HDP’li Gülüm: AKP, Diyanet ve cemaatler üzerinden yoksulluğun ‘kader’ olduğu propagandasını yayıyor

HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, ekonomik koşulları ve iktidarın gerçeği gizleme girişimlerini Kronos’a değerlendirdi.

ÖZLEM ERGUN 11 Nisan 2023 SÖYLEŞİ

TÜİK mart ayında yıllık enflasyonu yüzde 50.51 olarak duyururken, bağımsız ekonomistlerden oluşan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), aynı enflasyonu yüzde 112.51 olarak hesapladı.

TÜİK’in zaten şaibeli olan enflasyon hesaplarının sonuncusundaki bu düşüş, ‘baz etkisi’yle açıklanıyor. Sözü edilen baz etkisiyle; mukayese edilen geçmiş dönemdeki yüksek enflasyon şimdiki dönemdeki enflasyonu düşük kılarken, çarşı-pazar fiyatlarındaki artış dikkat çekici. ‘Soğan 30, sivri biber 100, kıyma 300 tl’ etiketleri karşısında dar gelirli milyonlarca insanın halet-i ruhiyesi hayretten-öfkeye, isyandan-hüzne kadar çeşitli.

BU ÜRÜN SİZE PAHALI MI GELDİ? ERDOĞAN SAYESİNDE

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP lideri Bahçeli’nin fotoğraflarının üzerinde yer aldığı, “Bu ürün size pahalı mı geldi? Erdoğan sayesinde” yazılı etiketler tasarlayıp sosyal medya hesaplarından paylaşan Mahir Akkoyun, geçen hafta gözaltına alınıp adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

“Yaptığım tasarımların birçoğu aslında bu ülkede hali hazırda var olan yoksulluğu, sefaleti, yüksek fiyatları ele alan ve bunlara dair bir şey söyleyen, bu yoksulluğun sefaletin sorumlularına karşı bir şeyleri ifade eden tasarımlardı. Bu söylediklerimden çok rahatsız oldular” diyen Akkoyun’a yöneltilen suçlamalar ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ ve ‘seçim düzenini bozmak’ oldu.

Oysa aynı enflasyondan şikâyetçi olan Erdoğan da 8 Aralık 2022’de, “Aldığımız tedbirlerin etkisiyle inşallah önümüzdeki yılbaşından itibaren enflasyonun boynunu kırmış olacağız” diyordu.

Yol, köprü gibi beton işleri dışında ekonomiye dair topluma diyecek bir şeyi kalmamış AKP’nin, ‘tek haneli enflasyon’ şeklindeki vaadi de gerçekleşmedi. İktidara geldiği Aralık 2002’de yüzde 29.7 enflasyon devralan AKP, 20 yılda enflasyonu 55 puan arttırdı.

İŞÇİDEN YANA MI, SERMAYEDEN YANA MI? 

Milyonlarca insanın yaşam koşullarını dolaysız belirleyen ekonomik tablo, sandıkta nasıl bir karşılık üretecek? HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm yanıtladı.

Sözü, “Herkesin insanca yaşayabildiği bir ekonomik yaşam ile işçilerin çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili kararları kendilerinin belirlediği bir hayat mümkün. Bunu yapabilmek içinde asıl soru şu; “İşçiden yana politikalar mı, sermayeden yana politikalar mı?” Bizim için cevap net. İşçiden, emekçiden yanayız. Kaynakların kıt olduğu ise kocaman bir yalan. Sorun, kaynakların kimin için kullanıldığında düğümleniyor” diyen Gülüm’e bırakıyoruz.

ÇÖPTEN YİYECEK TOPLAYANLAR ARTIYOR

Ramazan pidesinin 10, etin kilosunun 300 tl’den başladığı, soğanın 30 TL’ye dayandığı, kiraların -iyi ihtimale- 2’ye 3’e katlandığı ekonomik tabloda dar gelirli milyonlarca insanın yaşam koşullarına ilişkin sahaya dayanan gözlemleriniz nedir?

Kapitalizmin krizi ile birleşen iktidarın neo-liberal politikaları halkı derin bir yoksulluğa mâhkum etti. Ücretler açlık sınırının altında kaldı. İnsanların bırakın ayın sonunu getirmeyi, yarınını bile göremediği bir dönemden geçiyoruz. İşsizlik yaygınlaştı. Sermayeden yana politikalar halkı gittikçe yoksullaştırdı, yaşam koşulları ağırlaştı. Aynı evde yaşayan insanların tamamı ücretli bir işte çalışmasına rağmen geçimini sağlayamaz hale geldi özellikle kadınlar yoksulun da yoksulu haline getirildi.

Ücretli emek alanındaki kadın yoksulluğu erkeklere göre daha fazla derinleşirken, ev içindeki bakım işleri tümüyle kadınların üstüne yüklendi. Devletin, kamunun vermesi gereken hizmetlerin birçoğu kadınların sırtına yüklendi. Engelli bakımı, hasta/yaşlı bakımı kadınlar üzerinden yapıldı.

Kiraların yüksekliği, barınma sorunu da beraberinde getirdi. Kiralarını ödeyemedikleri için insanlar evleri birleştirmek zorunda kaldı, şehirlerde geçinemeyenler köylerine dönmek durumunda bırakıldı.

Bu ülkede bir insan çocuğuna pantolon alamadığı, çocuklarının karnını doyuramadığı için intihar etti. Çöpten yiyecek toplayanların sayısında ciddi bir artış var, pazar alışverişi neredeyse yapılamaz oldu.

 BU ALGI OPERASYONLARI ARTIK TUTMUYOR

AKP’nin yüzer gezer/yapay ama kendisi açısından kullanışlı olduğu muhakkak olan ‘seccade’ üzerinden söylem üretme çabası, ekonominin hayatta kalmayı bu kadar zorlaştığı koşullarda toplumda karşılık bulabilir mi?

AKP; politikaları sorgulanmasın, yoksulluk sorgulanmasın diye çokça yöntem deniyor. Bir yandan yoksulluktan kendisinin sorumlu olmadığını iddia ederken diğer yandan yoksulluğun ‘kader’ olduğu propagandasını yayıyor.  Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı ve cemaatler üzerinden bu politikayı yaygınlaştırmaya çalışıyor.

Ülkeye getirdiği çıkmaz görünmez kılınsın diye farklı gündemleri taşımaya, algı operasyonları yapmaya devam ediyor. Bunlardan biri de seccade meselesi. Aslında bu yeni bir durum değil, din üzerinden sürdürdüğü bir politika. Dini referanslı tartışmalarla, asıl sorunların tartışılmasının önüne geçmeye çalışıyor.

Yoksulluğun bu kadar derinleştiği, demokrasi ve özgürlük talebinin bu kadar yükseldiği ortamda bu algı operasyonları tutmuyor. Geçmişte bu ve benzeri algı operasyonlarıyla toplumu yönetebiliyorken bugün artık kısa bir an etkili olsa bile hızla etkisini yitirerek halk kendi gündemine dönüyor. Yani yoksulluk gündemine; geçinememe derdine, kirayı ödeyememe derdine, sağlık sorununu çözememe derdine dönüyor.

Koltuğunu kaybedeceğini gören iktidar, devletin bütün mali kaynaklarını kendi koltuğunu korumanın aracı haline getirmişken, öbür yandan da topluma bir takım vaatlerde bulunuyor.

ÜCRETLERE ZAMLARIN BİR ANLAMI YOK 

2023 asgari ücretinin 8 bin 500 lira yapılması, emekli ve memura bahşedilen yüzde 30 zam, -henüz karmaşa tam olarak anlaşılamamış olsa da- EYT’de yapılan düzenlemeler… Bu toplamın sandıkta AKP lehine karşılık üretmesi mümkün mü?  

Asgari ücret, emekli maaşı, EYT meselesinde adımlar atıldı ama çok açık ki bu düzenlemelerin arkasında yatan asıl neden seçimleri alabilmek yoksa umurlarında olan ne halkın geçim kaynakları, ne de yoksulluk.

AKP’nin bu girimleri hiçbir çözüm üretmedi, üretemez de. Her gün peşi sıra her şeye zam gelen bir ortamda, ücretlere gelen zamların hiçbir işe yaramayacağı açık. Hızla yükselen hayat pahalılığıyla, yapılan her zam anlamını yitirdi. EYT düzenlemesi de sınırlı gerçekleşti. Beklendiği gibi olmadı.

Toplum bütün bu düzenlemelerin gerçekçi olmadığını, seçim yatırımı olduğunu çok açık olarak görüyor. İktidarın seçimi kazanması halinde, yoksulluğun/açlığın yaygınlaşacağı hayatlarımızla deneyimlediğimiz bir gerçek.

İŞÇİLER, KÖLELİK KOŞULLARINDA ÇALIŞMAYA ZORLANIYOR

Siz, çalışma yaşamını ve işçi hareketlerini de yakından takip eden bir milletvekilisiniz. İşçiler içinde görece en iyi ücret alanlar diye bildiğimiz metal işçilerinin maaşlarının 10-11 bin lira gibi asgari ücretin az üstü bir yere tekabül ettiğini biliyoruz. İşçilerin ekonomik koşullarındaki gerilemeye ilişkin sahaya ilişkin gözlemleriniz nedir?

İşçilerin her türlü haktan yoksun, kölelik koşullarında çalışmaya zorlandığı bir dönemden geçiyoruz. Sendika hakkının fiili olarak ortadan kaldırıldığı, sendikalı işçilerin işten atıldığı, örgütlenme hakkının yok sayıldığı bir dönem.

Her ne kadar yasalarda sendika hakkı ve diğer haklar varmış gibi görünse de fiiliyatta yok. Bu dönem işçiler açısından tek sorun, ücretler meselesi değil. Çalışma koşullarının da çok ağırlaştığı, itiraz etmenin mümkün olmadığı, çalışanların sürekli işsizlikle tehdit edildiği bir dönem.

Asgari ücret açlık sınırının altında kalmışken, çalışma yaşamında asgari ücret ortalama ücret haline geldi.  Emekçilerin çoğu asgari ücret ya da asgari ücrete yakın bir ücretle çalışmak zorunda bırakıldılar. Elbette ki asgari ücret dahi alamayan binlerce işçi de var. Sigortasız/güvencesiz çalışan binlerce işçi…

Aslında sadece asgari ücretle düşüş yaşanmadı aynı zamanda tüm ücretler asgari ücrete yaklaştı. Bu anlamıyla da ciddi bir yoksullaşmayla karşı karşıyayız. Patronların işçileri köle gibi gördüğünü, çalışma koşullarını istediği gibi belirlediğini ve yine hakaret/tehdit/mobbingin yaygınlaştığı, aşağılamanın çok yoğun yaşandığını gözlemliyoruz.

ÇALIŞMA YAŞAMINDA PATRONUN KEYFİYETİ HÜKÜM SÜRÜYOR

Tümüyle bir keyfiyet hüküm sürüyor. Çalışma saatleri, mesai biçimleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği meselesi tümüyle işverenin insafına bırakılmış durumda. İş güvenliği sağlanmadığı İçin binlerce işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti ya da çok ciddi meslek hastalıklara yakalandı. Maden cinayetlerinde olduğu gibi toplu iş cinayetlerinde öldü. Çocuk işçiliği, çıraklık-meslek lisesi vb. adlarla yaygınlaştırıldı.

Özellikle kadınlar ücretli çalışma yaşamında çok daha ağır koşullara maruz bırakıldı. Taciz, cinsel saldırı, sözlü taciz, mobing, hakaret çokça yaşanan durumlar haline geldi. Eşit işe eşit ücret alamama, çalışma yaşamında ayrımcılık yaygınlaştı. Sendikalı olmak isteyen çalışanlar, ‘ahlak kurallarına aykırılık’ gibi soyut bir takım düzenlemelerle haksız-hukuksuz işlerinden atıldı ne tazminat alabildiler, ne haklarını koruyabildiler. İş hukukuna getirilen ‘arabuluculuk’ düzenlemesiyle işçiler patron karşısında, patronun istediği sözleşmeyi imzalamak zorunda bırakıldı, yargıya ulaşmaları dahi engellendi.

LGBT+’lar açısından iş bulabilmek neredeyse imkânsız hale geldi, geçim kaynaklarından tümüyle mahrum bırakıldılar.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi patrona karşı örgütlenen, sendikalı olup haklarını arayan işçilerin karşısına iktidarın polisi, jandarması, yargısı dikildi. Eylemleri yasaklandı. Sendikal hakları engelleyen patronlara karşı hiçbir yaptırım uygulamayan iktidar, söz konusu hak arayan işçi olunca gözaltılarla/ engellemelerle cevap verdi

BİRÇOK YERDE İŞÇİLER DİRENİYOR

İşçilerin, tüm bu anlattığınız çalışma ve ekonomik koşullara itirazları ne düzeyde?

Tüm bu saldırı dalgasına karşı son birkaç yılda yoğun işçi direnişleri oldu ve halen de devam ediyor.

Bu direnişlerin ortak noktaları çalışma koşullarının iyileştirilmesi, örgütlenme ve sendikalaşma hakkıydı. Bir kısım direnişler başarıyla sonuçlanırken, bazılarında da kısmi başarılar gördük.

Özellikle kamuoyu desteği alan ya da üretimin durdurulabildiği işyerlerinde başarı daha fazla mümkün olabildi. Bir direnişten başka bir fabrikadaki işçiler moral bularak harekete geçti ve bir mücadele deneyimi süreci yaşandı. Ve halen birçok yerde işçilerin direnişleri devam ediyor. Direnişler bir yandan fabrika ve genel merkez önlerinde sürerken bir yandan da Ankara’ya yürüyüşler oluyor.   İşçilerin mücadelesinde etkili yöntemlerden biri de boykot ve eylemi başka noktalara -merkezi noktalara- taşımak oldu. Yeni yol ve yöntemler, denenmeye ve bulunmaya başlandı.

Ancak elbette ki en önemli sorun, halen ciddi anlamda yaygın işçi örgütlenmelerinin gerçekleşmemiş olması. Halen az sayıda işçinin sendikalı olabildiğini görüyoruz. Tabii ki ‘sendika’ derken işçiden yana sendikadan bahsediyoruz, sarı sendikalarda olmak gerçek bir örgütlülük anlamına gelmiyor. Patrondan yana, işçinin aleyhine çalışan sarı sendikalarla işçilerin hak kazanması da mümkün olamıyor.

Yine birçok alanda olduğu gibi kadınların önde olduğu çokça direniş oldu. Kadınlar bir yandan erkek egemenliğinin kendilerine yüklediği evdeki işlerini yerine getirmeye çalışırken bir yandan da direniş alanlarında en önde oldular. En kararlı mücadeleyi de kadınlar sergiledi.

Tüm bu direniş süreci, -bir kadın iş arkadaşımızın söylediği gibi- kimin dost, kimin düşman olduğunu açıkça ortaya koyan bir süreçte oldu.

KAPİTALİZMİ HEDEFE KOYMADAN ÇÖZÜM OLAMAZ

HDP, “Alışılagelmişin dışında bir ekonomi program” dediği, ‘Demokratik Ekonomi Programı’nı 1 Şubat’ta kamuoyuyla paylaştı. Neden alışılmadık? HDP’nin ekonomiye ilişkin programı ne söylüyor? 

Bir geçiş programı niteliğinde olan demokratik ekonomi programı; yüksek enflasyon, gelir ve servet dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, işsizlik gibi tüm emekçilerin, ezilenlerin ve dışlananların yararına acil çözümler üretirken, daha uzun vadede alternatif üretim ve bölüşüm ilişkilerinin kurulmasını hedefleyerek gelecek toplumun ekonomik ve toplumsal temellerini ortaya koymayı esas alıyor. Asıl olarak da, kapitalizme vurgu yapmayan bir çözümün olamayacağını söylüyor.

Herkesin insanca yaşayabildiği bir ekonomik yaşam ile işçilerin çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili kararları kendinin belirlediği bir hayat mümkün. Bunu yapabilmek içinde asıl soru şu; “İşçiden yana politikalar mı, sermayeden yana politikalar mı?” Bizim için cevap net. İşçiden emekçiden yanayız. Kaynakların kıt olduğu ise kocaman bir yalan. Sorun kaynakların kimin için kullanıldığında düğümleniyor.

Konu; kadınların, engellilerin, mültecilerin ya da kimliği nedeniyle ayrımcılığa uğrayanların eşit koşullarda yaşamasını mümkün kılmayan, ayrımcılığı, sömürgeciliği, erkek egemenliğini ortadan kaldırmayı isteyip istemediğiniz ile ilgili.

EMEKÇİLERİNİN TALEPLERİNİN YASALAŞMASI İÇİN MECLİS’TE OLMAK ÖNEMLİ

14 Mayıs seçimlerinde 100 milletvekili çıkarmayı hedefleyen HDP’nin parlamentoda yine güçlü bir aktör olması bekleniyor. Seçimlerin ardından, toplumun ekonomik dertlerine ve çalışma yaşamının sorunlarına yaklaşım açısından Meclis’te nasıl bir HDP göreceğiz?     

Seçim önemli bir eşik olacak. Seçim tek adam rejimini, faşizmi durdurmanın önemli bir işi ancak tek başına sorunların çözümü için yeterli olmayacak. Mücadelenin kanallarını açacak olsa da, asıl belirleyici bundan sonraki süreçte yürütülecek olan mücadelenin kendisi olacak.

Sokaklar, meydanlar, fabrikalar, okullar, hayatın tüm alanında örgütlülüğün yaygınlaştırılması ve aynı zamanda halkın sözünün, taleplerinin meclise taşınması… Bu mücadelede önemli araçlardan biri Meclis elbette…

Bu çerçevede Yeşil Sol olarak partimizin parlamentoya güçlü girişi, halkın/emekçilerin taleplerinin yasalaşması, anayasal güvenceye kavuşturulması açısından önemli bir yerde duruyor. Çünkü gerçek anlamda işçinin emekçinin sömürülme koşullarını ortadan kaldıracak, insanca bir hayatı örgütleyebilecek olan parti çok açıktır ki bizim partimizdir.

Zira partimiz Meclis’ten kurulan bir parti değildir, halkın direnişinden emekçilerin direncinden gücünü alan, buralardan büyüyerek Meclis’te ezilenleri temsil eden ve edecek olan partidir.

Parlamentoda belirleyici konumda olmak, işçilerin/emekçilerin taleplerinin hayata geçirilmesinde zorlayıcı olmamıza neden olacaktır. Emekçilerin meydanlardan haykırdığı taleplerin, Meclis’te yankısını bulmasını sağlayacaktır. Zira Millet İttifakı’nın da sermayeden yana politikalar izleyeceğiz açıktır. Esas olan 3. Yol çizgisidir. Partimizin çizgisidir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com