Kadınlar Günü’ne ağıt

İçlerinde çağıldayan şarkıyı evrene duyuramadan, mücadele etmekten durup dinlemeye vakit bulamadan göçüp giden tüm kadınların yasını tutuyorum bugün.

KRONOS 08 Mart 2021 GÖRÜŞ

| FÜSUN KESKİN

Dağa baktığımda dağ görmem

Suya baktığımda su görmem

Gözlerimin yerinde derin bir boşluk

Yüreğimin yerinde yalçın bir korku

Kadınım… kadınım… artık kadınım.

(Deli Kadın Hikâyeleri)

Mine Söğüt, delirerek ölenlere ithaf ediyor yirmi bir deli kadının öyküsünü anlattığı Deli Kadın Hikâyeleri’ni. Kadınların acıdan delirdiği, delirerek öldüğü, şanslıysa erkek katline kurban gitmediği, şanslıysa beş dakika fazladan yaşayabildiği bir coğrafyada Dünya Kadınlar Günü’ne dair umut dolu cümleler kurmak, ikiyüzlülük gibi geliyor bana. 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, şöyle seslenmişti dünyaya: “Barış sadece savaşın olmaması demek değildir. Birçok kadın karantina altında, aslında en güvende olmaları gereken yerde şiddetle karşı karşıya: Kendi evlerinde!”

Nedir yuva? Bir yuvayı yuva yapan tılsım nedir? Kapısı kapandığı andan itibaren cehenneme dönüşen zindanlarında, kadınlar hiç sahip olmadıkları bir yuvayı özlüyor. O zindanlarda büyüyen çocuklar, kaç yaşına gelirse gelsin, evini arıyor. İnsanın anayurdu çocukluğuysa sahiden, bir cehennemi yurdu bilirse çocuk, nasıl çıkacak o zindandan? Biz o çocukları nasıl çıkaracağız zindanlarından?

İçlerinde çağıldayan şarkıyı evrene duyuramadan, basit sıradan bir anı kaygısız yaşayamadan, mücadele etmekten durup dinlemeye vakit bulamadan göçüp giden tüm kadınların yasını tutuyorum bugün. Güzel ve benzersiz ruhlarına acıdan elbiseler giydiren, onların kadınlıkları, gençlikleri, özgürlükleri, annelikleri üzerinde tepinen insanlar bugün bir anlığına sussun, bugün bir anlığına utanç duysun istiyorum. 

Anıt sayacın saymaktan bitap düşeceği kadar çok kadın katledildi. Cinayetten öte bir katliam yaşanıyordu ve en fazla üç gün konuşuldu hepsi. Sonra o kadınları katleden caniler aramıza karıştı yeniden, yeni kurbanlar seçebilmek için. Senin, benim, bizim hemen ensemizdeydi onların nefesi. Aynı meydanda yürüdük, aynı kaldırımı paylaştık, farkında olmadan iletişim kurduk belki onlarla. O kadınların ruhları da aramıza karıştı belki. Ölümleri bir anlığına onları duymamızı sağlasa da ölüleri işitmek ne yazık ki imkânsız hâlâ… Dar mezarlara sığdırdık bedenlerini, hayatlarını birkaç cümleye… Kahramanlıklar atfettik, melek kanatlarıyla süsledik fotoğraflarını. Ne kahraman ne de melek olmak istediler hâlbuki. Bir katliamdan destanlar çıkarmak, katliama kutsiyet atfetmek gibi geliyor bana. Yüceltilmesi gereken yaşamın kendisi olmalı. Kutsanması gereken tek şey insan hayatının ve bedeninin dokunulmazlığı. Ölüm; soğuk, arsız, doyumsuz bir canavar gibi hırsla kadınları bizden koparırken ölüme güzellemeler yapmadan, failin kimliğini unutmadan hatırlamalıydık o kadınları. 

Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim? Diyelim ki yarın ben öldüm, o şarkılarda ölür mü benimle? (Deli Kadın Hikâyeleri)

Sahi, ne olacak o şarkılara? Kim söyleyecek onların türküsünü? Bir bıçakla kesilir gibi, aniden koparıldılar hayattan. Ne olacak tamamlanmamış cümlelerine? Ağızlarında en son yedikleri yemeğin tadı duruyorken henüz, ne olacak yarım kalan tabaklarına? Masadan usulca eksilecek mi yerleri? Eşyaları ne olacak? Kokularının sindiği yastıkları kokladıkça acıdan zehirlenmeyecek mi sevdikleri? 

Ben bugün bir karanlığın içinden geçiyorum usul usul. Yaslar giyindim, çığlıklar büründüm, öyle geçiyorum. Yol bitmek bilmiyor… Her köşe başında bir çift göz, konuşmuyor hiçbiri ama sağır ediyor sessizlik. Kulaklarıma, zihnime doluyor o bakışların anlattıkları. Ben bugün bir karanlığın içinden geçiyorum, ağıtlar getiriyorum size. Kucak dolusu suskunluklar bırakıyorum kapınızın önüne. Sıcak evlerinizde, sizin de üşüsün ruhunuz.

Zorbalığa, baskıya, şiddete, mobbinge, tacize, tecavüze, tehdide, şantaja maruz bırakılan tüm kadınlar için sessizlik diliyorum bugün. Öyle çok konuştuk ve öyle anlarda sustuk ki bırakalım, bırakalım da bugün duyulsun sesleri. Kimisi korkar bağırmaktan, dikkatle dinleyin, duyacaksınız dudaklarında eskiyen duaları. 

Başkalarının gözleri bizim zindanlarımız; başkalarının düşünceleri bizim kafeslerimiz. (Virginia Woolf)

Bir kadın olarak başkalarının gözlerine, başkalarının düşüncelerine hapsolmanın ne demek olduğunu iyi biliyorum. Kadının kadına yaptığı zorbalığı da anmalıyız bugün. Tüm yargılarımızı, bize dayatılanları, öğretilenleri bir kenara koyalım ve zihnimizi serbest bırakalım bir anlığına. Hemcinslerimizi giydiği kıyafetten, saçının renginden, seçtiği yaşamdan, inandıklarından, inanmadıklarından, anneliğinden, anneliği tercih etmeyişinden, evliliğinden, yalnızlığından, boşanmasından, özgürlüğünden ötürü yargılıyorsak eğer biz ne diye kutluyoruz bugünü? 

Sahi, kaldı mı kutlanacak bir şey?  

Hiçbirimiz diğerinin kaderinden bir şey çalamazken, hayat böylesine biricik ve kısayken sadece dilediğince yaşayabilmek için neden savaşması gerekiyor onca kadının? Dillerinizle, gözlerinizle, ellerinizle dövüyor; acılarının, sevinçlerinin, ruhlarının üzerinde tepiniyorsunuz. 

Sahi, kaldı mı kutlanacak bir şey? 

Bugüne dair son söz:

Ailesinden, âşık olduğu adamdan, patronundan, toplumdan zorbalık gören fakat yine de kadınlığını, insanlığını bir madalyon gibi göğsünde taşıyan güçlü, zayıf, cesur, çekingen, özgür, tutsak tüm kadınlara selam olsun…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com