Ümit Boyner: Türkiye’nin bütün meselelerine ilişkin hep TÜSİAD mı konuşacak?

Eski TÜSİAD Başkanı, ünlü iş insanı Ümit Boyner, TÜSİAD'a gelen eleştirilere yanıt verdi: "Çok ses getiren ‘Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifi’ raporunu hatırlayın. Ya da yine TÜSİAD’ın hazırladığı anayasa paketi ve yargı reformu raporu... Bunların hiçbirisi iş aleminin cebi ile ilgili meseleler değildi. Türkiye'nin bütün meselelerini iş alemi mi çözecek? Hep TÜSİAD mı konuşacak?"

KRONOS 05 Mart 2024 GÜNDEM

Eski TÜSİAD Başkanı ve iş insanı Ümit Boyner

İş insanı, eski TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, demokrasi, yargı, insan hakları, eğitim ve ekonomi başta olmak üzere Türkiye’nin hemen her alanda yaşadığı erozyon sürecinde TÜSİAD’ın sessiz kaldığına yönelik eleştirileri kabul etmedi. “Cumhuriyet burjuvazisi elinden geleni yaptı” diyen Ümit Boyner, “TÜSİAD memleket derdini kendine dert edinen, iş alemi içindeki en önemli burjuvazi hareketi oldu. Parlamenter değil, militer demokrasi ortamındayken gündeme bomba gibi düşen ve çok ses getiren ‘Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifi’ raporunu hatırlayın. Ya da yine TÜSİAD’ın hazırladığı anayasa paketi ve yargı reformu raporu… Bunların hiçbirisi iş aleminin cebi ile ilgili meseleler değildi. Türkiye’nin bütün meselelerini iş alemi mi çözecek? Hep TÜSİAD mı konuşacak?” dedi.

Boyner, Türkiye’deki en büyük riskin enflasyonun kalıcı olması olduğunu da söyledi:

“Sticky inflation (yapışkan enflasyon) dedikleri noktaya gelinmesi. Türkiye’nin nüfus yapısı, cari açığı açısından yapışkan enflasyon yönetilmesi çok güç bir şey ve o sarmaldan Türkiye’nin çıkması zor olacaktır. Ve buna çok yakınız.”

Boyner Grup Yönetim Kurulu üyesi Ümit Boyner, T24‘ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtladı. Söyleşiden öne çıkan detaylar şöyle:

Bugün TÜSİAD’ın “Biz sesimizi çıkarmayalım, işimize bakalım” der gibi bir hali var. Hatta bugün Türkiye’nin en büyük sorunu olan ve kendisini birebir ilgilendiren derin ekonomik kriz konusunda bile son derece temkinli ve cılız açıklamalar yapıyor. TÜSİAD buraya nasıl geldi?

Her dönemin şartları farklı tabii. Bunu değerlendirirken jenerasyon farkından da bahsetmek lazım. Ben ve benim yaşdaşlarım, bizlerin iş hayatına başladığı 1980’lerde Türkiye dışarı açılma sürecindeydi. Özal döneminde malum ekonomide serbestiyet başlamıştı. Bir yandan da “Yavaş yavaş daha açık ve daha demokratik bir toplum olma yoluna girelim” gibi bir yaklaşım vardı. Tabii ki sonra 90’larda çok zor günler yaşandı. Ama sonuçta biz 80’lerde başlayan o vizyonla devam ettik. Batıya dönük ve daha açık bir topluma dönüşecek bir Türkiye hayal ettik. Benim de hayalim öyle bir toplumun inşasına bir iş insanı olarak katkıda bulunmaktı. Devletle, sivil toplum örgütleriyle ele ele çalışalım, iş birliği yapalım ki toplumun o dönüşümü hızlansın diye bir anlayış vardı. Bu aynı zamanda bir sorumluluk almaktır.

TÜSİAD sonuçta sivil ve hâlâ bağımsız kalabilmiş, gönüllülük esasıyla ayakta duran bir kurum. Türkiye’nin gittiği yolda katkı verebilecek, hatta o yol için ortaklık içinde çalışabilecek bir kurum. Zaten tam da bu anlayışla yola çıkmış. Ben de başkanken sorumluluklarım neyse o ölçüde hareket ettim. Ne fazlasını yaptım ne eksiğini yaptım. Ne gerekiyorsa onu yaptım. Bugün de olsa aynı şekilde hareket ederdim diye düşünüyorum. Fakat şöyle bir şey oldu. Dalga dalga bu olur, geçmişte de olmuştu. Bazen hükümetlerle çok iyi bir diyalog içinde olursunuz, diyalog içinde bir şeyler çözülür, bazen de o diyalog olmaz kopar, hatta tam tersine döner ve söyledikleriniz aleyhinize kullanılır.

Diyalog ortamından uzaklaştı Türkiye bugün. Bir iş örgütüne, bir sivil toplum kuruluşuna olması gerektiği yer hatırlatılıyor. Böyle bir şeyle etkileşimle karşı karşıya kaldığınız zaman biraz geri duruyorsunuz. Yeriniz hatırlatılıyor çünkü.

“Yeriniz hatırlatılıyor” ne demek?

Sen şununla ilgilen veya bununla ilgilenme.

Özetle hükümet size “Sen siyasete girme” diyor.

O hep söylenen bir şeydir ama TÜSİAD gene de giriyor. TÜSİAD hâlâ bugün hukukun üstünlüğü diyor, adalet diyor. Çünkü hukuk iş dünyası için en elzem şey.

TÜSİAD’a bugüne kadar tüm hükümetler tarafından “günlük siyasi tartışmalara girmeyin” diye hep denilmiş olabilir. Ama sanki AKP hükümeti onun ötesine geçerek TÜSİAD’ı demokratikleşme meselesini konuşmaktan neredeyse men etti.

Açıkçası eskiden bir arayış hissediyorduk. Hükümetler sadece benim dönemimde değil öncesinde de iş dünyası ile diyaloğa ve bizimle birlikte çalışmaya daha açıktılar, şimdi değiller. Böyle bir böyle bir sıkıntı var. O talep zaten karşıdan da geliyordu. Şimdi daha az ölçüde geliyor veya gelmiyor. E medya ortamı da farklı. Ben neredeyse her gün medyada kendime yer bulabiliyordum TÜSİAD başkanı olarak. Şimdi öyle bir öyle bir durum da yok. Farkındalık yaratmak veya bir tartışmanın içine bir yerden girebilmek çok daha kolaydı. Şimdi konuşsanız da medya ya yazıyor ya yazmıyor. Ortam bugün çok farklı.

Medya bugün TÜSİAD’a bir çeşit sansür mü uyguluyor?

Aynen öyle. Bir yankı gelmeyince de farkındalık yaratamıyorsunuz. “TÜSİAD eskisi kadar konuşmuyor, sustu, fikirlerini değiştirdi” diye bir şey yok. Duruş olarak da fikir olarak da TÜSİAD geçmişte neredeyse bugün de hâlâ orada duruyor. Ben hâlâ Yüksek İstişare Kurulu’ndayım. Her ay toplantılarına gidemesem de ne konuşulduğunu biliyorum. Aslında her şey yapılıyor. Ama ama ortam yaratmak, tartışma yaratmak, cevap almak veya ortaklaşa “gelin şunu birlikte yapalım” veya “gelin anayasa metnine birlikte bakalım” diyebileceğimiz bir ortam yok.

O zaman da işte deniyor ki “TÜSİAD etkisini kaybetti” ya da “İş dünyası konuşmuyor.” Ya iş insanları yani işini ilgilendiren her konuda konuşuyor. Yani olabilir mi? Türkiye’de ben iş yapacağım, insan istihdam edeceğim ve bu konularda konuşmayacağım. Mesela beyin göçü. Bundan en çok kim etkileniyor? Bizler etkileniyoruz, tüketici etkileniyor, üretici etkileniyor.

Kaliteli beynin Türkiye’den gitmesi kadar korkunç bir şey olamaz. Türkiye’nin geleceği için, sürekliliği için, kültürü için çok ciddi bir sıkıntı bu. Şimdi bunu görüp zaten “ben köşemde işini yapayım” diyemezsin. Her iş yapan, üreten insan bunun farkında.

TÜSİAD’la ilgili son dönemde eleştirilere bir de şu eklendi; “Türkiye’nin otoriterleşmeye kaydığı bu dönemde Cumhuriyet burjuvazisi sessiz kaldı ve işleri bozulmasın AKP’ye direnmedi.”

Ben o eleştirilere hiç katılmıyorum. TÜSİAD memleket derdini kendine dert edinen, iş alemi içindeki en önemli burjuvazi hareketi oldu. Parlamenter değil, militer demokrasi ortamındayken gündeme bomba gibi düşen ve çok ses getiren ‘Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifi’ raporunu hatırlayın. Ya da yine TÜSİAD’ın hazırladığı anayasa paketi ve yargı reformu raporu… Bunların hiçbirisi iş aleminin cebi ile ilgili meseleler değildi.

Diğer yandan, Türkiye’nin bütün meselelerini iş alemi mi çözecek? Hep TÜSİAD mı konuşacak? Elbette konuşmaya mecbur bir yandan da. Bir Fransız, Alman, İngiliz iş insanı bunları konuşmaz ama tabii ki biz konuşmak zorundayız. Çünkü bizim onlardan daha karmaşık sorunlarımız var. Orta Doğu’daki birbirinin kuyusunu kazan ülkelere mi benzeyeceğiz, yoksa ileri batı ülkelerini mi tercih edeceğiz? Bunların hepsini birlikte düşünmek gerekiyor.

Cumhuriyet tarihi içinde baktığınız zaman TÜSİAD, kendi açısından da tekâmül etmiş, zaman zaman çağın bile önünde gitmiş bir kurum. Hatırlayın, 70’lerde karma ekonomi diye bir şey konuşuluyordu. Bugün artık dünyayla bütünleşmiş, dünyayla rekabet etmek zorunda olan bir Türk iş dünyası var. İş dünyası hem bunun gerekleri hem iyi yönetişim açısından kendini dinamik bir şekilde yenilemek zorunda. Cumhuriyet değerlerinin de ötesinde Avrupa Birliği sürecinde aktif olmuş, eğitime, bilime, teknolojiye yatırımın ve elbette demokratik hukuk devletinin, kural temelli ekonominin sürekli vurgusunu yapan bir camiadan bahsediyoruz.

Tüm bu söylediklerinizi süzünce şunu söylemiş oluyorsunuz; “Cumhuriyet burjuvazisi elinden geleni yaptı.” Doğru mu anlıyorum?

Cumhuriyet burjuvazisi aslında yapabileceklerin çoğunu yaptı. Cumhuriyet burjuvazisi içindeki grupların duruşlarından bir ödün verdiğini düşünmüyorum. Tam tersi, hâlâ durdukları yerde duruyorlar. Bugün Türkiye’nin en önemli sorunlarından birinin kurum kültürünün zedelenmesi olduğunu düşünüyorum. Buna temsiliyet görevi olan tüm kurumları dahil ederek söylüyorum. Bu kültür, geçmiş hafızayı, değerleri dünden bugüne taşımada önemli bir görev görüyordu. Şimdi maalesef bu hafızalar neredeyse silindi. Birlikte şeffaflık ve hesap verme zihniyetiyle çalışması gereken yapılardaki, erklerdeki kurumsuzlaşma, kuraldan ziyade talimata uymak zorunda hisseden yapılar diyaloğu ve iş birliğini çok zedeledi. Ancak şunu söylemeden geçmeyeceğim, demokratik toplum ve hukuk devletine olan bağlılığı Cumhuriyet burjuvazisinin duruşunun en sağlam ve vazgeçilmeyecek temelidir.

Siz Ümit Boyner olarak Mehmet Şimşek’in performansını nasıl buluyorsunuz? Türk ekonomisinin kurtulması için gereken yol haritasını uyguluyor mu ve uygulamaya devam edebilecek mi sizce?

Yatırım ortamı dediğimiz şeyin o kadar çok veçhesi var ki. Sadece faiz, para politikası meselesi değil, bu işin içinde fırsat eşitliği, adalet, hukuk istikrarı, şeffaflık var. En büyük risk Enflasyonun kalıcı olması, ‘sticky inflation ’ dedikleri noktaya gelinmesi. Türkiye’nin nüfus yapısı, cari açığı açısından yapışkan enflasyon yönetilmesi çok güç bir şey ve o sarmaldan Türkiye’nin çıkması zor olacaktır.

‘Yapışkan enflasyon’ noktasına çok yakın bir yerdeyiz sanki.

Evet, çok yakınız.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com