Altın Portakal’ın arka bahçesinde sansür ve darbe izleri

KHK mücadelesini anlatan Kanun Hükmü filminin Altın Portakal Film Festivali yarışmasından çıkarılması sonrası jüri tepkilere destek vererek geri çekildi. Sadece jüri üyeleri değil, yarışmada filmi olmayan sanatçılar da yönetmen Nejla Demirci'ye destek verdi. Ancak Altın Portakal'ın arka bahçesi sansürle tanışık...

ÖZEN EVREN 23 Eylül 2023 KÜLTÜR

Yönetmenliğini Nejla Demirci’nin ve KHK mücadelesini anlatan Kanun Hükmü filminin Altın Portakal Film Festivali yarışmasından çıkarılması sonrası, yalnız filmin yarıştığı disiplindeki jüri üyeleri değil, uzun metraj jüri üyeleri de rest çekti. Ancak filmin yarışmaya dahil olması durumunda görevlerine devam edeceklerini açıkladı.

Bu ‘sansür’ Altın Portakal tarihinde yaşanan bir ilk değildi. Jüri üyelerinin de tekil yahut toplu tepkileri de ilk kez görülmedi. Ayrıca sansüre ve darbeye karşı Altın Portakal tarihinde ardı ardına yaşanan iki karanlık sayfa da söz konusuydu.

Her ne kadar adı sansür ve darbe karşıtlığıyla anılsa da diğer festivallerle karşılaştırıldığında en çok sansür bu festivalde yaşandı.

TÜM YAPIMCI VE YÖNETMENLER ŞENLİKTEN ÇEKİLME KARARI ALMIŞTI
Yıl 1979: Sansür Kurulu’nun yarışmaya katılan Yavuz Pağda’nın yönettiği Yolcular, Yavuz Özkan’ın yönettiği Demiryol ve Ömer Kavur’un yönettiği Yusuf ile Kenan filmlerini yasaklayıp, bazı bölümleri kesmek istemesi üzerine tüm yapımcı ve yönetmenler şenlikten çekilme kararı almıştı.

Jüri üyeleri “Tüm filmleri değerlendirme olanağı bulamadığımızdan, uzun metrajlı filmler dalında yapılan yarışmaya katılan yapıtları değerlendirmeme kararını oy birliği ile aldık” şeklinde açıklama yaparak durumu protesto ettiler. Sansüre karşı bir duruş sergileyen festival yönetimi, 16. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni iptal etmişti.


 

FESTİVALDEN BİR GÜN ÖNCE 12 EYLÜL DARBESİ OLUR
Yıl 1980: Uzun Metraj Yarışması iptal edilen 16. Altın Portakal’ın ardından, 17. Altın Portakal’ın hazırlıkları başlar. Festivalin tarihi açıklanır: 13 -20 Eylül 1980. Yönetmelik değiştirilir, bir önceki yılın filmleri de yarışmaya başvurabilecektir. Jüri üyeleri belirlenir. Festivalden bir gün önce, 12 Eylül askeri darbesi olur; tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilir ve festival iptal edilir.

1980 yılının jürisi Orhan Aksoy, Melih Cevdet Anday, Atilla Dorsay, Kami Suveren, Ara Güler, Kenan Değer, Erkal Güngören, Doğan Hızlan, Ahmet Keskin, Ergin Orbey, Atilla Özdemiroğlu, Nurettin Tekindor, Gani Turanlı, Tonguç Yaşar ve Tunca Yönder’den oluşurken yarışma filmleri şunlardı: “Adak / Atıf Yılmaz”, “Sürü / Zeki Ökten”, “Düşman / Zeki Ökten”, “Doktor / Zeki Alasya”, “Bebek / İhsan Yüce”, “Yolcular / Yavuz Pağda”, “Demiryol / Yavuz Özkan”, “Yusuf ile Kenan / Ömer Kavur”, “Bereketli Topraklar Üzerinde / Erden Kıral”, “Gül Hasan / Tuncel Kurtiz”, “Derya Gülü / Süreyya Duru”.

YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK
Nahoş durumlar, yalnız bu iki ‘olay’ ile sınırlı değil. Altın Portakal Film Festivali’nde sular nadiren duruluyor.

Yıl 2014. Reyan Tuvi’nin yönettiği Gezi belgeseli ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’in belgesel yarışma programından çıkarılmasıyla başlıyor tartışmalar… Öyle ki, festivalin açılışına 4 gün kalan program dahi açıklanmıyor.

Belgeselin, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) hakaret ve cumhurbaşkanına hakaret suçlarını düzenleyen 125’inci ve 299’uncu maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle yarışmadan çıkarılması üzerine istifa eden jüri sayısı 10’a yükseliyor.

Altyazı internet sitesinin sansürle bir şekilde tanışmış sanatçıların açıklamalarından oluşturduğu “2000’lerde Sansür Dosyası: Tanıklıklar” ise ayrıntılı bir manzara çiziyor.

“FİLMİ KENDİ BAŞIMIZA DAĞITMAK ZORUNDA KALDIK”
Sadece ‘tipik’ olması açısından Yeşim Ustaoğlu’nun açıklamasını paylaşmak istiyoruz:

Güneşe Yolculuk (1999) Berlin’den dönüp İstanbul ve Ankara’da ödüller aldıktan sonra çok ciddi baskılara maruz kaldı. Eser işletme belgemizi almıştık. Yani film resmî olarak yasaklanmadı. Bir tür otosansür vardı; hiçbir dağıtımcı filmi almak, göstermek istemedi. O dönemde Kültür Bakanlığı’nın bu konudaki tavrının, basın ve festivallerdeki otosansürün vahametiyle kıyaslandığında daha makul olduğunu bile söyleyebilirim. Biz üstü örtülü bir baskıyla karşı karşıyaydık. Sokak satıcılarından bekâr odalarındaki insanlara kadar herkes bu filmden haberdarken, bu filmi izlemek isterken, korsan dvd’leri peynir ekmek gibi satarken film vizyona giremiyordu. Biz de kendi başımıza dağıtmak zorunda kaldık filmi, sekiz kopyayla vizyona çıktık. Türkiye prömiyerini Diyarbakır ve Van’da yaptım. Kalktım oralara gittim oyuncularımla. Ama basından burada ne oluyor diye merak edip gelen kimse yoktu tabii ki.

Basının bir gün olsun desteğini görmedim açıkçası. Tamamen görmezden gelme meselesine yoğunlaşmış bir filmi görmezden geldi basın. Tek bir yazar bile “niye bu film vizyonda değil, ne oluyor” diye sormadı. Tek bir yazılı kaynak bulamazsınız bu konularla ilgili. Şimdi, zamanla kült olmuş bu filme, başka türlü bir konjonktürde başka türlü davranılabilir. Ama ben o zaman başıma geleni biliyorum. Basın veya festivaller beni hiçbir şekilde desteklemedi. Hiçbir meslek birliği de açıklama yapmadı, bir kelime bile söylemedi konuyla ilgili.

Altın Portakal da kabul etmedi Güneşe Yolculuk’u, hangi argümanla bilmiyorum. Festivallerin regülasyonları seneden seneye değiştirilir. Bir regülasyonu değiştirip “buna uygun değil” der, çıkar işin içinden, keyfî davranabilir. Kendi çıkarına, durumuna ve konjonktüre göre davranma hali Türkiye’de hep var olan bir temayül zaten. Aydın insanın temayülü de böyle maalesef. Oysa festivaller filmler sansürsüz gösterilebilsin diye var zaten.

Güneşe Yolculuk yurtdışındaki festivallerdeki Türkiye sineması programlarından zorla çıkartıldı. Sayısız ödülü varken Türkiye’de ancak yıllar sonra kabul görebildi. Filmin dvd’sini bile beş sene sonra piyasaya çıkarabildik. Basındaki otosansür yaklaşımıyla Bulutları Beklerken (2003) döneminde bir kez daha karşılaştım. Aslında belirli bir camianın filmlerimle ilgili benzer bir tavrı devam ettirdiğini bugün de hissederim. Ama ben hiçbir zaman kendimi sınırlamadım. “Araf (2012), süper para yapar, iş yapar, sen şu sahneyi bir kessene” diye başıma ekşiyen çok oldu. Ben inanmadığım bir şeyi yapmam. Politik olarak ne söylediysem de her zaman arkasında durdum.

Üretim ve gösterim koşullarının daha özgür olması lazım. Meslek birlikleri bunun üzerine çalışıyor. SE-YAP (Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği) da bu konu üzerine bir hayli kafa yoruyor. Bizim yurtdışındaki tecrübelerimizden besleniyor. Bütün bilgimizi onlara aktarmaya çalışıyoruz. Bu paylaşımlar olmadan durumun iyiye gitme ihtimali yok zaten. Türkiye’nin bu konuda hakikaten çok yol alması lazım. Sektörün de kendine çekidüzen vermesi gerekiyor ki kurumlar daha iyi işler hale gelebilsin.

Her şey çok net tartışılmalı, insanlar olanları anlayabilmeli. Bu her konu için geçerli; Güneşe Yolculuk’un başına gelenler de kamusallaşmalıydı o dönemde. İnsanlar arka planda ne olduğunu anlamadığı, kavrayamadığı zaman bir algı yönetimi yapılabiliyor. Dolayısıyla her şeyin açık seçik tartışılması ve sonrasında buna göre hareket edilmesi gerekir. Bugünkü Altın Portakal’a bakalım: Tabii ki festivalin devam edebilmesi önemli, istikrar önemli ama kamu nezdinde her şeyin açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri bu: Kol kırılır yen içinde kalır.

İSTİSNAİ BİR DURUM: ‘SANSÜR’
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde görsel iletişim sponsoru 1000 Volt Post Production’ın katkılarıyla “Sansür” adlı eser, 42 yıl sonra ilk kez gösterildi.

Çizgi film formatında çekilen “Sansür”, 1970 yılında TRT’nin açtığı Kültür, Bilim ve Sanat Ödülleri yarışmasında 16 milimetrede Büyük Ödül’ün sahibi olmuştu. Ödül töreninden bir hafta sonra filmin TRT’de gösterileceği söylenmiş; ne var ki “Sansür”e dönemin tek kanalı TRT ekranlarında yer verilmemişti.

TEHDİDE TABİ DEĞİL, ÇOCUKLAR DA İZLEYEBİLİR!
1975 yılında Akşehir – Nasrettin Hoca Kısa Film Yarışması’ndan da büyük ödülle dönen “Sansür”, 1977 yılında kitap olarak yayınlanır. Filmde yer alan karelerin kullanıldığı “Sansür”ün kitabını da benzer bir akıbet beklemektedir: Gözlem Çocuk Yayınevi tarafından yayımlanan kitap savcılığa ihbar edilir. Mahkemenin verdiği karar gereği yayınevi kitabı ön kapağına vurulmuş “tehdide tabidir!” mührüyle birlikte satmak zorundadır.

Dönem aynı zamanda, kitaplara yaş sınırının konduğu bir dönemdir. “Sansür”ün ön yüzünde “18 yaşından küçükler okuyamaz” ibaresi de yer alacaktır.

SANSÜRÜ SİNEMAYLA AŞMAK
Filmin ana fikrinin “umutsuzluğa kapılmamak, sansürü yine sinemayla aşmak” şeklinde belirlendiğini bildiren Tan Oral, “Sansür”ün kendini bu iddiayla var ettiğini belirtiyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com