Moskova’da mutabık kalınan hususlar ve İdlib gerçekleri…

KRONOS 07 Mart 2020 GÜNDEM

Evrensel’de Moskova Mutabakatı’nı değerlendiren Hediye Levent; ‘Kaç tabutun geldiğini hâlâ bilmediğimiz İdlip’te hâlâ savaşan, yüzlerce/binlerce asker var. Bilmedikleri bir coğrafyada, normalde aynı şehirde bile yaşamak istemeyecekleri silahlı gruplarla yan yana aynı cephede, Türkiye’nin hiçbir çıkarının olmadığı bir bölgede savaşıyorlar. 5 Mart Moskova görüşmesinden çıkan sadece Türkiye’nin İdlip hezimetinin resmi… Türkiye’nin İdlip ısrarının sebebi hâlâ muamma ancak İdlip’ten aşamalı olarak çekilmek hâlâ mümkün. Muhtemelen, Moskova’daki görüşmenin önümüzdeki haftalarda şahit olacağımız sonuçlarından biri bu olacak.’ diyor.

‘Götürdüğü getirdiğinden çok daha fazla’ dediği İdlib sorunu için İhsan Uzgel de, ‘Bu haliyle Suriye ve İdlib, bütün hesap ve iddiaların aksine, Türkiye orada olduğu için, askeri olarak daha fazla girdiği için güvenlik sorununa dönüştü. Yalnızca askeri açıdan değil, şimdiye kadar bir söylem olarak kullandığı göçmenleri, bu kez fiilen bir araca döndürmek gibi akıl ve vicdana sığmayan bir hamleyle verdiği zararın alanını genişletti. Güney sınırında savaş, batı sınırında kriz politikasına geçti. İdlib bu noktada hâlâ çözülmemiş, nereye evrileceği, ne tür bedellerin ödeneceği belli olmayan, yaratılmış bir kriz olarak önümüzde duruyor.’ ifadelerini kullanıyor Gazete Duvar’da.

Türk-Yunan sınırındaki görüntülerle tekrar dünyanın gündemine oturan mülteciler, mülteciliği yazıyor Fadıl Öztürk, Artı Gerçek’te; ‘Toplanıp çıkarılarak içinden çıkılacak bir hesap da değildir mültecilik. Her durumda kara tahtada elde kalan sayı olmaktan öteye gidemezler. Hangi sınırları aşıp geçmiş olurlarsa olsunlar, hangi ırktan olurlarsa olsunlar, vardıkları her ülkede kendileri olunca sesleri, sesleri olunca bedenleri olmayan bir sanki olarak yaşarlar. Bütün kapılar yüzlerine kapanır onların. Kahırla yaşadıkları her günden alacaklı, terk ettikleri yurtlarına borçlu kalırlar. Her gece başlayıp da bir türlü bitmek bilmeyen bir ölüm karanlığıdır onlar için. Bütün sınırlarda sınırsızlığın acısını çekerek bekletilirler. Ömürlerini dişlerinin arasında taşırlar. Vazgeçmişler kendilerinden, çocukları olmasa.’

T24’teki ‘Yüzleşme’ köşesinde ülkenin özgürlükler başlığı altındaki sıkıntılı maddeleri özetliyor Gökçer Tahincioğlu; ‘Sansür mü diyorsunuz, hep bir ağızdan dünyadaki tekil örnekler verilip, nasıl bir özgürlükler ülkesi olduğumuz anlatılıyor. Gazetecilerin tutuklanmasından mı söz edeceksiniz, zaten basın kartı olmadığı, yapılana da haber denilemeyeceği söyleniyor. Fişleme mi diyorsunuz, atlatılan badireler sıralanıp, sanki sürpriz olmuş gibi, yapılması zorunluluğu ifade ediliyor. Eylem yasağının nedenini mi soruyorsunuz, hemen gelen bazı tehditler sıralanıp, eylemcilerin güvenliğinin düşünüldüğü açıklanıyor. Amalar, fakatlar havada uçuşuyor. Ve en kötüsü herkes, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu aslında biliyor. Bu yüzden konuştuğu günden itibaren savaş karşıtı olan biri, hep aynı yerde dursa da savaş çıktığında da anlaşma yapıldığında da hep hain oluyor. Duruma göre vaziyet alanlar, hep yerli, hep milli, hep kahraman…’

Emrullah Bayrak da Ocak Medya’da ironiyle anlatıyor Türkiye’deki sancılı gidişatı; ‘Bir elimiz İdlib kıyılarında bir elimiz Rusya’da. Gürültümüz Yunanistan’da, sesimiz Almanya’da yankılanıyor. Had bildirmek bizim işimiz. Silahımız hiç şüphesiz Osmanlı Tokadı. Hem de beşi bir yerde. Konuşmalarımızda “şerefsiz”, “namuzsuz”, “haysiyetsiz”, “vatan haini, “terörist”, “satılık” kelimeleri havada uçuşuyor. Bu aralar kendimizi duyacak halimiz dahi kalmamış. Ey Avrupa, Avrupa duy sesimizi! Bu gelen Türklerin ayak sesleri.’

Günün öne çıkan yorumları Kronos Podcast yayınında:
https://soundcloud.com/user-436877268/070320-kp

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram