Psikiyatrist Cemal Dindar: İlaç tarihi, insanın bastırılmasının da tarihidir

Psikiyatrist Cemal Dindar: Sağlık Bakanı Koca, sanırım geçen yıl 'antidepresan kullanımı, artık bir halk sağlığı sorunu' dedi. Evet, 12 Eylül döneminde de, bugün 15-20 mg. verilen psikiyatrik ilaçlar o gün 80-90 miligram olarak kullanılmış. İlaç kullanımı aynı zamanda insanın bastırılmasının da tarihidir.

ÖZLEM ERGUN 24 Aralık 2023 SÖYLEŞİ

“Birlikte iyileşebiliriz” diyen ve ruh sağlığı alanında ‘örnek yaratma’ çabasıyla birlikte eşitsizlikleri merkezine alan Halk İçin Psikoterapi Derneği kuruldu. Eşitsizliklerin aşırılaştığı koşullarda bu arayışın kendi başına değer ifade ettiğini söyleyen dernek kurucularından psikiyatrist Cemal Dindar, “Biz uzmanlar ne yapıyoruz da, bu eşitsizlikler bugün bu kadar pekişmiş durumda? Özellikle ruh sağlığı alanı bu soruyu çok geciktirdi” diyor.

“Merkezi sinir sistemini/ruhsallığı etkileyen ilaçlar yaygın olarak kullanılıyor ve ilaç sermayesi için burası çok önemli. Tedavide ilacı merkeze alan anlayışın ruh sağlığında egemen bir yeri var ve bu yer sadece bilimsel olarak işgal edilmiş, oluşturulmuş değil” diyen Dindar, ekonomik gücünü yaratmış olanın terapi alabildiğine alamayacak olanlarınsa devlet hastanelerinde 5-10 dakikalık görüşmelerin ardından yıllarca sürebilecek ilaç kullanımlarına mecbur bırakıldığına dikkat çekiyor.

SORUN YERİNE SEMPTOM İYİLEŞTİRME…

Sorun yerine semptomu iyileştirmeye yönelmenin yaygın olduğunu ve mevcut psikiyatrik yaklaşımların ‘bastırmayı’ yani ‘uyumu’ hedeflediğini belirten Dindar, yasların hakkıyla yaşanmasının ve bunların gerçekçi biçimde işlenmesinin önemli olduğuna dikkat çekiyor:

“İlaç verdiğinizde yasları yaşanmaz hale getiriyorsunuz. Yasları dirençli depresyonlara, melankolik deneyimlere dönüştürmüş sorunun çözümünü imkânsız hale getirmiş oluyorsunuz. Büyümeyi destekleyebilecek, kişiliğe renk katabilecek olağan örselenmeler, hayal kırıklıkları hayatın içinde var ve bunlar gayet olağan ancak bunlar bugün büyük travmalar olarak tarif edilebiliyor. Durumu, ruhsal bir mesele haline getirmek gibi bir eğilim var.”

Psikiyatrist Cemal Dindar’la Halk İçin Psikotepari Derneği’ni ortaya çıkaran ve böylesi bir girişimi ihtiyaç kılan ruh sağlığı alanını konuştuk. İlaç kullanımı ve bunun anlamlarıyla başlayan söyleşimiz yarın tanı koyma kriterlerinin sorunları ve çözüm arayışlarıyla devam edecek. Sözü, Dindar’a bırakıyoruz.

BİR ÖRNEK YARATABİLİRİZ

Halk İçin Psikoterapi Derneği çatısı altında çalışmalarınızı örgütlemek için yola çıkarken sizleri harekete geçiren temel dinamikler neydi, motivasyon kaynaklarınız ne oldu?    

Sanırım içinde yaşadığımız toplumun çıkış arayışlarının bir parçası. Kendimizi daha iyi hissettiğimiz, gelecekten emin olduğumuz, geçmişin yükünü iyileştirebildiğimiz ya da bugünün sorumluluğunu alabildiğimiz bir ülkede yaşamak istiyoruz.

Derneğin kuruluş amacı da ruh sağlığı alanında mümkün olduğunca bu arayışa yol olmak… Fakat bunu söylerken de bir derneğin Türkiye’deki tüm ruh sağlığı meselelerini çözebileceği gibi bir yanılsamaya kapılmamak gerek. Bizim buradaki emeğimiz bir ‘örnek yaratma emeği’ olabilir, örnek yaratırken de bilgi ve uygulama düzeyinde bir dönüşümün olabileceğinin işaretlerini ortaya koymak olabilir. Bir örnek yaratabilirsek, ruh sağlığı alanında belki esinleyici olabiliriz.

Bir gün dünyanın, Türkiye’nin ve hayatın rüzgârları eşitlikçi bir yerden esmeye başlar ve bizim de temsil ettiğimiz değerler geçerli/başat değerler haline geldiğinde o zaman sorunları çözme konusunda bu esinleyici örnekler bir başlangıç momenti olabilir. Bu tip girişimlerde gücümüz kadar güçsüzlüğümüzü de görebilmeliyiz.

Yoksa ruh sağlığı alanındaki sorunları çözecek özneler belli. Başta Sağlık Bakanlığı, belediyeler, özel sağlık sistemine ait kurumlar.

EŞİTSİZLİKLER ÇOK KABA FAKAT GÖRÜNMEZ HALDE

Ruh sağlığı alanındaki eşitsizliklerin giderilmesine özellikle dikkat çekiyorsunuz. Eşitsizlikten kastınız nedir? Sahici bir eşitlik mümkün mü gerçekten?

Eşitsizlik olduğu kadar bunun karşı savı olan eşitlikçi düşünceler, uygulamalar, arayışlar da olmuştur, olacaktır. Ruh sağlığında ya da hayatın diğer alanlarında ‘şu koşullarda’ eşitlikçi bir sistem mümkün mü? Değil. Fakat eşitlikçiliği düşünmek ve bunun uygulama örneklerini yaratmak mümkün. O ideali mutlaklaştırıp eksikliğine katlanamazsak çabuk yoruluruz fakat bu arayışın üzerine düşünmek, bu arayışı sürdürmek her zaman değerlidir. Eşitsizliklerin bu kadar aşırılaştığı, kabalaştığı koşullarda bu arayış kendi başına değer ifade eder.

Düşünen zihin, bütünün parçası olduğu fikriyle hareket etmezse bu en fazla uzman kibrine dönüşüyor. “Biz uzmanlar ya da siyasi teknokratlar olarak iyiyi doğruyu temsil ediyoruz ama bu halk işte maalesef böyle” gibi sapkınca bir anlayışa savrulunabilir. Her şeyden önce biz uzmanlar da bu halkın bir parçasıyız eğer özgürlükçü-eşitlikçi düşünebiliyorsak, bu halk içinde düşünüyoruzdur. Ve bizimle ‘halk da düşünüyor’ demektir ve bu aynı zamanda halkın da arayışıdır.

BİZ UZMANLAR NE YAPIYORUZ?

Burada sorulması gereken soru şu olabilir. “Biz uzmanlar ne yapıyoruz da, bu eşitsizlikler bugün bu kadar pekişmiş durumda.” Özellikle ruh sağlığı alanı bu soruyu sormakta çok gecikmiş durumda ve sormadığı için de eşitsizliklerin sonucu olan toplumsal felaketler sonrası bizzat kendisi istismar ediliyor. Toplumsal olan her şey psikolojikleştiriliyor.

Buralardaki sınıfsal ayrımcılık son derece kaba fakat görünmez halde. Ruh sağlığı alanı iyileşme ile özdeşleşmiş bir alan fakat yanılsamalı bir durum yaratılıyor. Ruh sağlığı sistemi, uzmanları ve çalışanları olarak hem ayrımcılığın olağanlaşmasına/sıradanlaşmasına katkı sunuyoruz hem de ortaya çıkan sorunların tedavi edicisiymiş gibi yapıyo.

PARASI OLANA TERAPİ, OLMAYANA İLAÇ

Parası olan, ekonomik gücünü yaratmış olan terapi alabiliyor ama alamayacak olanlar devlet hastanelerinde 5-10 dakikalık görüşmelerin sonrasında yıllarca sürebilen ilaç kullanımlarına mecbur bırakılıyor. Tek kârlı çıkan ise ilaç sermayesi…

En çok şaşırdığım şeylerden biri de budur. “Bu ilacı 6 ay kullanacaksınız” denmesine rağmen ben bugüne kadar 6 ay kullanılmış ve sonra kesilmiş ilaç kullanımı pek hatırlamıyorum.  İlaç ya daha erken kesilmiştir, -insanlar ilaç uyumuyla ilgili sorun yaşamıştır- ya da iyi gelmişse uzman kontrolünden artık çıkar ve insanların uzun yıllar boyunca kullandığı bir koltuk değneğine dönüşür ilaçlar.

BİZLER ÇARE OLACAKSAK…

O zaman, antidepresan kullanımının da sınıfsal oluğunu söyleyebilir miyiz? 

Orta sınıf da çok kullanıyor. İlaç kullanımıyla ilgili şöyle bir ayrım var sanki. Yeni nesil ilaçları kullanmak da sınıfsal neredeyse… Bazı ilaçlar yoksullar tarafından daha çok kullanılıyor çünkü öteki bazı ilaçlar onlar için ulaşılabilir değil. Bu durum özellikle günümüzde yaygın; o yüzden bu tür kaba ayrımlara, eşitsizliklere daha çok odaklanmalıyız.

Psikoterapinin giderek daha pahalı hale gelişi ve daha teknik bir alana dönüştürülmesi de ayrı bir sorun. Bizler toplumun herhangi bir problemine derman olacak, bireyler ve grupların ruh sağlığı alanındaki zorlamalarına çare bulacaksak öncelikle aynayı kendimize tutup, “Biz ne yapıyoruz” demeliyiz? Elimizdeki bilgide değerli olan ne? Bilgi ve uygulamamızda mevcut sorunları besleyen öğeler var mı? Buralara bakmamız gerek.

Toplumdaki eşitsizliklerin yer değiştirmiş biçimde bir başka sahnesi de ruh sağlığı çalışanlarıyla ilgili. Asgari ücret kadar seans ücreti alan da var, o asgari ücrete bir ay mesai yapan ruh sağlığı çalışanı da… Yani eşitsizlik ruh sağlığı çalışanları/ uzmanları arasında da var. Bizler buralara da odaklanmaya çalışıyoruz.

İLACI MERKEZE ALAN ANLAYIŞ HÂKİM

Sizlerin deneyimi, antidepresan kullanımının vardığı boyutlarla ilgili ne söylüyor?

Sanırım geçen yıldı; Sağlık Bakanı –birinci yetkili ağız- bir açıklama yapmıştı.  Fahrettin Bey, antidepresan kullanımının artık bir halk sağlığı sorununa dönüştüğünü söylüyordu.

Bu durum küresel ölçekte de böyle. Merkezi sinir sistemini, ruhsallığı etkileyen ilaçlar yaygın olarak kullanılıyor ve ilaç sermayesi için burası gözden çıkarılacak bir kalem değil. İlaç kullanımı, yeni ilaçların da piyasaya sürülmesiyle artarak devam ediyor. Tedavide ilacı merkeze alan anlayışın ruh sağlığında egemen bir bir yeri var ve bu yer sadece bilimsel olarak işgal edilmiş, oluşturulmuş bir yer değil.  Pazarın gerekleri de bilim kadar belirleyici.

TOPLUMUN BASTIRILMA YÖNTEMLERİNDEN BİRİ

Psikofarmakoloji tarihi, aynı zamanda insanın bastırılmasının da tarihidir” diyorsunuz. İlaç kullanımının yaygın ve uzun süreli olmasının cevabı bu ifadede gizli herhalde…

‘12 Eylül Ruhu / Halkın ‘Yüce Millet’le İmtihanı’ kitabımı yazarken fark ettim ki; psikiyatri kurumları askeriye ve polis gücünün yanında bir baskı aracına da dönüşebiliyor. 12 Eylül döneminde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yazılmış psikiyatrik ilaçların dozlarına baktığımızda bugün 15-20 mg. verilen dozlar o gün 80-90 miligram olarak kullanılmış. Bunun o dönem, toplumun bastırılması yöntemlerinden biri olarak kullanıldığını düşünüyorum.

İlaç kullanımıyla insanları toplumsal sisteme uyumlu hale getirmek diye bir şey var. Agamben’i de hatırlayarak söyleyelim: Toplumu bir arada tutmak ya da toplumsal sisteme ikna etmek için darbe vb. gibi durumlar yaratılıyor ve bu tür olağanüstü durumlarda düşünme, başkaldırma olasılığı olan kişi ve gruplar sisteme entegre ediliyor. Olağan durumlarda da ‘uyum’ meselesi öne çıkartılıyor ve ilaçlar ile bilişsel davranışçılık benzeri egemen terapi uygulamaları bir tür uyum mekanizmaları gibi işlev görüyor.

Semptomu değil de sorunu iyileştirmeye yönelmek, ruhsal zorlanmanın kaynağını tespit edip ona göre davranmak çok az yapılan bir şey. Mevcut yaklaşımlar daha çok bastırmayı ve uyumu hedefliyor.

İLAÇ VERDİĞİNİZDE YASLARI YAŞANMAZ HALE GETİRİYORSUNUZ

Ekonomik krizler, toplumsal felaketler sonrası oluşan kayıplara dair yasların hakkıyla yaşanması ve bunların gerçekçi biçimde işlenmesi neden önemli?

Çünkü bunun yaşamdan başka ilacı yok, ilaç verdiğinizde yasları yaşanmaz hale getiriyorsunuz. Yasları dirençli depresyonlara, melankolik deneyimlere dönüştürmüş sorunun çözümünü imkânsız hale getirmiş oluyorsunuz.

Genç kuşaklarda çok daha önemli bir konu bu. Çocukluk-gençlik dönemindeki kayıpların yasını, yaşamın içinde bir yaşantı haline getirip iyileştirmediğinizde yapısal bir şeye dönüşüyor. O insanlar bir ömrü yas içinde tamamlıyor. Dolayısıyla yasların, kayıpların hayatın bir parçası olarak yaşanıp tamamlanması gerekiyor. O yüzden hemen psikolojize edilmemesi ve buna ‘hayat serüveninin bir parçası’ denebilmesi önemli. Terapi bu konuda çok yararlı bir alan; yaslanmak, yası yaşamak deneyimleri açısından…

Bir de şu var: Günümüzde insanlar çok daha kırılgan durumda. Kişiler çocuklarını ya çok korunaklı alanlarda büyütüyor ya da çocuklar korunmaktan tamamen yoksun büyüyor, ortası yok gibi. Ekonomik gücü olan kişiler, çocuğunun sokakla temas etmesini hiç istemiyor, sokakta büyüyen çocuklar da zaten çok örselenerek büyümüş oluyor.

HAYAL KIRIKLIKLARI, ÖRSELENMELER HAYATIN İÇİNDE VE OLAĞAN

Büyümeyi destekleyebilecek, kişiliğe renk katabilecek olağan örselenmeler, hayal kırıklıkları hayatın içinde var ve bunlar gayet olağan. Ancak bunlar bugün travmalar olarak tarif edilebiliyor, durumu patolojik bir mesele haline getirmek gibi bir eğilim var. Travma kavramı olağan yaşam deneyimlerini hastalık olarak damgalamanın temel kategorilerinden birini yaratıyor.

Travma kavramı etrafındaki belli tanıları çok iyi düşünmemiz gerekir. Yaşamın olağan akışındaki olumsuz durumları hemen bir tanı kategorisine teslim etmek ve oradan kavramak… Bunları çok iyi düşünmek gerekiyor.

Moda tabirle hep pozitif düşünmek, hep olumlu olmak, hep iyi olmak, yaşamın değerini sadece mutluluk ve başarıda aramak olumsuz olan şeyleri hastalıklı bir çerçevede kavramaya da dönüşüyor. Psikoloji ve psikiyatrinin tavrı da giderek bunu destekleyen bir yapı ediniyor.

Özetle söylersek, kimse kimseyi hayal kırıklığına uğratmasın/örselemesin ama bunlar yaşamın içinde var ve kaçamayız. Bunları ağır hastalık ya da patolojik deneyimlermiş gibi damgalamamalıyız. Yas da dahil yaşamın içinde bizi ruhsal olarak zenginleştirecek belirleyenler olarak görmeliyiz.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram