı içgüdüsü. Bu hareket muazzam bir avantaja sahiptir ama birçok zulüm, sahtelik ve dar görüşlülükten yardım görmüştür (çünkü ahlaklılığın yaşamın temel içgüdülerine karşı mücadelesine ilişkin tarihin kendisi bugüne kadar dünyada var olan en büyük ahlaksızlıktır.”

Trump’ın süper kahraman NFT’leri 24 saatte tükendi

Kutsal üçgen: Tanrı – vatan – aile

Önüne “radikal” yahut “aşırı” sıfatlarından hangisini getirirseniz getirin “sağ”ın Avrupa’da yükselişte, hatta revaçta olduğunu görüyoruz. Bu görüş, sırtını, biraz indirgeyerek söylüyorum, Avrupa’nın kendi kültürel kimliğini kıta dışından gelen kültürlerin istilasından muhafaza etme hakkına dayıyor.

Bu retorikte, “tanrı” ve “vatan” kavramları üzerinden türlü klişe vurgularla “aile” ve “değerler” cilalanıp vitrine konuyor. Tabii “yabancı” karşıtlığı da yanında servis ediliyor.

Bu jargon ve bu senaryo bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu size?

İçimizin dışımızın “kuru”, sığ ve tekrara dayalı siyaset olduğu bir süreçte, gelin size çizgi roman (comics) üzerinden bir masal anlatayım.

Hal Foster, 1929 yılında çizip okurla buluşturduğu Tarzan’ı hatırlar mısınız? Hani Avrupalı asil bir soydan gelip Afrika sahilinde gorillerce bulunarak büyütülen çocuk var ya, işten ondan söz ediyorum.

Biyografik nitelikler taşıdığı söylense de şurası net: Her şey Edgar Rice Burroughs’un 1921’de yazdığı Tarzan of the Apes (Maymunların Tarzanı) ile başlıyor.

Foster ise bu popüler karakteri çizgi dünyasına taşıyor; Tarzan’ı Tarzan yapan öğeleri koruyarak.

Nedir o öğeler?

Karaya vuran enkazdan topladığı kitaplarla okuma yazmayı öğrenen bir “beyaz”ın zamanla maymunların, ormanın ve siyah Afrikalıların koruyucusu, efendisi olması. Fevkalade faşizan, hadi yumuşatalım, devlete ihtiram, güçlü bir lidere bağlılık ve aşırı milliyetçilik odağında dönen bir hikâye.

Benzer bir durum, bizim Kızılmaske olarak bildiğimiz The Phantom için de geçerli. Lee Falk, 1936’da yazdığı bu eseri, neredeyse aynı ray üzerine oturtur: Yerliler cahil ve beceriksiz, onları koruyan kahraman ise üstün meziyetlerle donatılmıştır, on kaplan gücündedir. Tarzan’dan farkı; bu kahramanlık müessesi babadan oğula (bazen kıza) geçer.

“Kızılmaske'”de, yerliler cahil ve beceriksiz, onları koruyan kahraman ise üstün meziyetlerle donatılmıştır, on kaplan gücündedir.

19’uncu yüzyılın ikinci yarısı, bilhassa 70’lerden sonrası, şehirlerin cangıllardan farkı kalmaz. Nüfus kontrolsüz şekilde artar. Binalar göğe görkemli ağaçlar gibi yükselir. Güçlü olan (mafya) zayıfı ezer. Darp, soygun, tecavüz olayları çoğalır.

Hal böyleyken, dünyanın bir ucundaki yerlileri, siyahileri kurtarmayı bırakır hikâye anlatıcıları ve çizerler; kendilerine, yaşadıkları topluma bakmaya çalışırlar. Onların da imdatlarına, sarmaşığa değil ama, kolundan çıkan güçlü iplerle çatılardan çatılara atlayan kahraman türü yetişir.

Eğer bir yerde kahramana ihtiyaç varsa, muhakkak türetilir.

Eğer iktidarın kahramana ihtiyacı varsa, halkın da ihtiyaç hissetmesi sağlanır.

Çek bir kahraman, “süper” olsun!

Şimdi dönelim sorumuza: Kimdir “süper kahraman”? Hemen söyleyeyim: “Normal” insanların yapamadığı şeyleri yapma gücüne sahip olan ve bu gücü toplumun yararına kullanan kişi.

Peki, süper kahramanlara ihtiyaç duymayan bir dünya mümkün mü?

Tarihin her döneminde, her sosyal sınıfta, her cinsiyette, her coğrafyada “kötü”ler ve “mağdur”lar olmuş. Kötüler kötülük yaptıkça güçlenmiş, mağdurlar da ezildikçe zayıflamış. Ortada bariz bir adaletsizlik var.

Bir erk olarak devletin gölgesi yeterince koruyucu olmazsa, güven telkin etmezse, mağdur kendini kurtaracak başka bir “kudret”li arar. Mitlerin, dinin, felsefenin doğuş sebebi de budur aslında.

Bilimde ilerledikçe, icatlar arttıkça, yaşam kolaylaşmış. Kültürel ve sosyal gelişmeler cinsler arası ayrımcılığı aza indirmiş. Ama bir şey hiç değişmemiş: Terazinin bir kefesi daima üstte! Ama az, ama çok; bu hep böyle olmuş. Dolayısıyla da diğer kefede olanlar hep bir “süper kahraman”a ihtiyaç duymuş. Onun varlığına inanarak teselli bulmuş.

İnsan, yeryüzündeki canlılar içinde ilgiye, bakıma ve korumaya en uzun süre ihtiyaç duyan canlıdır. Dünyaya “tamamlanmamış” olarak geliriz.

Güvende olduğumuz rahimden sonra “dış dünya” tehlikelidir. Bedenen ve ruhen hazır değilizdir tehlikelerin üstesinden gelmeye. Bilinçlendikçe Ali Baba’nın mağaralarına daha az ineriz. Ama yaş kaç olursa olsun, içimizde uyuyan korkuyu tetikleyecek bir şey muhakkak çıkar. O korku o kadar güçlüdür ki bazen, bizim tek başımıza onunla baş etmemiz imkânsızdır. Yardıma ihtiyaç duyarız.

Hiç kuşkusuz bir psikoloğa gitmek, terapilere katılmak bir seçenek. Psikanaliz muazzam imkânlar sunuyor kişiye. Lakin herkesin buna gücü yetmez. Bir de gücü yetse dahi sabrı yetmez. Çünkü “hemen şimdi” ihtiyacı vardır yardıma. Haftalar ve aylar içinde değil.

Bir masal kahraman olan Çizmeli Kedi, bir sistem eleştirisi olarak da okunabilir.

Hiroşima ve Nagazaki’de ölçülen “büyük güç”

İşte süper kahramanlar bu esnada girer devreye.

Denizci Sinbad da bir süper kahramandır, Çizmeli Kedi de, Alaaddin de… Apollon da bir süper kahramandır, Zeus da…

Ancak tarifini yaptığımız ilk süper kahramanlar peş peşe yaşanan Dünya Savaşları sonrasında girer hayatımıza. Eski masal anlatıcılarının, şamanların yerini bugün yazarlar, çizerler, yönetmenler aldı sadece.

Amerika, her ne kadar Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombası ile binlerce insanın ölmesine sebep olmuş bir “büyük güç” olarak görülse de, Büyük Depresyon olarak bilinen süreçte, yani 1929- 1940’lı yıllarda ekonomi ve sosyal anlamda çöküntü yaşadığı, sıkıntı çektiği çok açık.

Bu çöküş ve iflas, hayatta kalmak için ilahi güçlerden yardım umanları çoğaltmış, nihayetinde süper kahramanların yaratılmasına sebebiyet vermiştir.

Aristo’ya göre “umut, uyanan insanın rüyasıdır”. Umut beklemektir biraz da… Başka bir deyişle, arzulanan şeyi beklemektir. Ve her umudun doğasında bir korku vardır. Kaybetme korkusu.

Modern anlamda ilk süper kahraman, 1931 yılında çıkan The Shadow’dur, yani Gölge. Walter B. Gibson tarafından yaratılan kurgusal bir karakterdir. 1930’ların ucuz romanlarından yola çıkılmıştır. Öyle popüler olmuştur ki, ilkin radyoya uyarlanmış, sonra televizyona dizisi çekilmiş, video oyunları çıkmış, en az beş uzun metrajlı filmi yapılmıştır. Hatta bir radyo draması Orson Welles tarafından seslendirilmiştir.

The Shadow’un ilginç yetenekleri vardır: Neredeyse görünmez olma, zihin okuma, düşük seviye telekinezi, hipnotik/ telepatik güçler vs.

Street & Smith’in aylık Detective Story Magazine’nin satışlarını artırmak için geliştirilen Detective Story Hour radyo programının gizemli anlatıcısı olarak 31 Temmuz 1930’da çıkış yapmış. Programın dinleyicileri gazete bayilerinden The Shadow’u istemeye başlayınca, Gibson’dan isme ve sese uygun bir konsept yaratmasını istemişler. Bu hikâye, The Shadow Magazine’in ilk sayısı 1 Nisan 1931’de yer almış.

Hikâyenin sonu iki şekilde bitermiş. Genelde, “Suç otu acı meyve verir! Suç ödemez… Gölge bilir!” diye. Ama bazen de “Kötülük ekersen, kötülük biçersin! Suç ödemez… Gölge bilir!” diye.

Bizim “Gölge” olarak bildiğimiz kahraman neredeyse görünmezdir, zihin okur ve telepatik güçleri vardır.

Günde 100 milyon okur

Yine yakın yıllarda yaratıcısı Lee Falk olan iki süper kahraman girer hayatımıza. Biri Mandrake’dir (Mandrake the Magician, 1934), diğeri de bizde Kızıl Maske olarak bilinen The Phantom’dur (1936)…

Kızıl Maske, kurgusal Afrika ülkesi olan Bangalla’da yaşayan kostümlü bir suç savaşçısıdır.

Seri, 17 Şubat 1936’da günlük bir gazete fotoroman olarak başlar. 1966’da King Features, The Phantom‘un dünya çapında 583 gazetede yayınlandığını ve günde 100 milyondan fazla kişi tarafından okunduğunu bildiriyor.

Christopher, babasının katilini yakalayacağına dair kafatası üzerine yemin eder. Bu, babadan oğula geçecek olan bir “hayalet” mirasının başlangıcı olur. Kızıl Maske’nin takma adları arasında “Yürüyen Hayalet”, “Doğu Karanlığının Koruyucusu” ve “Ölemeyen Adam” yer alır.

Kızıl Maske’nin süper güçleri yoktur; zekâsına ve ölümsüz olduğuna ilişkin efsaneye güvenir. Diana Palmer ile evlidir, Devil adında eğitimli bir kurdu, Hero adında bir atı vardır ve Kafatası Mağarası’nda yaşar.

Kızıl Maske’nin kızıllığı da biraz tartışmalıdır. Zira Lee Falk, kahramanın kostümünü gri düşündüğünü söyler. Kitabın içi siyah-beyaz basıldığından burada sorun yoktur. Kostüm gridir. Lakin kapakta çizerler mor rengi tercih ederler. Mor, bildiğiniz gibi kırmızı ve mavi renklerin karışımıdır. Matbaada tüm renkler CMYK olarak dört kalıpla basılır. Yani mor elde edebilmek için C (Cyan, camgöbeği) ile M (Magenta, eflatun) karıştırılır belli oranlarda. Ancak oranlar tutmayınca farklı ülkelerde farklı renklerle çıkar okur karşısına…

Kitabın ülkemizdeki kapaklarını Aslan Şükür çizer. 70’lerin, 80’lerin efsane çizgi roman kahramanları Zagor, Mister No, Martin Mystere ve Mandrake’nin de kapak ressamıdır o. Tay Yayınları’na yaptığı guaj boya renkli kapaklar, bazen içerdiği konudan bağımsız tamamen kendi hayal gücünün eseri olurmuş. Bazen ana karakteri değil de, ‘yan’ karakteri koyarmış kapağa.

O da başta mor çizmiş. Ancak bakmış, beğenmemiş. “Bu satmaz!” demiş. İnisiyatif kullanıp “kızıl” çizmiş ve bu öyle yerleşmiş. Hatta Kızıl Maske olarak yayınlanmasını yayıncıya o önermiş. Aslında “hayalet” (Phantom) diye çıkacakmış çizgi roman.

“Zagor” – 80’lerin efsane çizgi romanlarından

Benzer bir şey Tom Miks ve Red Kit için de geçerlidir.

Bizde Tom Miks diye bilinen çizgi romanın özgün adı Capitan Miki’dir. Yani Yüzbaşı Miki… Tom Miks, 20’lerde western filmlerinde oynayan bir aktör… Dedemden biliyorum, “Zıp Zıp Süvari” derlermiş ona.

Red Kit’in hikâyesi biraz daha ilginç: Serinin ilk kitabı Red Soil. “Red” buradan geliyor. “Kit” ise bir dönem kürk avcısı, vahşi yaşam rehberi, Hint ajanı olarak nam salan, kahramanlıkları ucuz romanlara konu olan Kit Carson’dan geliyor. Telif diye bir şey olmadığı için o dönem, Red Kit olarak yayınlanıyor yıllarca…

Çöküş ve iflasın eşiğindeki Amerika

En bilinen ilk süper kahraman, zamanla bir Amerikan kültürel ikonuna dönüşen Superman‘dir. Jerry Siegel ve Joe Shuster, çöküş ve iflasın eşiğindeki umutsuz Amerikalıların eğilimini çok iyi görmüşler. Yahudi kökenli bu iki sanatçı, etnik ve dini kökeni belirsiz “ideal” bir kahraman yaratmışlar.

1933 yılında okurla buluşan Superman kel bir karakterdir. Başta, uzaydan gelip dünyayı istila edecek kötü adam olarak düşünülmüş, bu konsept satmayınca, 1938’de tasarımları değiştirilmiş. Bu “yeni” haliyle Haziran 1938’de DC Comics dergisinde yayınlanmış. Superman’e, o zamanki sirklerde gösteri yapan “güçlü adam”ların giydiği gibi tayt giydirilmiş. Kostüm renkleri Amerikan bayrağına gönderme yapmak için mavi-kırmızı çizilmiş. Göğsüne de içinde adının baş harfleri olan bir üçgen konmuş. Bu üçgen Amerikan polis rozetine göndermedir. Tabii daha sonra bu yavaş yavaş şimdiki elmas şeklindeki “S” amblemine dönüşmüş.

Şurası mühim: Man of Steel filminde, Jor-El tarafından bu amblemin “Umut” anlamına geldiği belirtiliyor.

Süper Kahraman deyince akla gelen pek çok klişenin kaynağıdır “Superman”

Bu üç ana karakteri diğerleri takip etmiş: Wonder Women, Captain America, Blaçk Widow, Black Panther, Spider-Man, Iron Man, Batman, Hulk, Aquaman, Flash,  Scarlet Witch, Hellboy, Sandman, X-Men, Spawn, Daredevil, Blade…

Sonra bunlar türlerine göre ayrılmışlar. Mesela “dünya dışı olanlar” pek sevilmiş: Kirpi Sonic gibi, Transformers gibi, Doctor Who gibi…

Derken milletlerine göre ayrılmışlar. Zorro gibi, Magwa gibi, Kaptan Nemo, Beowolf gibi…

Kapitalizmin gereğidir, tutan şeyi bölersin, böylelikle birini tutan, diğerini de tutar; bir satacağına iki satar. Sanırım bu ve başka sebeplerle çocuklara göre de ayrılmış süper kahramanlar. Ninja Kaplumbağaları çıkmış, Avatar: Son Hava Bükücü çıkmış, Ben Ten çıkmış, Pucca çıkmış, Power Rangers çıkmış, Powerpuff Girls çıkmış, Ant-Man çıkmış‎…

Her biri kendince önemli bir görevi yerine getiren süper kahramanlarsa da “Superhero” olarak anılamazlar. Böyle anılabilenler sadece Marvel ve Dc Comics’in karakterleridir. Marvel ve Dc Comics zamanında bu ismin telif haklarını satın almışlar çünkü.

Zorro efsanesine sinema da kayıtsız kalmamış, farklı zamanlarda defalarca çekilmiştir.

Süper kahramanların sonu gelir mi?

Kabul ediyorum; eskisi kadar çok süper kahraman çıkmıyor. Ne çizgi dünyasında ne de sinema ve dizi sektöründe… Aynı şey edebiyat için de söylenebilir elbette.

Ancak “Süper kahramanların sonu geldi!” demek için yine de biraz erken.

Bir kere, süper kahraman kavramının içeriği biraz değişti. Death Note’un Light Yagami’si örnek olarak verilebilir. O, bir şinigaminin (ölüm tanrısı) gökten düşürdüğü doğaüstü bir defter sayesinde “yeni dünyanın tanrısı”na dönüşür; yüzünü bildiği kişileri öldürme yeteneğine sahiptir.

Öte yanda “Hawkeye” durur. Bir Matt Fraction eseri… Clint Barton, bir Marvel karakteri olmasına rağmen, bazı ezberleri bozar. Mesela kendi kendini yetiştirmek zorundadır. Günlük sorunlarla da boğuşur. Muazzam bir koşucudur. Okta iddialıdır. Ancak ekip ruhuyla da hareket eder. Herhangi bir mutasyon söz konusudur değildir; tüm maharetini yıllarca çalıştığı sirklerde edinmiştir. Sessiz sakin biridir.

Türkiye’de bir kesim İtalya ekolünü (Fumetti) takip ediyor. Bunlar için Tommiks Teksaslar esas… Bir kesim Fransa-Belçika ekolünü (Frankofon) takip ediyor. Bunlar için de Red Kit ve Ten Ten vazgeçilmez.

On yedi yaşındaki lise öğrencisi Light Yagami, bir Şinigami’nin düşürdüğü doğaüstü bir defteri bulup kendini “Yeni Dünyanın Tanrısı” yapar.

Japon ekolünü (Manga) bir kenara koyarsak, süper kahraman açısından asıl belirleyicinin Amerikan ekolü (Comics) olduğunu söylemek gerek. Bu kahramanların beyazperdeye taşınması, oyunlarda boy göstermesi, bizde çizgi roman patlamasına neden oldu adeta.

Mesela Gölge adında bir dergi var, Ocak ayında 100’üncü sayısını çıkardı. Gölge, internette yayın yapıyor. Roman, sinema ve edebiyatı buluşturma iddiasında… Diyarlar ki bir gün: “Bunca zaman yayın yapıyoruz, birbirimiz tanımıyoruz. Bir buluşalım.” Buluşma noktası Kadıköy’de bir kafe. Facebook’tan yaptıkları duyuruya 150 kişi “geleceğiz” dese de 50 kişinin gelmesi bekleniyor. Lakin hiç ummadıkları bir şey oluyor; etkinliğe 160-170 kişi katılıyor. Bir o kadar kişi de dışarıda kalıyor.

Bunca ilgi, boşuna olmasa gerek. Kim bilir, belki yeni bir süper kahraman buradan çıkar. Belki Kore’den çıkar. Hatta Almanya’dan…

Unutmamak gerek; tıpkı mizah gibi çizgi roman da baskının, şiddetin arttığı, özgürlüklerin rafa kaldırıldığı zor dönemlerde filizlenir.  Hatırlayalım; Ruslar’ın Crocodile adlı mizah dergisi, 1922’de çıkmıştı. 17 Ekim Devrimi’ni, Bolşeviklerle muhalifleri arasında yaşanan savaşı takiben yani.

Ne demişti Aristo: “Umut, uyanan insanın rüyasıdır.” Umut, beklemektir biraz da… Bekleyelim ve görelim.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram