Kızıl Goncalar’ın yapımcısı: Toplumun sinir uçlarına dokunduğumun farkındayım ama…

Kızıl Goncalar dizisinin yapımcısı Faruk Turgut, "Türkiye'deki tarikat gerçeğini anlatmaya özen gösterdik. Toplumun sinir uçlarına dokunduğumun farkındayım ama bunların konuşulması lazım" dedi.

KRONOS 12 Ocak 2024 GÜNDEM

Cemaat ve tarikatların hedefindeki Kızıl Goncalar dizisi, RTÜK tarafından iki kez program durdurma cezası almasıyla gündemde. Kızıl Goncalar dizisinin yapımcısı Faruk Turgut, “Biz bu projeyi çalışırken herhangi bir cemaat buradan kendine bir paye çıkarmasın ya da bunlar bizi anlatıyor gibi bir algıya sebep vermesin diye çok titiz bir çalışma yaptık” dedi.

“Biz mümkün olduğu kadar Faniler diye kendimize özel bir tarikat kurduk. Türkiye’deki tarikat gerçeğini, her yerden parça parça bir şeyler alarak kendimizce bir tarikat anlatmaya özen gösterdik” diye konuşan Turgut, “Biz bilinçli olarak buralara dokunuyoruz. Toplumun sinir uçlarına dokunduğumun farkındayım ama bunların konuşulması lazım” ifadelerini kullandı.

Fuat Turgut, Gazete Pencere’den Candan Yıldız’a konuştu. Turgut’un açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Üst üste cezalar alıp ileride kanalın başka bir boyuta gelmesi de beni düşündürüyor. Doğal olarak bütün bunları düşündüğümde kanal bu konuda benden bir şeyler talep ederse onların bu talebini yok sayamayacağım aşikar. Onun için elimden geldiğince çok da durduğum yerden uzaklaşmadan derdimi anlatmanın peşindeyim.

Kızılcık Şerbeti’nin tadını aldım. Ben 40 yıldır bu işi yapıyorum. Mesleki kariyerimin herhalde artık son noktasına gelmiş durumdayım. Dizinin geri dönüşleri o kadar muhteşem ki, sokakta Kızılcık Şerbeti’nin yapımcısıyım dediğimde bana olan teveccühün keyfini o kadar yoğun hissetmeye başladım ki… Benim bundan sonra yolum bu olmalı dedim. Gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim; 63 yaşındayım. Para ile pulla bir derdim yok. Hayatımı, bütün geleceğimi buradan kazandım. Buradan kazandıklarımı yine sektöre yatırıp bu ülkeye karşı, Cumhuriyete karşı borcumu ödemem gerektiğini düşünerek hareket ediyorum. Herkesin yaptığını ben de yapabilirim. Ben de o yolları çok iyi biliyorum. Senede üç-dört orta karar dizi yapabilirdim, şükreder otururdum. Ama benim böyle bir derdim yok. Benim bütün meselem yaptığım işlerin geri dönüşünü almak. Sokağın reaksiyonunu hissetmek…

Genelde seyircinin olağanüstü bir ilgisi ve sevgisi var. Hem sosyal medyadaki mesajlar hem bize gelen mesajlar hem de sokakta temas ettiğim insanlarda bunu çok net hissediyorum. Bunu sadece ben değil, senaristler, oyuncular hissediyor. Herkes bu geri dönüşten o kadar çok mutlu oluyor ki ve o kadar çok motive oluyor ki bu doğal olarak işe yansıyor. Bunun tadını zevkini yaşayıp gördükten sonra şunu fark ettim, benim yolum artık böyle olmalı.

‘ÇOK MÜCADELE EDEREK BU İŞİN İÇİNE GİRDİM’

Bunları görmemezlikten gelip, aynı şeyleri dönüp dönüp yapıp farklı sonuç beklemenin de çok doğru bir sonuç veremeyeceğini hissederek daha farklı, daha özel, daha bizden işler yapmaya çalışıyorum. Türk toplumuna ayna tutmam gerektiğini, bu sosyolojiyi iyi anlayıp ona göre hikayeler kurmam gerektiğini fark ederek bu yola düştüm. Kızıl Goncalar, inanın benim için onur işi, çok çok severek, çok çok mücadele ederek bu işin içine girdim. Hatta bir sürü arkadaşım bir sürü dostum bu kadar şeye gerek var mı, ülkenin bu koşullarında bu kadar riski almaya gerek var mı dediğinde ben de almam gerektiğini düşünüyorum dedim.

‘KANALI DA DÜŞÜNMEK ZORUNDAYIM’

Tabii bundan sonra ne yaşayacağımı bilemiyorum. Şu bir ayda yaşadıklarım farklı şeyleri de düşünmeme neden oluyor. Burada kanalı da düşünmek zorundayım. Sonuçta ben prodüksiyon şirketi olarak yapmam gerekenleri ziyadesiyle yapıyorum ama kanalın riski daha da büyük. Sonuçta her hafta ciddi bir reklam kaybı var. Yayın yapılmaması, oraya bir belgeselin konulması kanal için çok ciddi bir handikap. Üst üste cezalar alıp ileride kanalın başka bir boyuta gelmesi de beni düşündürüyor. Doğal olarak bütün bunları düşündüğümde kanal bu konuda benden bir şeyler talep ederse onların bu talebini yok sayamayacağım aşikar. Onun için elimden geldiğince çok da durduğum yerden uzaklaşmadan derdimi anlatmanın peşindeyim.

Hem Kızılcık Şerbeti’nde hem de Kızıl Goncalar’da meseleyi mümkün olduğu kadar objektif anlatmaya özen gösteriyorum. Türkiye’nin öyle veya böyle bir gerçeği var, sosyolojik gerçeği… İnsanlar ikiye bölünmüş ve birbirleriyle olan temasları çok sınırlı. En azından birbirlerini anlayıp birbirlerinin dertleriyle biraz dertlenip insanların kılığına, kıyafetine bakmadan, vicdanına, kalbine, yüreğine dokunarak bir şeyleri çözümlemesi gerektiğini düşündüğümüz için bunları yapıyoruz. Yoksa bir tarafı güzel, diğer tarafı lanetlemek gibi bir derdimiz yok.

Benim hayata bakışım, hayatta duruşum belli. Ben 28 Şubatı da yeri geldiğinde dizimde eleştirebilme hakkını kendimde görüyorum ve onun da bir yanlış olduğunu hissedip diziye koyuyorum. Laik seküler bir ailenin çocuğuyla olan ilişkilerini, son dönemde proje çocuk meselesinin, sınav meselelerinin ailelerde nasıl travmalara neden olduğunu az çok gözlemlediğim için onu bile koyabiliyorum ve eleştiriler getirebiliyorum. İşin tuhafı da şu tabii. Bu taraf (Seküler kesim) hiç alınmıyor, gocunmuyor, rahatsız olmuyor, yanlış gösteriyorsun demiyor. Her toplulukta iyiler de vardır, kötüler de olur. Ben insan anlatıyorum. Ben genelleme yapmıyorum ki, tornadan çıkmış gibi bütün muhafazakârlar aynı şekilde mi yaşıyor, aynı şekilde mi hayata bakıyor? Yani bütün eleştirileri veya değerlendirmeleri aynı mı? Orada da iyi insanlar var, burada da iyi insanlar var, orada da kötüler var, burada da kötüler var. Başka türlü dramayı nasıl kuracaksınız?

‘İNANÇLI İNSANLARIN BUNU YAPIYOR OLMASI DEHŞET VERİCİ’

Dramayı kurmanın temel mantığı iyilerle kötülerin birbiriyle olan çatışması üzerine kurulur. Bu Shakespeare’den bu yana hep böyle. Bunu anlatamamak veya seyrettiğini anlayamamak, okuduğunu yorumlayamamak kadar kötü bir şey yok. 15 dakika ya da bir sahneyi izleyip dizi üzerine yorum yapan o kadar çok insan gördüm ki dehşete düşüyorum. Biraz sabırlı olun, okuyun, araştırın, görün, seyredin. Bu adamların derdi ne diye biraz dertlenin. Sonra yorum yapın. Biz her türlü eleştiriye açığız. Ben yanlış ya da farklı anlatıyor olabilirim. Sen de daha iyisini anlat. Sen de o taraftan bir şey anlat. İşin duygusuna, estetiğine bakmadan, yansıttığı ve hissettirdiğine bakmadan tamamen önyargılarla bir sahnenin yarattığı etki üzerinden bir bombardımana geçip karşı tarafı linç etmeye soyunmak da çok adil ve vicdanlı bir durum değil. Hele hele inançlı insanların bunu yapıyor olması dehşet verici….

Biz bu projeyi çalışırken herhangi bir cemaat buradan kendine bir paye çıkarmasın ya da bunlar bizi anlatıyor gibi bir algıya sebep vermesin diye çok titiz bir çalışma yaptık. Mesela giyimleri, işte başlarına taktıkları… İsmailağa bundan niye alındı bilmiyorum ama bizim kılık kıyafetimize baktığınızda İsmailağa’nın kılık kıyafetiyle hiç uzaktan yakından ilişkisinin olmadığının çok net anlaşılması gerekiyor. Ben çok hakim değilim ama arkadaşlarım epey araştırdı. Bizim ilk birinci bölümde gösterdiğimiz zikir sahnesi şu anki cemaat yapılanmalarındaki zikir törenlerinin dışında… Biz mümkün olduğu kadar Faniler diye kendimize özel bir tarikat kurduk. Türkiye’deki tarikat gerçeğini, her yerden parça parça bir şeyler alarak kendimizce bir tarikat anlatmaya özen gösterdik.

Türkiye’nin bir gerçeği var. Bu yeni oluşan bir şey değil. Bu sosyolojinin öyle ya da böyle bu ülkeye dayattığı bir şey var. Bunu yok saymanın bir anlamı yok. Anlayalım. Ben tarikatta herkesi kötü mü gösteriyorum. Meryem, sağ duyuyu, ahlakı, dürüstlüğü temsil eden en önemli karakter. O yapı içerisinde büyümüş, o yapının ahlaki değerleriyle hayatı yorumlayan bir karakter. Şimdi Meryem’in bu tavrını olumlamaları gerekirken Meryem’in börek meselesinden ötürü gösterdiği tepkiyi negatife çeviriyorlar.


 

‘YETMEZ AMA EVETÇİLERİN HİÇ Mİ GÜNAHI YOK?’

Baba karakteri ‘Yetmez ama evet’çilerin o dönemde yaptıklarının bugünkü sonuçlarını bir şekilde belirlediğine inanıyor. Onun açılımı olacak ilerleyen bölümlerde. Baba ile kız oturacak, bu konular konuşulacak. Bütün bunlar anlatılacak. Baba ile kız bir noktada uzlaşacak. Biz bilinçli olarak buralara dokunuyoruz. Toplumun sinir uçlarına dokunduğumun farkındayım ama bunların konuşulması lazım. ‘Yetmez ama evet’çilerin hiç mi günahı yok. O döneme ilişkin özeleştiri yaptıklarında hangi noktadalar acaba. Eminim farklı düşünüyorlar şu anda. Hayal ettikleri gibi bir şey gerçekleşmedi bu ülkede. En büyük savunucularından biri de Sezen Aksu’ydu. Türkiye’nin en önemli ozanı, sanatçısı şarkı yazmıyor, sahneye çıkmıyor. Bu önemli bir şey değil mi? Sezen Hanım’ı ne noktaya getirdi. Onun için ben herkesin geçmişiyle ilgili bir şekilde özeleştiri yapıp yüzleşmesinden yanayım. Ben kendi adıma nasıl özeleştiri yapıyorsam ki ben burada küçük bir kırıntıyım. Bir cesaretle gündeme getirip insanların bu konuları konuşmasını, tartışmasını tercih ediyorsam, birileri de özelleştirmesini yapmalı bence.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram