Dr. Yıldırım: ‘Cem evlerinin statülerine kamu görevlileri karar veremez’

EYLEM YILMAZ 29 Aralık 2019 PODCAST

Norveç Dışişleri Bakanlığı destekli İnanç Özgürlüğü Girişimi, 2016-2019 yılları arasında Türkiye’deki İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu yayımladı, raporda hak ihlallerine ve ayrımcılık örneklerine yer verildi.

Köklü değişime ihtiyaç olduğunun vurgulandığı raporu kaleme alan Dr. Mine Yıldırım’la konuştuk. 

İnanç Özgürlüğü Girişimi Direktörü ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı / Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu Din veya İnanç Özgürlüğü Uzmanlar Kurulu Üyesi Mine Yıldırım, Türkiye’nin inanç özgürlüğü karnesini çıkardı. Gazeteci ve siyasetçilerin davalarında örneklerini gördüğümüz Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmaması inanç özgürlüklerinde de karşılaşılan bir olgu. 

İsrail’le gerilen ilişkilerin Musevi/Yahudi cemaatine yansımasından, Ermenilerin Patrik seçimine, Yehova Şahitleri’nden Alevi sorununa kadar pek çok başlıkta konuştuğumuz inanç özgürlükleri için söz Dr. Mine Yıldırım’da… 

İlk olarak yeni gerçekleşen Ermeni cemaatinin Patrik seçimiyle başlayalım. Sizce Ermeni cemaatinin Patrik seçiminde devletin müdahalesi oldu mu? İçişleri Bakanlığı’nın yurt dışından aday gösterilmemesi yönündeki düzenlemesini nasıl yorumluyorsunuz? 

Dini toplulukların ruhanilerini seçme özgürlüğü kendi iç işleri meselesi olarak din veya inanç özgürlüğü hakkının kolektif boyutunun koruması kapsamındadır. Türkiye taraf olduğu insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülükler sebebiyle bu hakkı korumak sorumluluğuna sahip. Ermeni toplumunun Patrik seçiminde “adaylık koşullarını” sınırlayan talimatname bu hakkı sınırlayıcı bir rol oynadı. Şayet bu sınırlama bir dava konusu olsa kamu yetkililerinin bu sınırlamanın belirli koşulları karşıladığını kanıtlamaları gerekirdi. Zira din veya inanç özgürlüğü hakkına yönelik sınırlamalar katı bir denetime tabiidir ve ancak yasada öngörülmüş olmalıdır (keyfiliğe karşı hukuk güvencesi), sınırlı sayımla belirtilen amaçlara yönelik olmalıdır (demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, sağlığın ya da ahlakın veya başkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunması amacıyla);  öngörülen amaca ulaşmak için gereken ölçüde olmalıdır (ölçülülük).  

Ermeni toplumunun Patrik seçimine müdahale yeni değil, 84. Patrik Mutafyan’ın rahatsızlığı üzerine eş Patrik veya yeni Patrik seçimine ilişkin girişimler son 10 yıl içinde defalarca müdahaleye uğradı. Kısa bir süre önce Anayasa Mahkemesi bu konuda önemli bir karar verdi ve söz konusu müdahaleleriyle yasalarla öngörülme koşulunu karşılamadığına hükmetti. Bu çok önemli bir karar – nitekim kamu yetkililerinin seçimlere müdahalesinin yasal bir temeli olmadığını ortaya koyuyor. Maalesef kamu görevlileri bu kararı dikkate almış görünmüyorlar.  

Süryanilerin inanç özgürlüğünde ne aşamadayız? Ağustos ayında Mardin ve Şırnak’ta yanan Süryani tarla/arazileri oldu. Henüz ne olduğu ortaya çıkmış değil. Bu gelişmeleri nasıl değerlendirirsiniz? 

Süryani toplumu tarihsel/geleneksel olarak yaşadığı topraklarda güvenlik için yaşayamadığı için yıllar içinde İstanbul ve Avrupa’ya göç etmek zorunda kalmış. Hem kendileri hala orada yaşarken ve hem de göç ettikten sonra arkalarında bıraktıkları toprakların güvenliğinin sağlanması mümkün hep bir zorluk olmuş. Bunun iki önemli boyutu var: Birincisi tabii ki yaşanan kayıplar, toprak, manastır, kilise binaları, evler ve bunlarla birlikte yaşanan maddi kayıplar ve kültürel miras kaybı. İkincisi ise zaten azınlıkta bulunan toplulukların bu güvensizlik nedeniyle kendileri ve çocukları için buralarda bir gelecek hayal edememeleri ve bu nedenle göç etmeyi düşünmeleri. Her ikisi de hem bu toplum hem de tüm Türkiye için büyük kayıp. 

Buralarda devlet özel ve etkili önlemler alarak hem kişilerin hem  taşınmazların  güvenliğini sağlaması şart. Ek olarak, buralara yeniden dönüşü teşvik edecek, insanlara güven ve umut verecek önemler almalı. Bunu planlarken de bu toplumlarla geniş bir danışma süreci gerçekleştirilmeli ki doğru ve ihtiyaç duyulan adımlar atılabilsin. 

Yeni bir göç dalgası olduğu ve gelenlerin ağırlıkla Ermenilerden oluştuğu belirtiliyor. Buna ilişkin bir tespitiniz var mı?

Göçe ilişkin elimizde net bulgular, bir araştırmamız yok maalesef.  

Yahudi/Musevi cemaati ne gibi sorunlarla karşılaşıyor? Sadece 1 okulları olan Yahudiler inanç özgürlüğüne ne kadar sahip? 

Yahudi toplumunun İsrail’le özdeşleştirilmesi, Yahudi toplumuna yönelik nefret söylemi ve güvenlik kaygılarıyla doğrudan bağlantılı çok önemli bir mesele. İsrail devletinin uygulamaları ve bölgede yaşanan gerilim bazı kesimler tarafından doğrudan Türkiye’de yaşayan Yahudilere yansıtılıyor. Yahudiler de tabii ki diğer kesimler için geçerli olan din veya inanç özgürlüğüne ilişkin sınırlamalardan etkilenebilirler. Fakat Yahudi toplumuyla ilgili en öne çıkan konu antisemitizm ve güvenlik (kişilerin, kurumların, okul ve ibadet yerlerinin) kaygısı. Yahudi toplumuna ait kurumsal binaların güvenliğinin sağlanması için güvenlik kurumlarının sağladığı korumanın yanı sıra önemli ölçüde özel güvenlik önlemleri alınması gerekiyor ve bunun masrafını toplum karşılamak zorunda. Aynı konu bazı kilise binaları ve azınlık okulları için de geçerli kamera yerleştirilmesi, bunlarla ilgili izleme, binalarda yapılması gereken değişiklikler (kurşun geçirmez cam vs.), veya özel güvenlik kurumlarından hizmet alınması oldukça yüklü ve sürekli karşılanması gereken bir masraf yaratıyor. Devletin bu konuda bu toplumlara özel bir mali desteği olması gerekir. Çünkü bu insanların ve kurumların güvenliğini etkili bir şekilde sağlamak devletin yükümlülüğü. 

Antisemitizm konusunda ise izleme, farkındalık yaratma ve önyargıları ve yanlış bilgileri ele almak ve farklı toplum kesimleri arasında karşılaşma ve etkileşim alanları yaratmak gerekiyor. Bu tabii başka gruplara yönelik nefret söylemi ve düşmanlıkla mücadele için de geçerli (Hıristiyanlar, Ermeniler, Rumlar, ateistler gibi). 

İnanç özgürlüğü raporunuzda 2015-2016 yılında Sur’da yaşanan hendek çatışmalarından Ermeniler ve Süryanilerin gördüğü zarara yer vermişsiniz. Diyarbakır’da ne kadar Ermeni ve Süryani var? 

2015-2016 çatışmalarında Diyarbakır’da barış süreci boyunca kentte tesis edilen güvenlik, barış ve demokratik gelişmeler, özellikle kentte yaşayan azınlıklar için çok ümit verici olmuş. Birçok kişi Diyarbakır’da “yeniden Ermeni olarak yaşamanın mümkün olduğunu” hissetmiş. Surp Giragos Kilisesi’nin restorasyonu ve yeniden açılması çok büyük bir fark yaratmış. Aileleri Müslümanlaş(tırıl)mış onlarca Ermeni Hristiyan kimliğini benimsemiş. Sur’daki sokağa çıkma yasağıyla birlikte Surp Giragos Kilisesi’ne erişim kesildi, kilise binası çatışmalarda zarar gördü. Birçok Ermeni – geçici veya kalıcı olarak- İstanbul’a gitti. Şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü işbirliği ile Surp Giragos Kilisesi yeniden onarılıyor. Kısa bir süre içinde tamamlanması beklenen onarımdan sonra Kilisenin bulunduğu sokaklara erişim olup olmayacağı belli değil. Diyarbakır tarihsel olarak Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir şehir ve burada bulunan Ermenilerin şehre derin bir bağlılığı bulunuyor. Ancak benim gözlemim şayet hızla önlem alınmazsa restorasyonu tamamlanan ibadet yerlerinde/kiliselerde ibadet eden toplulukların varlığının sağlanması çok zor olacak. Tabii ki bu azınlığın meseleleri bölgenin meseleleriyle bağlantılı, fakat küçük bir topluluksanız ve zaten yıllar içinde birikerek yoğunlaşan kayıplar yaşanmışsa bunun etkisinin bir farkı buradaki toplulukları artık tamamen kaybetmek olabilir. 

Alevilerin Cemevleri’nin ibadethane sayılması yönündeki talepleri hala karşılanmadı. Bu sorunun çözümüne ilişkin ne düşünüyorsunuz?

Cem evlerinin ibadet yeri statüsünün idari kamu yetkilileri tarafından kabul edilmemesi sosyal ve hukuki gerçeklikle büyük bir karşıtlık içinde ve sürdürülebilir olmadığını düşünüyorum. Toplumsal araştırmalar toplumun büyük çoğunluğunun devletin din veya inançlara eşit mesafede durması gerektiğini düşündüğünü, Diyanet’in Sünni Müslümanlar dışındaki grupları barındıracak ve bunlara da kamusal hizmet sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşündüğünü gösteriyor. Birçok Alevi cem evlerinde ibadet ediyor, cenaze töreni ve başka dini törenler düzenliyorlar, dolayısıyla buranın ibadet yeri olup olmadığını tespiti konusunda kamu görevlileri  karar veremez. Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı/Türkiye kararında AİHM cem evlerinin aydınlatma giderlerinin Diyanet bütçesinden karşılanmamasının hem düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü koruyan 9. Madde hem de bu maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılık yasağına ilişkin 14. Maddeyi ihlal ettiğine karar verdi. Türkiye’de birçok ulusal mahkeme kararı da cemevlerinin aydınlatma giderlerinin Diyanet bütçesinden karşılanması gerektiğine hükmetti. Muhalefet partileri de artık bunun giderilmesi gereken bir adaletsizlik olduğunu söylüyorlar. Cem evlerinin ibadet yeri statüsünün tanınması giderek daha fazla ana akım söylemi haline gelmeye başladı. 

Belediyelerin bu konuda öncülük edebileceğini düşünüyorum. Zaten HDP belediyeleri ve bazı yerlerden CHP belediyeleri cem evlerinin ibadet yeri statüsünü şehir planlarında değişiklik yaparak tanımıştı. Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İzmir ve diğerleri de bunu izleyebilir. Değişim cem evlerinin ibadet yeri statüsünün tanınması yönünde ve karşı görüş sürdürülebilir değil. Bunun değişeceğine inanıyorum.    

Diyanet İşleri Başkanlığı, Sünni-Müslüman olmayan inanç gruplarının özgürlüğü konusunda nasıl bir yer teşkil ediyor?   

Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’ye özgü bir kurum. Din veya inanç özgürlüğü hakkı temelinde bakarsak, insan hakları hukuku devlet-din ilişkisinde belirli bir biçim öngörmüyor. Birçok ülkede çoğunluk veya ana akım dini grup veya bu gruba yönelik hizmetler konusunda özel bir düzenleme mevcut – tarihsel ve siyasal gelişim nedeniyle. Ancak insan hakları hukuku mevcut düzenlemelerin insan hakları hukukuyla uyumlu olmasını gerektiriyor. Dolayısıyla mevcut düzenlemelerde köklü veya daha küçük değişiklikler gerekebiliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bu açıdan irdelenmesi değişiklik gerektirebilir. Diyanetle ilgili bu tür bir araştırmanın çok yararlı olacağını düşünüyorum. 

Bunun ötesinde Türkiye’de sorunu ağırlaştıran koşullar bir yandan Diyanet İşleri Başkanlığı’na kamu kaynakları ve başka kolaylaştırma veya teşvikle Sünni İslami din hizmetleri verilirken diğer grupların din veya inanç özgürlükleri önünde ağır sınırlamalar bulunması. Belki diğer grupların din veya inanç özgürlüğü yeterince güvence altında olsaydı Diyanet aracılığıyla belirli bir din hizmetine verilen ayrıcalıklar bu denli büyük bir adaletsizlik resmi ortaya koymazdı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire İzzettin Doğan ve Diğerleri /Türkiye kararında bunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor Alevi toplumu bağlamında. Bir yandan Alevilerin din veya inançlarını açıklama haklarına ilişkin hukuki kısıtlamalar var bir yanda ise Diyanet aracılığıyla tamamen kamu kaynaklarıyla sunulan ve hayatın her alanına yayılmış din hizmetleri var. Türkiye Haziran 2020 tarihine kadar AİHM’in Alevi kararlarının uygulanmasıyla ilgili nasıl bir yol haritası ile ilerleyeceğini Bakanlar Komitesi’ne bildirmek zorunda. Umarım bu yol haritası kapsayıcı ve katılımcı bir danışma süreciyle hazırlanır. 

Suriye iç savaşında ortaya çıkan IŞİD ve benzer örgütler nedeniyle Türkiye’de iktidarın dediği kadar yaygın bir İslamafobi var mı?  

Türkiye’ye İslamafobi olduğuna ilişkin bulgular hakkında bilgim yok ancak Batı ülkelerinde İslamafobi olduğuna dair bulgular var. İslam dinine ne kadar zarar verdiği konusunda bilgim yok doğrusu. Dinden ziyade Müslüman kişilere karşı önyargıları ve zaman zaman güvenliği zayıflatan, ayrımcılığa sebep olan durumlar ortaya çıkabiliyor. Aynı şey Türkiye’de antisemitizm ve Hıristiyanlara yönelik önyargı ve nefret için de geçerli. Çok boyutlu ve pek çok alanda koordineli mücadele gerektiren konular ve ilk adım izleme ve raporlama olmalı ki sağlam bir durum analizi yapılabilsin. 

Çok konuşulmayan bir inanç gurubu olan Yehova Sahitleri de var. Onlar ne gibi sorunlarla karşılaşıyorlar ya da karşılaşıyorlar mı?

Kendi verilerine göre Türkiye’de 3500 civarında Yehova’nın Şahidi ve 47 kadar cemaat var. Yehova’nın Şahitleri inançları gereği askerlik yapmaya vicdani olarak itiraz ediyorlar. Türkiye’de vicdani ret hakkı tanınmıyor. Dolayısıyla zorunlu askerlik nedeniyle yaşanan mağduriyet çok önemli bir konu. Bir konuda Anayasa Mahkemesi’nin yakın zamanda bir karar vermesini bekliyoruz. Tıpkı Cemevleri gibi Yehova’nın Şahitleri’nin ibadet yerlerinin ibadet yeri statüsünün tanınmaması. AİHM’in bu konuda vermiş olduğu bir ihlal kararına karşın hiçbir ibadet yerinin statüsü tanınmış değil.  

Son olarak Türkiye’nin inanç özgürlüğü karnesini çıkarsanız ne dersiniz? Sınıfta mı kaldık yoksa geçtik mi?

Şöyle söyleyeyim Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları sözleşmeleri ve Anayasa’dan kaynaklı yükümlülüklerini esas alırsak çok çalışmamız lazım. 

En zayıf olduğumuz alan uzun zamandır kaybetme noktasına gelmiş olduğumuz azınlık gruplarının güvenlik ve inanç ve diğer insan hakları alanlarındaki mağduriyetlerinin ortadan kaldırılmaması, tersine bu toplumların canlanması için pozitif tedbirlerin alınmaması. En ümit verici olan genç nesillerin çoğulculuğa ve herkesin inanç özgürlüğü olduğu düşüncesine daha açık olması ve bunu normal karşılaması.   

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram