Yeni bir mezhepler tarihine mi ihtiyaç var? 

Yaşar Nuri Öztürk aldığı melami terbiye, yetiştiği kültür ortamı, bilgi ve belagatiyla bir ölçüde insanlar üzerinde etkili oluyordu. Fakat ne onun takipçisi Abdülaziz Bayındır’da ne de mirasına göz diken İsrafil Balcı’da nezaket, kültür ve bilgi birikimi açısından Öztürk’le mukayese edilebilecek bir seviye var.

AYHAN TEKİNEŞ 05 Mart 2024 GÖRÜŞ

Mezhepler tarihi fikir hareketleri tarihidir. İslam dünyasında ortaya çıkan fikir hareketleri İmam Eş’ari’nin Makalatu’l-İslamiyyin adlı muhteşem eserinden itibaren incelenmiştir. Özellikle İbn Hazm, Biruni ve Şehristani gibi yazarlar tarafından kıymetleri yüzyıllarca devam edecek muhteşem eserler kaleme alınmıştır. Bu dönemde yalnızca İslam fikir hareketleri değil Yahudilik ve Hristiyanlıktan Hint dinlerine kadar çok geniş bir yelpazede birçok kültür, din ve düşünce akımı hakkında detaylı araştırmalar yapılmıştır.

Günümüzde hala bir çalışma alanı olarak önemini koruyan mezhepler tarihini yeniden düşünmek gerektiği kanaatindeyim. Zira sosyolojik tabanı olan klasik mezhepler önemini korumakla beraber geçmiş paradigmalarla açıklamakta zorlanacağımız yeni akımlar ve cemaat önderlerinin varlığı da yadsınamaz. Bundan dolayı mezhep, cemaat ve fikir akımlarını incelemede yeni yaklaşımlara ihtiyaç olduğu inkar edilemez. Ayrıca sosyal medya bireyselleşmeyi tetikledi, yazılı kültür yerine yazı öncesi döneme benzer bir şekilde sözlü hatta belki görüntülü kültür ön plana çıktı. Yazıdaki kontrol ortadan kalktı. İnsanlar görünme arzusu ve gösteri şehvetiyle daha bir cüretli konuşmaya başladı.

Geçtiğimiz günlerde İsrafil Balcı isimli bir İslam tarihi hocasının videoları üzerine eleştirilerimi dile getirdim. İlk anda klasik Kur’ancı çizgide gibi görünen bir akademisyenin aslında ne kadar eklektik ve popülist olduğunu hayretler içinde müşahede ettim.

Yakın zamanlarda ölen Yaşar Nuri Öztürk, aykırı ve oportünist kişiliği, gençlik yıllarından itibaren farklı çevrelerle kurduğu ilişkiler ve akademik kariyerinin hemen başlarında Türkiye’nin önemli medya organlarında yazı hayatına başladığından dolayı Türkiye’de seküler kesim arasında ciddi bir şöhret elde etmişti. Hayatının son dönemlerinde ulusalcı çizgiye yakınlaşan Öztürk, hali hazırdaki iktidarı hem döven hem de öven bir üslupla konuşmaya başlamıştı. İktidarı, muhalifleri olan dini cemaatlere karşı kışkırtan, seküler programlarında ise destekleyen ilahiyatçı Öztürk, son dönemdeki çizgisiyle adeta kendi kendini inkar eden bir yaklaşım ortaya koymuştu. Bu durumun sebeplerini onun ilk yıllarından beri ilişki içinde olduğu çevrelerle açıklamak mümkün olduğu gibi oportünist kişiliğine bağlamak da mümkündür.

Yaşar Nuri Öztürk’ün vefatıyla ondan boşalan yeri doldurmak için yeni adaylar ortaya çıktı. İsrafil Balcı işte bu yeni adaylardan biri olarak kısa zaman içinde parladı. Ancak ne diğer adayların ne de Balcı’nın Öztürk’ün boşluğunu doldurması mümkün görünmüyor. Zira Öztürk aldığı melami terbiye, yetiştiği kültür ortamı, bilgi ve belagatiyla girdiği ortamlarda kendini dinletiyor ve bir ölçüde insanlar üzerinde etkili oluyordu. Fakat ne onun Üniversite’den takipçisi Abdülaziz Bayındır’da ne de mirasına göz diken İsrafil Balcı’da nezaket, kültür ve bilgi birikimi açısından Öztürk’le mukayese edilebilecek bir seviye var. Bu isimlerin çalışmalarında akademik araştırma metot ve usullerini ya da sorgulayıcı bir bakış açısını görmek mümkün değil. Birincil kaynakları kullanırken İngilizce’deki ifadesiyle cherry-picking yani işine gelenleri alırken işine gelmeyenleri göz ardı ettiklerini görüyoruz. Hatta otantikliğini kabul etmedikleri kaynakları bile işlerine geldiğinde rahatlıkla kullanmaktan çekinmiyorlar. Daha da vahim olanı ise fütursuzca yaptıkları tahrifat. Bayındır’ın ve Balcı’nın çalışmalarına baktığımızda sistematik bir şekilde Buhari ve Müslim gibi Sünni İslam’ın sahiplendiği birincil kaynaklara yalan bilgi isnat ettiklerini görüyoruz. Ve maalesef bunlar çalışmalarında basit bir sehiv olarak görülemeyecek kadar çok sayıda ve yaygın. Dolayısıyla burada klasik anlamda bir ilahiyatçı profilinin dışında daha başka bir tipoloji karşımıza çıkıyor.

Kaldı ki bu kişilerin yaptıkları iş de akademik bir çalışmadan ziyade eğlence kültürünün bir devamı. Adeta bir dağ köyünde yaşlı dedelere ve ninelere Battal Gazi destanı okur gibi bu halk masalcıları da sosyal medyadaki takipçilerini irşad adı altında eğlendiriyorlar.

Görüntülü yayın bilgiyi ve otantikliği ikinci plana iterek eğlence kültürünü merkeze aldı. En dramatik haberler, savaşlar, mağduriyetler ya da ilmi konuşmalar ancak seyircisini eğlendirdiği ölçüde ilgi çekiyor. Komik videolarıyla halkı eğlendirmeyi başaran siyasetçiler ya da eski TV şovmenleri savundukları tezler ne kadar saçma ya da radikal olursa olsun beklenenin üstünde destek buluyor ve ilgi görüyor. Benzer bir durum İslami ilimler için de söz konusu. İyi masal anlatan, ilginç ve hayret verici bilgiler aktaran kişiler anlatılanların sıhhatine bakılmaksızın sosyal medyada kısa zamanda itibar kazanıyorlar. Bilgiye ulaşmanın son derece kolaylaştığı bir dönemde yalanın bu kadar revaç bulması inanılır gibi değil ama herhalde bu sözlü kültürün bir özelliği. Geçmiş yüzyıllarda Homeros gibi efsane aktarıcılarının ve Firdevsi gibi masal anlatıcılarının neden bu kadar popüler olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.

Yaşar Nuri Öztürk, Abdülaziz Bayındır ve İsrafil Balcı gibi popüler figürleri klasik mezhepler tarihi klişeleriyle tasnif etmek imkânsız olduğu gibi çağdaş fikir akımlarıyla ilişkilendirerek tanımlamak da imkansızdır. İşte bu noktada yeni bir mezhepler tarihi ya da daha çağdaş bir ifadeyle fikir akımlarını inceleme metodolojisine ihtiyaç var. Bu metodun en önemli parametrelerinden birisi güç ve çıkar ilişkileri olmalıdır. Özellikle de totaliter rejimlerde din adamlarının ve ilahiyat akademisyenlerinin davranışlarını içinde bulundukları bu güç ve çıkar ilişkilerini dikkate almadan anlamak mümkün değildir.

Sosyal medya ne yazık ki uzmanlığın itibarına son darbeyi vurdu. Artık meseleleri derinlemesine tahlil etmek, sorgulamak, analiz etmek değer görmüyor. İnsanlar kendilerini eğlendirecek hap bilgiler bekliyor. Bu da halk masalcılarına gerçeği istediği gibi eğip bükme, hakikatleri tahrif etme imkânı sağlıyor. Peki bu gidişi durdurmak mümkün mü? Evet. (Varsa) Çıkar ilişkilerini, yalancı ve kalpazanları teşhir ederek, bu yeni dönemin Hasan Sabbah’larıyla mücadele edebiliriz. İşte bunun için mezhep ve fikir incelemelerini yeni bir bakış açısıyla ele almaya ihtiyaç var. Yazılı kültürden sözlü kültüre dönüldüğünü unutmadan, yeni kültürel kodlar çerçevesinde mezhep ve cemaatler üzerine yapılan çalışmaları yeniden değerlendirmeliyiz.

Sözlü kültürle birlikte bireysel eleştiri grup eleştirisinden daha önemli hale geldi.  İşte bu noktada tarihteki en güçlü ve yaygın bireysel eleştiri metodunu geliştiren hadisçileri anmadan geçmek olmaz. Onlar hem ad hominem eleştiriyi hem de entelektüel eleştiriyi birlikte ele alan bir metod geliştirmişlerdir. Basitçe ifade edecek olursak cahile cahil yalancıya yalancı demişler ve yetersiz muhterislerin ilim ehlinin arasına karışmasına kapı aralamamışlardır. Bizde bugün tenkide buradan başlamalı, öncelikle sahtekârlar ve kalpazanlara dur demeliyiz. Aksi takdirde tüm kültür mirasımız eğlence sektörünün araçlarına dönüştürülecektir.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com