‘Başbuğ’un sözleri bana şunu söylüyor; vaziyet çok karışık’

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yaptığı “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmasına ilişkin değerlendirmeleri için Prof. Dr. Kentel’in kapısını çaldık.

EYLEM YILMAZ 15 Şubat 2020 SÖYLEŞİ

Şehir Üniversitesi’nde ders vermeye devam eden Prof. Dr. Ferhat Kentel, 2010 Anayasa referandumunda, Taraf gazetesindeki yazılarında, askeri vesayetle mücadelede yer almış önemli isimlerden. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yaptığı “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmasına ilişkin değerlendirmeleri için Prof. Dr. Kentel’in kapısını çaldık. 

2007 yıllarında Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De girişimi tarafından düzenlenen “Darbelere Dur De” mitinglerine atıfla “Artık kesin konuşmuyorum” diyen, bir sosyolog olarak o dönemde kesin konuşmaması gerektiğini söyleyerek özeleştiriden kaçınmayan Ferhat Kentel, İlker Başbuğ’un açıklamalarını; Muhtemelen İlker Başbuğ’un temsil etmiş olduğu alan neyse onların bu koalisyon içindeki yerleri sorgulanıyor. Gidişatla ilgili bir takım sorunları var. 15 Temmuz vasıtasıyla iktidarını yenilemiş olan ittifakın dili bozuluyor” olarak değerlendiriyor. Ancak yine de Türkiye toplumunun geleceği için karamsar da değil… 

Söz Prof. Dr. Ferhat Kentel’de 

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ‘siyasi ayağı’ eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamalarıyla ilk kez bu kadar çok tartışılır oldu. Daha önce yargılanmış da olan Başbuğ’un açıklamaları sonrası tartışmaları nasıl yorumlarsınız? 

Siyasi ayak, ekonomik ayak gibi şeylerin biraz kurgu tanımlar olduğunu düşünüyorum. Bu kadar net organizasyon şemalarının olduğunu düşünmüyorum. Daha iç içe geçmiş, siyasetin ekonomiyle, ekonominin dini cemaatlerle, bu dini cemaatlerin askerin içinde, hukukta vesaire iç içe var olmasıdır. Bu devletin içinde bir sürü şebeke var. Bunların içindeki bir kısmı Ergenekon adıyla duyuldu, daha sonra FETÖ organizasyonları dendi ama bunların birbirinden çok da ayrışabilir örgütlenmeler olduğunu zannetmiyorum. Bunlar çok daha iç içe, güç ilişkileri içinde var olabilen bir takım örgütlenmeler. 

15 Temmuz’u Gülencilerin gerçekleştirdiği iddia edildi ve bu bir dini bir cemaat, ancak Ergenekon dediğiniz ulusalcı, Kemalist bir yapıyı içeriyordu. Bu iki zıt yapının ortak olabileceğini söylüyorsunuz. Bu nasıl olabilir? Bunu açabilir misiniz? 

Ortaklıktan şunu kast ediyorum; FETÖ diye adlandırılan organizasyon sadece cemaatçilerden oluşan bir şey değil. 15 Temmuz’u yapanların sadece cemaatçilerden oluştuğunu hiç zannetmiyorum. Çok daha iç içe olan, çok karanlık bir organizasyon. O yüzden zaten Meclis’te bir takım soruşturmalar kabul edilmiyor. Açığa çıkarılabilir bir şey olsa soruşturmaları da açılırdı. Bu devletin kendi yapılanmasında çeşitli zamanlarda devreye sokulabilecek bir takım alt örgütlenmeler falan var. Her biri belli zamanlarda operasyonlar yapabilecek bir takım güçler var. Bir zamanlar Emasyalar, 6-7 Eylül’ü organize eden o zaman General Yirmibeşoğlu’nun; “Süper bir organizasyondu” dediği gibi Kontrgerillalar, Gladyolar birçok NATO ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de var. Soğuk savaştan sonra birçok ülkede dönüşümler yaşandı ancak Türkiye hala bitmeyen bir soğuk savaş mantığında bir devlet olduğu için her durumda kullanabilecek bir takım örgütleri var.  

Örneğin, HDP’li bir milletvekili Amasya’da, Giresun’da bir yere gidiyor ve birileri çıkıp protesto ediyor. Kılıçdaroğlu, Ankara’nın bir ilçesine gidiyor ve orada birileri ona yumruk atıyor. Bu organizasyonlar sadece basit bir vatandaş tepkisi değildir. Bu tepkiler çok daha farklı uçlardan, memlekette yaşadığımız ideolojik ayrışmaların her hangi bir ucundan olabilecek olan şeyler. Bunu söylemeye çalışıyorum. Ergenekon tabi ki daha Kemalist boyutuydu ama Ergenekon, PerinçekçilerBahçeliciler ya da MHP’liler, Fettullahçılar; bunların birbirinden tamamen uzak olmadıklarını söylüyorum. Bunların içinde çok derin pazarlıklar, sürekli değişen koalisyonlar olduğunu söylüyorum. Milli İstihbarat’ın içinde, Genelkurmay’ın içinde farklı tezahürleri olabilir. İlker Başbuğ’un da yapmış olduğu bu açıklama muhtemelen devletin içinde var olan pazarlıkların, gerilimlerin dışa vurumlarından bir tanesi olduğunu düşünüyorum. Ama bu sayede siyasi ayak gibi net bir tartışma içine girdiğimizi de zannetmiyorum. 

Peki, bahsettiğiniz bu ortaklığın oluşmasındaki temel neden ne olur? Ne üzerine birleşiyorlar da sonra başka ayrışmalar yaşanıyor? Örneğin, Bahçeli, Perinçek, Gülen, Erdoğan ne için birleşebilir? 

Şöyle bir var sayımda bulunulabilir. İki eksen var. Birincisi, Türkiye  Cumhuriyet’i devletinin vazgeçilmez bir takım temel prensipleri olabilir. Mesela Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihinin sorgulanmaması. Örneğin, 1915’te ne oldu sorusuna dair devletin şu ana kadar bize söylemiş olduğu bir şey asla ve asla sorgulanmaması olabilir. Temel bir takım taşların yerinden oynamaması gerekir. Bu hiçbir hükümetin, hiçbir siyasi kanadın kolay kolay baş edebileceği bir şey değil. Baş edilemez demek istemiyorum ama devletin bu mantığı içinde kolay kolay vazgeçilemez. Bunu sorgulayacak bir takım hareketler çıkabilir. İslamcı hareket böyle bir hareketti. İslamcı hareket bunu sorgulayabilecekken devletin içine çekilmesiyle birlikte belki devlet daha sorgulanmaz bir noktaya geldi. AK Parti İslamcı hareketin bir türevi olarak devletin içinde girdikçe devletin var olan prensiplerini sabit bir şekilde yeniden üremesi için mükemmel bir araç oldu. 

İkinci eksen, iktidara yaklaşan herkes bir şekilde kirleniyor. Bir takım çıkar grupları da birbirlerine karşı zayıf noktaları kullanabilir konumdadır. Dolayısıyla tam da bu zayıf noktaları açığa çıkarmamak için gerekirse başka bir ittifak yaparız. Düne kadar Ergenekon’a karşı Fetullahçılarla hareket eden bir AK Parti hükümeti, Fetullahçılara karşı Ergenekoncularla bir araya gelebilir. Her seferinde tam da bu grupların çıkarlarının örtülmesi ve belli bir sınıfın gücünün korunması için böyle koalisyonlar her zaman için normaldir. Siyaseten de bu basit bir siyasi oyundur. 

CHP lideri Kılıçdaroğlu, grup toplantısında “FETÖ’nün siyasi ayağı Tayyip Erdoğan’dır” dedi. Bunu bir sürü rapora, MGK kararına ve bunların uygulanmamasına dayandırdı. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını nasıl değerlendirirsiniz? Diğer yandan yeniden kullanılan askeri vesayet tartışmaları var. Siz nasıl bir tablo görüyorsunuz? 

MGK kararı döneminde AK Parti ve Fethullah (Gülen) koalisyonu var. Devlet içinde yürüyen bir siyasi hareketten bahsediyoruz. Devlet içinde daha çok Kemalist, milliyetçi çevreler var. Toplumsal gruplar içinde benzer olan durumdur, bir şirketin, bir şeyin içine girdikçe dönüşürler. Bunlar da dönüştüler. Devletleşirken girmiş oldukları irtibatlar eski ortaklarla aranın bozulmasına neden oldu. O zaman soruşturulması reddedilirken çok benzer olarak 15 Temmuz’un sorgulanmasının engellenmesi var. Bu ikisi çok benzer süreçler. Fethullah’ı soruşturmak engellendi ama Fetullahçı bir darbenin nasıl yapıldığının soruşturulması da engellendi. Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine yeni bir şey daha ekleyelim; 15 Temmuz’un soruşturulması niye engelleniyor? Anlatılanlar dışında başka bir şeyler de var ama bilemiyoruz. Aynı 2004’te Fethullah’ın CIA ile girmiş olduğu ilişkileri öğrenemediğim zaman olduğu gibi. Bir şeyler olduğunu biliyoruz, hissediyoruz ama öğrenemiyoruz. Çünkü o zamanki güç ilişkilerinde bunların öğrenilmesi devletin içinde oluşmakta olan koalisyona zarar verirdi. Bundan sonrasında ne olacağını bilemiyorum. Yeni bir Orwell vari 1984’e maruz kalabiliriz. Bütün bu soruşturmaların askeri vesayeti hortlatıcı kılıflarda sunulabilir. 

Yeniden dillendiriliyor zaten… Bir de tüm bunlar AKP’den Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi isimlerle başlayan yeni parti hazırlıkları, erken seçim tartışmalarının ortasında yaşanıyor. Bu tartışma Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tabanında yeniden bir hareketlenme sağlamasına dönük olabilir mi? 

Muhtemelen. Otoriter ve totoliter rejimler her zaman, her fırsatı kullanabilirler. Ama hakikaten her fırsat olabilir. Sigara içmekten alkole, Cumhuriyet Bayramı’ndan Atatürk’e, Kurban Bayramı’na kadar her şey kullanılabilir. Yukarıdaki meşru dilin güçlü kalması, sorgulanmaması için her türlü yöntem uygulanabilir. 15 Temmuz’la FETÖ dili çok homojen bir dildi ve gerçekten düşmanlar-dostlar ayrımını çok net yapıyordu. Ancak devletin içindeki ittifaklar bu kadar basit değil. Muhtemelen İlker Başbuğ’un temsil etmiş olduğu alan neyse onların bu koalisyon içindeki yerleri sorgulanıyor. Gidişatla ilgili bir takım sorunları var. 15 Temmuz vasıtasıyla iktidarını yenilemiş olan ittifakın dili bozuluyor. O zaman yeniden eskiden beri sık sık gündemimize gelen askeri vesayet gibi bir dili yeniden kullanabilirsiniz, araçsallaştırabilirsiniz ve bu şekilde kendi kitlenizi mobilize edebilirsiniz. 

BAŞBUĞ’UN SÖZLERİ TÜRKİYE’DE ALTERNATİF AKTÖRLERİN İŞARETİ”

Peki, bu tartışmalar Türkiye siyasetini yakın ve uzun vadede nasıl şekillendirir? Örneğin yeni ittifakların kurulmasına neden olur mu? 

Herhalde olur. İlker Başbuğ’un bunu söylemiş olması bana şunu söylüyor; vaziyet çok karışık. Totalitarizm lafını çok kullanıyor olmama rağmen hep şunu da eklerim; totalitarizm kolay değil, 21. yüzyılda çok daha zor. Bütün beyinleri ele geçiremezsiniz. Çünkü çok fazla aktör vardır, çok fazla farklı güç vardır. İlker Başbuğ’un bunu söylüyor olması toplum içinde bir takım  karşılıkları olmasındandır. Şunu söylüyor, burası bir türlü tek düze bir toplum olamıyor. İlker Başbuğ’un bu koalisyon içinden bir şey söylüyor olması Türkiye’de alternatif farklı bir takım aktörlerin olduğunun işaretidir. Bu en azından konuşulabilen bir şeyler olması açısından iyidir.  

İkincisi, merkezdeki gücünü oluşturmak için her türlü şeyi göze alabilen bir iktidarın yapabileceği öngörülemeyecek bir takım olumsuz şeyler de olabilir. Bunun toplum için gayet olumsuz sonuçları olabilir. Yarın; “Bütün bunlar hainlerdir” diyebilir. Bir anda bakarsınız ki, düne kadar hainler dilini kullanan İlker Başbuğ yandaş medyasıyla vesaire hain ilan edilmiş. İhanet, Türkiye’de çok kolay kullanılan bir laf. Siyasal kutuplaşmamızın, darbelerin, siyasal şiddetin, terörün, teröre karşı terörün, aklınıza gelebilecek bütün kötülüklerin kaynağı olabilecek veya bu şiddetli oluşumları harekete geçirebilecek dinamik de olabilir. 

Sizce Türkiye’de yeniden bir darbe olabilir mi? 

Buna şöyle komik bir yanıt vereyim. “Darbelere Dur De” mitingleri yapıyorduk. O zaman mini etekli kadın, türbanlı kadın yan yana yürüyorduk. O zamanlar bir şey oldu, bir şeyler değişti diyorduk. O zaman artık darbe filan olmaz derdim. Ama oluyor işte… Oluyormuş. Artık kesin öyle bir şey demem. Bir sosyolog olarak o zaman da dememem lazımdı. Hata etmişim. Artık akıllandım. Darbe olabilir. Bu memlekette gerçekten bir takım koalisyonların el ele, üst üste verip dünya kadar yapabileceği şeyler var. Bu memlekette hiç beklemediğimiz, ummadığımız, başka formatlar altında bir takım darbeler olabilir diye düşünüyorum.  

“Rengârenk seçkinlerin koalisyonu” yazınızdan bir alıntıyla yeni cemaatler konusuna geçmek istiyorum. Şöyle diyorsunuz; “Bugünkü Türkiye’nin 1984’ünde Sovyet, Çin, Amerikan, İran, Suudi Arabistan ya da Türkiye’nin tek parti ekollerinden gelmiş, cemaatçi yapıların, şeyhlerin dizlerinin dibinde yetişmiş insan malzemeleri ve know-how var.” En son Şehir Üniversitesi konusunda da yeni cemaatleşmeler tartışılmıştı. Siz Türkiye’deki bu yeni cemaatleşme tartışmalarını nasıl yorumluyorsunuz? Hatta en son Erdoğan’ın bir ziyareti oldu ve çok tartışılmıştı.

Cemaat derken şunu kast ediyorum; cemaat illa geçmişten gelen dini tarikatın izinde yürüyen kapalı toplum değildir. Dindar olabilir ya da komünist Pravdalarında büyümüş bir takım cemaatlerde olabilir. Dünyadaki gerçekliği tek bir abi, lider, baba olarak adlandırmış bir takım liderlerden öğrenmiş insanlarda olabilir ama bunların hepsinin mantığı çok benzer. Cennet-cehennem, bu dünyada şunu kuracağız gibi çok dini bir üslupla düşünen o kadar çok insan, grup var ki… Örneğin, Hak-İŞ toplantısında bir kadın çıkıyor, çocuklarının olduğunu da söylüyor ama “Allah ömrüm varsa onu benden alsın Erdoğan’a versin” diyor. Erdoğan baya baya dini bir sembol haline geliyor. İlah haline dönüşüyor. İnsanlar buna inanabiliyorlar. Bu inanma hali  cemaattir. Burada tarikat yok, dinsel bir örgüt yok ama bu Erdoğan’ın kişiliği, karizması ya da güç kazandıkça daha da artan karizması,  Sovyetler’de “Halkın babası, kurtuluşumuz onunla” denilen Stalin’in durumundan farksız. Stalin dindar mıydı? Alakası yok. Ama bir cemaatti Stalincilik. Hepimiz; solcusu, sağcısı, Kemalisti vesaire birer cemaat zaten. Türkiye zaten bir travma üzerine oluşmuş cemaatçi bir toplum. Türevlerini üretiyor ne yazık ki. Bir cemaatin türevi, türevinin türevi şeklinde sürekli üreyebiliyor.  

Bir yandan da Türkiye’nin işsizlik gerçeği var. Ecevit döneminde kasa atılıyordu, bugün kendisini yakan insanlar görüyoruz. Bu durum toplumu nasıl etkiliyor ve bu süreçten Türkiye toplumu nasıl çıkar? 

Herkesin aklına gelmiştir, Tunus’ta genç bir adam kendisini yaktı ve ardından bir şey gerçekleşti. Burada böyle bir şey olmadı. Ateş düştüğü yeri yaktı. İnsanlar korku içinde baktı bu duruma. AK Parti Ağrı İlçe Örgütü’nden bir kadın “ucuz siyasi manevra” dedi. Bu hakikaten Türkiye’deki ortalama, en azından totaliterizmin ele geçirebildiği sosyal kesimler arasında korkunç bir düzey düşüklüğü görüyoruz. Entelektüel anlamda demiyorum, duygusal olarak. Duygusal dibe çöküş. Bu insansızlaştırmadır. Dünyada şu anda popülist, sağcı liderlerin üzerinde yükseldikleri bir ruh hali var. Bunlar için başka insanlar, insan değiller. İnsan olmadıkları için her türlü ezilebilirler. Bu tam totaliter durumdur. Bu totaliter kafalar içinde birisinin kendisini yakıyor olması, bunu yapan zaten insan olarak kabul edilmediği için zerre kadar insani bir titreşime yol açmıyor. İşin daha kötü tarafı böyle düşünmeyen insanların sessiz kalıyor olması. Bu dehşet bir travmaya tekabül ediyor. Çünkü bir şey dedikleri anda başlarına bir şey gelmesinden korkuyorlar. Bugüne kadar Türkiye tarihinde darbelerden daha pek çok şeye kadar yaşananlardan öyle büyük bir travmaya sahipler. Hiçbir darbeyle doğru dürüst yüzleşmediğimiz için bu aşılamıyor. İnsani tepkilerin gelmemesi bu toplumun ciddi bir travmatik geçmişi olmasından ve bu travmatik geçmişin sürekli olarak güncelleniyor olmasından kaynaklanıyor. 

Aslında çok eskiye gitmeden de 7 Haziran 2015 sonrası yaşananlar da bu toplum için bir travma. 10 Ekim Katliamı oldu, 15 Temmuz oldu… Buradan bir çıkış bekliyor musunuz? 

Bu otomatik bir uyanış şeklinde olmuyor. Bu hakikaten bir güç ilişkisi. Pratikelerde, söylemlerde, ortada dolaşan bilgilerde acımasız bir kavga var. Bilgiyi kim üretiyor, bilgiyi kim satıyor, bilgiyi kim yaygınlaştırıyor? Bakın medya paylaşımına. İki tane adam çıkıyor, “FETÖ’den biri yakalanmış, konuşmuyormuş, vursunlar çocuğunu, Putin öyle yapıyor” diyor. Bunu alenen kamusal alandan, televizyondan yapıyor. Biraz normalliğini kaybetmemiş bir ülke olsa ne oluyor denir. Böyle bir şey öneriyor olmak ne dinine, ne insanlığına hiçbir şeye sığmaz diyebilecek bir potansiyel yok. O yüzden o cenahtan kısa vadede bir uyanış beklemiyorum. Ancak alternatif medyada konuşma kanallarının çoğalmasıyla mümkün olabilecek bir şey. Tabi dünyada hiçbir zaman bir anda bir şeyler değişmedi. Damlalardan küçük gölcükler oluşuyordur bir yandan, bir şeyler birikiyordur. 25 Haziran’da yaşanan 1 milyon oy kaybı çok muhteşem bir şey. 

Ekrem İmamoğlu isminin etrafında Kürt, muhafazakâr, seküler, CHP’li, MHP’li, HDP’li ve hatta AKP’li seçmenin birleşmesi (sandığa gitmeme oranı epey yüksekti) yani birçok farklı kesimden insanın bir araya gelebildiğini gördük… Bu bir başlangıç olabilir mi? 

Artık kesin konuşmuyorum. Hiç belli olmaz. Sizin, benim, akademisyenlerin, konuşabilen insanların ne yaptığıyla çok ilgili. Ama bir sürü insan bize göre çok daha güçlü, ellerindeki güçle kamusal alanda oynadıkları rol de tabi ki çok daha güçlü oluyor. O yüzden öyle bir garanti yok. Ama en azından sözün bitmediğini, söylenecek yeni sözler olduğunu, bu sözlerin kendi mecrasında bir takım mücadelelere girdiğini, başka sözler karşısında meşruiyet savaşı verdiğini söyleyebiliriz. Bu şu açıdan önemli; totaliter yapılar çok fazla şey yapabilirler, yeni bir din şeklinde ortaya çıkıp Müslümanım diyen yeryüzü insanlarına tapınabilirler, gayet dinsel kisvelere de bürünebilir ama bu demek değil ki hayat burada bitiyor. Güvenebileceğimiz, sesimizi çıkarabileceğimiz, umut edebileceğimiz bir takım pratikler, bilgiler var. 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram