‘KHK’lıları yeniden göreve başlatma bizim yetkimizde değil ki!’

EYLEM YILMAZ 12 Ağustos 2019 Genel

Türkiye siyasetinin önemli isimlerinden biri Ahmet Türk. Siyasi yaşamını Kürt sorunun demokratik çözümü konusuna adamış, bu çabasının soncunda pek çok kez cezaevine girmiş bir siyasetçi. Diyarbakır Cezaevi cehenneminden geçti ama Türkiye’de demokratik anayasa inşası, Kürt ve Türk halkının eşit ve adil yönetildiği bir ülkede yaşaması mücadelesinden vazgeçmedi. Bu uzun siyasi yaşamında son olarak 2014 yılında seçildiği Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden 2016 yılında alınıp yerine kayyum atandığı ve hakkında 18 yıl hapis istemiyle dava açılıp yeniden tutuklandığı bir sürecini yaşadı. 31 Mart 2019 tarihinde oyunu arttırarak yeniden Belediye Başkanı seçilen Ahmet Türk’le göreve başladığı dört aylık süreci ve Suriye başta olmak üzere pek çok konuyu konuştuk.

Belediyeyi borçla teslim aldığını açıklamasının bile kendisinin hedef haline getirdiğini söylen Türk; “Bizi halkla karşı karşıya getirmek için belediyenin bütün imkânları çarçur edildi” diyor. Belediyenin 400 milyonluk bütçesinin aşılarak 1 milyar TL (1 katrilyon) borçlandırıldığını ve bugün işçilerin maaşlarının ödenemeyecek noktada bulunduklarını anlatarak Mardin’in bugünkü durumu açıklıyor.

2015-2016 arasında ilk kez kent merkezlerine taşınan çatışmaların ardından Kürt sorunun çözümü hangi noktada ve güncel Kürt politikasının sürdürülmesi, Suriye’nin kuzeydoğusuna olası bir müdahalenin Türkiye’nin iç siyasetine etkileri, nasıl şekillendireceğini de sorduğumuz Türk çözümün kaçınılmaz olduğunu savunuyor. “Ben inanıyorum 25 milyon Kürt’ün yaşadığı bir Türkiye, orada yaşayan 6 milyon Kürt’ü destekleyecek.” diyen Türk; “Suriye’de en azından Kürt halkının hukukunu göz ardı etmeyecek bir politika içinde olsaydı bugün çok farklı bir politika önümüze çıkardı” diyor.

Belediye Başkanlığı’nın dört aylık süreci ve gündeme ilişkin sorularımıza yanıtlarıyla söz Ahmet Türk’te…

Görevinize yeniden başlayalı dört ay oldu. Bu dört ayının kısa özetini yapmanızı rica edeceğim. Nasıl bir belediye teslim aldınız ve ne duruma getirdiniz? 

2014 yılında ilk geldiğimizde ilçelerde, beldelerdeki borçlarla birlikte tüm borçlar belediyeye devredildi. Ama maalesef o dönemde tasfiye kurulu belediyenin mülklerini ise ilçe belediyesine devretti Yani borçlar bize ama gayrimenkuller ilçe belediyesine… Buradaki mantık şuydu; nasılsa büyükşehiri kaybediyoruz ama ilçe belediyeleri iktidar partisinde kalacağı için öyle bir hesap yaptılar. Ama sonuç olarak; iki, iki buçuk yıl içerisinde yaptığımız çalışmalarla belediyenin borcunu 63 milyon gibi bir parayla kapattık. Kayyum geldiği gün belediyenin 63 milyon kadar bir borcu var. Ancak 31 Mart seçimleriyle birlikte Büyükşehir Belediyesi’nin 406 milyon, MARSU’nun da 600 milyon gibi bir borcuyla belediyeyi devir aldık. Belediyenin bütçesi 400 milyon. 1 milyarın üzerinde olan bir borçla bu belediyeyi ayakta tutmanın kolay olmadığını biliyoruz. Bugün bile MARSU’ya tek kuruş para gelmiyor. Çünkü verilen bütün paralar burada verilen bir mutabakat sonucunda tamamını kesiyor. Oysa yasaya göre yüzde 40’nın üzerinde kesmemeleri gerekir. Bu büyük problemlere neden olmaktadır. Mesela, MARSU’ya hiç para gelmediği zaman kullanım suyunu klorlama şansınız bile olmuyor. Bu kamu sağlığı ve güvenliği açısından büyük bir risk teşkil ediyor. Şu anda geldiğimiz noktada; bu ay bize gelen para 4 milyon. 15 milyon yerine 4 milyon para gelmiş. Sosyal Sigortalar kurumunun borcu kesilmiş. Oysa işçiye ve memura ödediğimiz para 12,5 milyondur. Bu nedenle yapacağımız hizmetler konusunda büyük sıkıntılar çekiyoruz. Buna rağmen çabalayarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

KHK ile görevlerinden alınanların belediyedeki görevlerine halen dönmediği, kayyum döneminden kalan insanlarla çalışmaya devam ettiğiniz yönünde eleştiriler var…

İhtiyaçtan fazla bir alım yapılmış. Yasaya göre bütçenin yüzde 30’nun üzerinde işçi ve memura yer verilemez. Bugün 166 kişiyi çıkarmamıza rağmen halen işçiye, memura ödediğimiz para bütçenin yüzde 39’udur. Oysa yüzde 30’a inmesi lazım. Gerçekten hiçbir işi yapmayan bazılarını çıkardığımızda da bu sistem veya düzen basını, medyası tarafından farklı bir şekilde kullanılıyor. “Ahmet Türk, şehit ailelerini işten çıkarıyor”, “HAK-İŞ’lileri çıkarıyor” vesaire deniyor. Bu yaklaşımla bizi yıpratmaya çalışıyorlar. Sayıştay’ın raporu bellidir. Şu anda bize yüzde 30’un üzerinde bir işçi çalıştırıldığı takdirde bunun tazminatını belediye başkanı ödeyecektir diye gönderilmiş bir yazı var. Biz bunu azaltmak, küçültmek zorundayız.

Peki, halen kayyumdan kalanlarla çalıştığınız, KHK’larla görevlerinden alınanları yeniden görevlerine iade etmediğiniz iddiaları…

KHK’lıları yeniden görevlerine başlatma yasal olarak bizim yetkimizde değil ki. Bazıları bunun dedikodusunu yapıyor ama hangi belediye başkanı KHK’lıları alabilir? Tamamen görevinden alınmış insanları siz yeniden işe alamazsınız. Sonuçta burası bir kamu kurumudur. Ama şuna dikkat ediyoruz; çalışmayan, bankamatik üzerinden maaş alan, uyum sağlamayan işçilerle biz yolları ayırmak zorundayız. Bu belediyeyi kurumsallaştırmak zorundayız. Bu kurumu bir kurum haline getirmek zorundayız. Özellikle seçim döneminde işçiler alındı. Mesela bir örnek vermek istiyorum; Mardin Spor diye bir spor kulübü kurulmuş. Orada 78 kişiye belediye üzerinden maaş verilmiş. E bunu iptal etmek zorundayım. Yine Mardin Masa diye bir masa kurulmuş. Sadece propaganda yapmak üzerine kurulmuş. Hiçbir işlevi olmayan bir masa. Bunları iptal etmek zorundayım. Bütçeyi aşan bu harcamaları hep kamuoyuyla paylaştım. Bu yüzden de hedef haline getirildim. Bizi geldiğimizde elimizi kolumu bağlayan, hiçbir iş yapamayacak noktaya getirdiler. Bu politikayla bizi halkla karşı karşıya getirmek için belediyenin bütün imkânları çarçur edildi. Bir ilin bütçesi 400 milyonsa siz 1 katrilyon yani 1 milyar borçlanmaya gitmişseniz bu bir hizmet, bir yatırım değildir; belediyeyi çökertmeye yönelik bir anlayıştır.

Yaklaşık 40 yıldır süren çatışmalar 2015-2016 yıllarında ilk kez kent merkezlerine taşındı. Bu çatışmalardan Mardin ne kadar etkilendi ve bugün yaralarını ne kadar sarabildi?

Bizim istediğimiz bu ülkede huzurun, barışın, ortak demokratik değerler etrafında halklarımızın buluşmasıdır. Bugüne kadar mücadelemiz hep barış için, demokratik bir Cumhuriyet içindir. Bu sorunun silahlarla çözülmeyeceğini bilen ve hep söyleyen insanlarız. Kürt-Türk ilişkileri kadim ilişkilerdir. Tarihten bugüne hep birbirlerine destek vermiş iki halktır. Ama maalesef bugün yürütülen ötekileştirici, ayrıştırıcı siyaset sorunu içinden çıkılmaz hale getirdi. Hepimiz için, Kürt halkı için, Türk halkı için çok sancılı ve acılı süreçler yaşıyoruz. Aslında bunlara gerek yok. Kürtler, Osmanlı’dan bugüne kadar bu devletle iyi ilişkiler kurmuştur. 1071 yılında Malazgirt’te Anadolu Kürtlerin desteği alınmıştır. Anadolu’da bir Selçuklu Devleti’nin oluşmasında Kürtlerin rolü var.

1915’de de

(yanıtlamadan devam ediyor) 1514’te Yavuz Sultan Selim, İran Şahı’yla çok ciddi bir çatışmanın içine girerken Kürtlerle uzlaştı, burada bir sözleşme imzaladı ve ondan sonra Mısır seferine çıkabildi. Kürtler gerçekten o tarihten beri Osmanlı’nın bir parçası haline geldi. Osmanlı’dan yana bir tavır aldılar. Cumhuriyet’te de öyle oldu. Kürtleri kazanma ihtimali varken Kürtleri ötekileştiren, düşmanlaştıran bir anlayış doğru bir anlayış değil. Kürtler bugün gerçekten Türkiye’de ortak demokratik bir gelecekte Türkiye halkıyla birlikte yaşama iradesini göstermiş bir halktır. Kürtlerin talebi budur. Ama inkâr edilmeden, dili, kimliği üzerinde hiçbir baskı olmadan, kendini özgürce ifade edebileceği demokratik bir Türkiye’de mutlu olur. Evet, bugün çok sancılı bir süreç;güvensizliğin büyüdüğü, düşmanlaştırıcı politikaların yürütüldüğü bir süreç yaşıyoruz. Ama bütün dünyada böyle acılı süreçlere rağmen doğru politikalarla yeniden toplumu toparlama şansının olduğunu biliyoruz. Eğer gerçekten Kürtleri kazanmaya yönelik bir adım atılırsa çok şey değişebilir. Bugün Suriye’de Kürtlerin yaşadığı drama Türkiye destek verseydi; onların demokratik haklarını, Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde demokratik bir anayasa konusunda ısrarlı olsaydı bugün Kürtlerin yüzü Türkiye’ye dönük olacaktı. Bugün Suriye politikası bile sanki Kürtlere düşmanca bir yaklaşım olarak önümüze çıkıyor.

Hatip Dicle, Kronos’a çözüm sürecinin Rojova konusunda anlaşma sağlanamadığı için bittiğini söyledi. Öcalan’la yapılan görüşmelerin öznesi Suriye idi. Bu konuda yeni bir çalışma olabilir mi?

Bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyorum. Yani Türkiye bugün hem Suriye’de hem Doğu Akdeniz’de büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Türkiye, komşularıyla daha doğru ilişkiler kurmak zorunda. Evet, Suriye rejimi gerçekten Kürtleri de çok ezen bir rejim olmuştur. Ama sonuç olarak ülkeler etrafında yeniden halkların geleceğini formüle edebilecek bir formülasyonun sağlayacak bir yaklaşım biçimini ortaya koymak lazım. Suriye ile 900 kilometrelik bir komşuluk sınırımız var. Elbette buraya yönelik bir politika üretme zorunluluğu var. Ama bunu yaparken iki şeye dikkat edilmeli; oradaki bütün halkları kucaklayan demokratik bir anayasa etrafında Suriye halklarını buluşturmak. Bu konuda aracı olunmalıdır. Birilerinin düşmanlığı üzerinden siz siyaset yaptığınız zaman sonuçta orada etkili olamazsınız. Ve oradaki demokratik bir gelecek ve barışçı bir sürecin gelişmesi konusunda katkınız olmaz. Ama ben inanıyorum; 25 milyon Kürt’ün yaşadığı bir Türkiye, orada yaşayan 6 milyon Kürt’ü destekleyecek. Veya en azından onun hukukunu göz ardı etmeyecek bir politika içinde olsaydı bugün çok farklı bir politika önümüze çıkardı. Hem Türkiye’nin Ortadoğu’da etkinliği hem Ortadoğu’nun değişim ve dönüşümünde katkısı olacaktı. Ama maalesef Türkiye hep Kürtleri potansiyel bir tehlike olarak gören mantıkla yaklaştı. Bu doğru değil. Ben şuna inanıyorum ki, bu coğrafyada birbirleriyle ortak bir demokratik gelecek için buluşabilecek bir halk varsa onlar Kürtler ve Türklerdir.

Kürt sorununa yönelik güncel politikanın sürdürülmesi ve Suriye’ye olası bir müdahalenin gerçekleştirilmesi Türk siyasetini nasıl etkiler?

Şunu görmek lazım; Kürtleri yok sayan bir anlayış Türkiye’de başarılı olmaz. Kürtleri kucaklamaktan, demokratik bir Türkiye projesini ortaya koymaktan başka bir seçenek yok. Bütün ilişkiler içinizde vereceğiniz kararla ilgilidir. Bir halkın hukukunu koruyacak, onun bir hak olarak bir mantıkla yaklaşılması lazımdır. Bu mantıkla hareket etmediğiniz sürece bu sorunun daha karmaşık, daha da sancılı bir noktaya geleceğini görmek lazımdır. Başından beri söylüyorum; dünyada buna benzer ne kadar olay varsa sonucunda oturulup, tartışılıp, bir diyalog etrafında çözüm konusunda ortak akıl ortaya konmuştur. Burada bizim istediğimiz bir ortak akılla bu sorunun çözülmesidir. Elbette atılacak adımların toplumu rahatsız etmeyecek adımlar olması gerekir. Toplumun destek vereceği; Kürt ve Türk halkının destek vereceği bir proje etrafında bütünleşmek lazımdır. Bu proje ortaya konmadıktan sonra yeni bir çözüm süreci başlayacağız, şöyle böyle yapacağız demenin bir anlamı yoktur. Herkes Ortadoğu’nun bir parçasından tutup, bir grubu kendisine dost, bir grubu düşman olarak gördüğü zaman sorunların içinden çıkmak mümkün olmuyor.

Ali Babacan’ın yeni parti çalışmalarının bahsettiğiniz ortak akıl üretme yönünde olduğu iddia ediliyor. Siz bu çalışmalara veya kurulduğu takdirde bu partiye destek verir misiniz?

Bakın, bizim siyasetle ilgili düşüncemiz çok açıktır. Biz siyaseti belediye başkanı veya milletvekili olmak için yapmıyoruz. Bu ülkenin demokratik geleceği, Kürt halkının demokratik bir anayasaya kavuşması, hak ve özgürlükler konusunda eşit ve adil bir yönetimin oluşmasının mücadelesini veriyoruz. Türkiye’de böyle bir mantıkla yola çıkan herkesle doğru bir diyalog kurmayı esas alıyoruz. Yani biz demokrasiyi, insan haklarını destekliyoruz. Bu bir partiyle bütünleşme, birleşme anlamında değildir. 31 Mart seçimlerinde büyükşehirlerde CHP’ye destek verdiğimizde aslında biz CHP’ye destek vermedik; demokrasiye destek verdik. Demokratik bir gelecek için bazı şeylerin değişmesi gerektiğine inandığımız için destek verdik. Yürütülen yanlış siyasetin önüne set çekmek için böyle bir tavır ortaya koyduk. Bunun çok iyi bilinmesi lazımdır.

Son olarak; yeniden bir kayyum atanmasına yönelik bir endişe taşıyor musunuz?

Böyle bir gelişme halkın iradesine yeniden ipotek konması anlamına gelir. Sonuç olarak bunun kararını verecek olan bugünkü hükümettir. Yaparlar mı, yapacaklar mı, bu konuda bir şey söylemek doğru değil. Ama bunun yanlış olduğu ortaya çıktı. Geçmiş seçimlerde biz yüzde 52 ile Mardin’i aldık, bu sefer yüzde 56,5 ile yeniden aldık. Daha büyük bir oy farkıyla aldık. Bu halkın kayyum politikasına destek vermediğinin açık bir ifadesidir. Buna rağmen yine yapılırsa halkın iradesine haksızlık olur, iradesine ipotek koymak olur.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com