‘Felçli bir hasta, polis ‘toplum için tehlikeli’ dediği için serbest bırakılmadı, varın gerisini siz düşünün!

İHD İstanbul Başkanı Avukat Gülseren Yoleri, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde hapishanelerin durumunu Kronos’a anlattı: Çocuğuna para yatırdı diye annesine/babasına ya da arkadaşına para gönderdi diye eşine dostuna ‘terörü finanse’ iddiasıyla davalar açıldı.

ÖZLEM ERGUN 10 Aralık 2023 SÖYLEŞİ

Bu yıl 19 yeni hapishane açan AKP iktidarı, 2024 bütçe teklifine göre 20 hapishane daha açacak ve böylece ülkedeki toplam hapishane sayısı 419’a yükselmiş olacak.

Bu hapishaneler için bütçeden yaklaşık 13 milyar lira ayrılırken, barınma sorunu yaşayan öğrencilere yurt yapmak için ancak 5 milyar düştü.

2006-2021 yılları arasında 227 yeni hapishane açılırken bunların 126’sı 2016’da ilan edilen OHAL sürecinde inşa edildi ve resmi rakamlar AKP döneminde tutuklu ve hükümlü sayısının 5 kat arttığını söylüyor.

Adalet Bakanı’nın ‘müjde’ olarak duyurduğu hapishaneler, -örneğine az rastlanır şekilde- AKP iktidarı tarafından ‘yeni ve modern yatırımlar’ olarak pazarlanmaya devam ediyor.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilmesinin üzerinden 75 yıl geçmişken, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde Gülseren Yoleri ile hapishaneleri konuştuk. “Her şeyden önce kapatarak cezalandırmanın ilkel bir yöntem olduğunu düşünüyoruz ve hapishanesiz bir dünya hayal ediyoruz çünkü sadece kapatılmanın kendisinin bile işkenceye dönüştüğünü biliyoruz” diyen İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Avukat Gülseren Yoleri,  temel haklarının bile yok sayıldığı, en derin ve sert ihlallerin yaşandığı hapishaneleri anlattı.

HAPİSHANELER, TOPLUMDA BİAT YARATMAK İÇİN ÖNEMLİ

AKP’li yönetici ve bürokratların cezaevi açmakla övündüğünü biliyoruz, cezaevi açmayı ‘başarı’ diye pazarlamak nasıl mümkün olabiliyor? Tüm bu tablo, siyasi iktidarla ilgili ne söyler?

Ülkeyi yöneten hükümetin ceza politikasının bu şekilde olmasının topluma verdiği mesaj, “Benim onaylamadığım bir şeyi yaptığında seni tutuklar, bu cezaevlerine koyarım”… Bu; tutuklama tehdidini topluma sopa olarak göstermesi açısından önemli. Hapishanelerdeki hak ve yaşam ihlalleriyle ilgili bir yandan da diyor ki: Seni bu dört duvar arasında ölüme de mâhkum edebilirim. Dolayısıyla bu yaklaşım; toplumsal muhalefeti geriletmek/susturmak, toplumsal itirazlarının önüne geçebilmek ve toplumda biat yaratmak için önemli.

Her şeyden önce kapatarak cezalandırmanın ilkel bir yöntem olduğunu düşünen bir örgütüz ve hapishanesiz bir dünya hayal ediyoruz çünkü sadece kapatılmanın kendisinin bile işkenceye dönüştüğünü biliyoruz. Bununla ilgili dünyada ve Türkiye’de binlerce örnek var dolayısıyla yeni cezaevleri yapılmasına ve bunların içine konan mahpusların dış dünyayla bağlarını kopartan, tecrit eden uygulamaların tamamına karşıyız.

İLÇE HAPİSHANELERİNDEN KAMPÜS TİPİNE…

İşin diğer tarafı şu; AKP iktidarında F tipi hapishaneler açıldı ve ardından F tipi olmayanlar da ‘oda tipi’ adı altında hücre tipi hapishanelere dönüştürüldü. Bu süreçte bir başka politika da ilçe hapishanelerinin kapatılarak ‘kampüs tipi’ dediğimiz hapishanelerin oluşturulması oldu.

Bu aşamada, ilçe hapishanelerden alınarak kampüs tipi hapishanelere gönderilen mâhkumlar ailelerinden uzak düştü. Bu durum; mahpusun aileden ve aile desteğinden mahrum kaldığı, sosyal hayattan giderek koptuğu bir tabloyu ortaya çıkardı.

2000 yılında F tipi hapishanelere gündemimize giren tecrit uygulamaları bu tür adımlarla arttırıldı. Yüksek güvenlikliler, Y tipleri, S tipleri derken çok daha ağır tecrit uygulamaları birbirini izledi. Mâhkumların yalnızlaştırıldığı, itaate zorlandığı, kimliksiz/kişiliksiz bırakılmaya çalışıldığı bir sistem adım adım yerleştirildi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) 97 yılından bu yana tecrit sistemine karşı mücadele eden bir örgüt. Bugünkü hapishane inşaatları ilk kez 97 yılında ihaleye çıkartılmıştı. Biz o günden beri tecrit sisteminin işkence olduğunu ve mahpuslar üzerindeki olumsuz etkilerini anlatmaya çalışıyoruz. Tecrit uygulamalarının Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve yine iç hukuka aykırı olduğunu, ‘mutlak yasak’ olarak düzenlendiğini söylüyoruz.

Tecride bağlı uygulamalar sonucunda mâhkumların fiziksel ve psikolojik olarak ciddi hastalıklara yakalandığını net olarak gözlemliyoruz.

MAHPUSUN 24 SAATİ HAK İHLALLERİYLE DOLU

Çok çeşitli hak ihlallerinin yaşandığını bildiğimiz cezaevlerinde, İHD’ye yapılan başvurular ve sizlerin gözlemleri nerelerde yoğunlaşıyor?

Hapishanelerde mahpusların her anı yani 24 saati ciddi hak ihlalleriyle dolu ve bunlar tekrar eden şekilde süreklilik arz ediyor. Bize yapılmış başvurularda bir kişiye düşen ihlal sayısı bazen 10’un üstüne çıkıyor.

Beslenmeden temizlik imkânlarına, tedavi olanaklarından sağlığa erişime, fiziki şiddetten psikolojik şiddete, kişinin avukat ve ailesiyle görüşmesini kısıtlayan iletişim hakkına kadar hemen her alanda ciddi ihlaller söz konusu.

Ve mahpusun adalete erişimiyle ilgili sorunlar… Yazılan dilekçelerin yerine ulaşmaması, ulaşsa bile sonuç alınamaması, kişiyi bilgilendirme… Tüm bunların yaşandığı bir süreçten söz ediyoruz.

EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIK

Son dönemde özellikle ‘eşitlik ilkesine aykırılıklar’ üzerinden başvurular yoğunlaştı. Adli ve siyasi tutukluların infaz hukukunda ayrı kurallarına tabi olduğunu biliyorsunuz. 2016 yılından sonra OHAL sürecinde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) buradaki eşitsizlik daha da derinleştirildi.

İnfaz koşuları anlamında adli ve politik mahpuslar arasında ciddi ayrımcılık içeren uygulamalar ortaya çıktı. Adli ya da politik bütün mahpusların hak ihlallerine maruz kaldığının altını özellikle çizerek söylüyorum, bazı grupların daha fazla ihlale maruz kaldığı da bir gerçek. Politik nedenlerle mahpusluk yaşayanların arasında bile ayrımcılık yapılıyor dolayısıyla burada hem mevzuat hem de idarenin tutumundan kaynaklı sorunlar söz konusu.

BASİT HASTALIKLAR BİLE ÖLÜMCÜL HALE GELEBİLİR

Hasta tutsakların ancak ölüm sınırına geldiğinde, ‘içeride ölmesin’ diye tahliye edildiğine uzun zamandır dikkat çekiliyor. Hasta tutsaklar cezaevlerinde neler yaşıyor?

Tecrit uygulamalarının mahpusların sağlığı üzerindeki olumsuz etkisine dikkat çekmek isterim. Tecride maruz kalan mahpuslar daha tutuklandıkları andan itibaren çeşitli hastalıklara yakalanabiliyorlar. Bunlar psikolojik, kimi zaman da bedensel rahatsızlıklar olabiliyor. Özellikle psikosomatik diyebileceğimiz strese bağlı hastalıkların hızla ortaya çıktığını söylemek mümkün.

Beslenme, temizlik, temiz su ve havalandırmaya erişimdeki sorunlar hem hastalıkların nedeni oluyor hem de bunların iyileştirilmesinin önündeki engel.

Yine hapishanelerdeki temel sorunlardan biri ‘önleyici sağlık hizmeti’ dediğimiz, koruyucu sağlık tedbirlerinin verilmiyor olması. Bu ne anlama gelir? Kadınlarda mamografi ve simir testi gibi taramalar ya da kalp hastasıysanız EKG gibi hastalıklarınıza bağlı kontroller gerekir. Ancak hapishanelerde bunların yapılmadığını görüyoruz.

Bütün bu koşullar bize öncelikle diyor ki, “Kolaylıkla hastalığa yakalanabilirsin.” Hastalandıktan sonra da mahpusun hastaneye sevk edilmesi, orada uzman hekime erişmesi, gerekli tetkiklerin zamanında yapılması meselesi var. Bütün bu aşamaları aştığınızı varsayalım, doktor tarafından yazılan ilaçların mâhkuma verilmediği, muadil ilaçlarla tedavinin tam olarak yürütülmediği, hastalığınıza bağlı beslenme ve diğer ihtiyaçlarınızın karşılanmadığı koşullarda bu kez hastalığınız hızlı bir şekilde ilerliyor. Ve basit, aslında kolaylıkla tedavi edilebilecek sağlık sorunları bile ölümcül hale gelebiliyor.

REHABİLİTASYON HAPİSHANELERİ İŞKENCEYE DÖNÜŞTÜ

Mâhkumun tedavisinin hapishanede imkansızlaştığı durumlarda, sonraki süreç nasıl işliyor?

İnfaz Kanunu’ndaki, ‘tedavi maksadıyla serbest bırakma’ maddesi gündeme geliyor. Bir de Cumhurbaşkanı’nın affıyla serbest bırakma var, bir diğer seçenek de R tipi denilen rehabilitasyon tipi hapishaneler…

Mahpusların rehabilitasyon tipi hapishanelerin tamamından şikayetleri var.  Arkadaş dayanışmasından da mahrum kalan tutsakların burada çok daha zorlu/sıkıntılı günler geçirdiğini biliyoruz. Örneğin yatalak durumdaki birini düşünün; gerekli hijyen ve bakım sağlanamadığı için yatak yaralarının çıktığı birçok durum var. Rehabilitasyon tipi denilen hapishanelerin işkenceye dönüştüğü durumlarla ilgili şikâyetler her zaman var.

‘TOPLUM BAKIMINDAN GÜVENLİK TEHDİDİ’ KRİTERİ VAR

İnfaz Kanunu’ndaki ‘tedavi maksadıyla serbest bırakma’ derken, 16. maddeden söz ediyoruz. Buradaki sorun da şu; hasta mahpusun tedavisini yapan üniversite ya da devlet hastanesinin raporunu kabul etmeyip Adli Tıp üzerinden alınan raporun esas alınması. Adli Tıp kurumunun bağımsızlığı üzerindeki tartışmaları zaten biliyorsunuz. Adli Tıp, sağlık sorunları nedeniyle artık cezaevinde kalamayacak alanlara ‘cezaevinde kalabilir raporu verdiği’ tartışmalarının merkezindeki bir kurum.

Varsayalım ki, Adli Tıp bir mahpus hakkında ‘cezaevinde kalamaz’ raporu verdi. O zaman da karşımıza ikinci engel çıkıyor. ‘Toplum bakımından güvenlik tehdidi oluşturma’ kriteri.

Hasta mahpus için, emniyete “Toplum bakımından güvenlik tehdidi oluşturuyor mu?” diye soruluyor. Emniyet, “Evet oluşturuyor” derse hasta mahpus yine serbest bırakılmıyor.

-Tüm bu uygulamalar nerelere kadar gidebilir diye- Abdullah Turan örneğini hatırlatacağım. Boyundan aşağısı tutmayan felçli bir hasta mahpustu ve serbest bırakılması aylarca bu nedenle engellendi, varın gerisini siz düşünün.

CB’NİN AF YETKİSİ, SİYASİ SAİKLERLE KULLANILIYOR

Hasta mahpuslar konusunda tartışabileceğimiz bir diğer aşama da Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki karar ve af yetkisi. Bugüne kadar bu konudaki örnekler bu imkânın da siyasi saiklerle kullanıldığını gösterdi. Hizbullah cenahından birçok mahkum bu şekilde serbest bırakılırken çok daha ağır başka mahpuslar için bu imkanın kullanılmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Şimdi bu tablo şu noktaya geliyor: Hasta mahpuslar ya içerde ölüyor ya da tam ölüm sınırındayken serbest bırakılıyor. Kişi artık yoğun bakımda ya da entübe edilmiş tam o aşamada tahliye kararı veriliyor ancak kişinin bilinci yerinde değil dolayısıyla vedalaşma dahil herhangi bir hakkın kullanılabileceği bir ortam söz konusu değil. Böylece mahpusun sağlık harcamaları da aileye yüklenmiş oluyor.

Pek çok şizofreni ve demans hastasının hapishanelerde tutulduğunu biliyoruz.  Bu hastaların en önemli sorunu uyumsuz olmaları… Uyum sağlayamadıkları için birileriyle birlikte kalamıyorlar, kendilerine ve başkalarına zarar verme ihtimalleri olabiliyor. Bu yüzden de bu hastaların şiddete ve hak gaspına uğrama ve bunu hiçbir şekilde dile getirmemeleri söz konusu. Tüm bunların devamında da şüpheli ölüm ve intiharlardan söz etmeye başlıyoruz.

DEVLETİN SORUMLULUKLARI YASALARLA TANIMLI AMA…

Son 10 ayda en az 22 mahpus, hapishanelerde hayatını kaybetti. Göz göre göre devlet gözetiminde ölen hasta tutsaklar konusunda devletin sorumluluğu nedir?  Bu alanda iç hukuk/yasalar ve Türkiye’yi bağlayan uluslararası sözleşmeler ne diyor?

İnsan hakları sözleşmelerinde temel hakların güvenceye alınması gerektiği söylenir zaten. Bu; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de Evrensel Beyanname’de de, şiddetin ve işkencenin önlenmesine dair yasalarda da, mahpuslara ilişkin uluslararası kurallarda da böyle.

İç hukukumuza döndüğümüzde Anayasa’dan başlayarak Türk Ceza İnfaz Kanunu’na kadar, ‘devletin mahpusun yaşamını koruyucu önlemleri almakla yükümlü olduğunu’ söyler. Devletin bu konudaki bütün sorumlulukları yasalarla da tanımlanmıştır.  Ancak uygulamada, tüm bu yasal sorumluluklar yok sayılmaya devam ediyor.

KURUL, ÖZGÜRLÜK HAKKINI KISITLIYOR

Uzun tutukluluk sürelerinin ardından tahliye şartları oluşmasına rağmen infazı yakılarak tahliyesi geciktiren mâhkumlarla ilgili haberleri giderek daha çok görmeye başladık. Bu tablonun neredeyse bir tür kural gibi yaygın pratik haline geldiğini söyleyebilir miyiz?

Evet. İdare Ve Gözlem Kurumları, 2021’in Ocak ayından beri çalışıyor ve 2 yıllık bir pratikten söz ediyoruz aslında. Artık kamuoyunun da dikkatini çeken infaz yakma, şartlı tahliyenin ertelenmesi ya da açık cezaevinden geçişin engellenmesi gibi durumları karşımıza getiriyor.

İdare Ve Gözlem Kurulu aslında bütün temel hakların engellenmesi konusunda etkili bir çalışma yürütüyor özellikle de ‘özgürlük hakkının’ kısıtlanmasıyla ilgili…

ÇOK KİTAP OKUDUN, AZ KİTAP OKUDUN…

Mâhkumların infazı hangi gerekçeler öne sürülerek yakılıyor?

Mâhkumun kütüphaneden kitap alıp okumaması ya da çok kitap okuması. Çok düzenli olup temiz giyinmesi ya da aramalar sırasında idareye engel çıkarmasa bile yardımcı olmaması. Mahpusun pişmanlık göstermemiş olması, örgütten ayrıldığına dair dilekçe vermemiş olması. Atölyelere çıkmıyor olması, disiplin cezası almış olması gibi pek çok şeyden söz edebiliriz.

İTİRAZLARIMIZ SONUÇSUZ KALDI

Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları bugüne kadar 313 mahpusun tahliyesini engellemiş.

Bu kurulların oluşturulma ve çalışma biçimlerinin tüm bu sorunlara yol açacağını en başından fark etmiş ve itirazlarımızı dile getirmiştik. Bu düzenlemenin ortadan kaldırılması için yapılan başvurular sonuçsuz bırakıldı ya da hiç cevap bile verilmedi.

KARNINI DOYURMASI BİLE MÜMKÜN DEĞİL

Ekonomik kriz, hapishanelerde nasıl yaşanıyor? Hapishanelerdeki insanlar ne yiyor ne içiyor, ‘sağlıklı ve yeterli beslenmek’ diye bir şey mümkün mü?

Devlet, mahpuslar için günlük bir iaşe bedeli belirliyor ve bu bedel kadar yemek veriyor. Hiçbir mahpusun bu iaşe bedelinin kendisine sağlayacağı beslenme imkânıyla bırakın sağlıklı beslenmeyi, doyması bile mümkün değil.

Yeterli ve sağlıklı beslenme ile diyet benzeri beslenme için kişinin ihtiyaçlarını kantinden karşılaması gerekiyor. Kantinler çoğunlukla fahiş fiyatla satış yapılan yerler ve yeterince çeşitlilik yok dolayısıyla paranız olsa bile yeterince beslenmek diye bir şey mümkün değil.

Mahpusun sadece yiyecek değil, temizlik ve kadın pedi gibi hijyen malzemelerine de ihtiyacı var. Aydınlatma dışındaki elektrik, su kullanımları ve ısınma harcamaları için de idareye para ödenmesi gerekiyor. Eğer parasını ödemezseniz sadece tavandaki lamba yanar ama bir su ısıtıcıyı çalıştıramaz, bir şey pişirmek ya da ısıtmak isterseniz yapamazsınız.

PARA YATIRDI DİYE AİLEYE/ARKADAŞA DAVA

Tüm bunlar için mahpusun içerden ya da dışarıdan bir para kaynağının olması gerekiyor. Dışardan para kaynağı aileler ve arkadaşlar… Burada da karşımıza ‘terörün finansmanının önlenmesine’ dair yasa çıkıyor. Çocuğuna para yatırdı diye annesine/babasına ya da arkadaşına para gönderdi diye eşine dostuna ‘terörü finanse’ iddiasıyla dava açılabiliyor.

Ekonomik krizle birlikte ailelerin de yoksullaştığını düşünürsek dışarıdan da bir pek kaynak olamıyor. O zaman geriye tek bir çare kalıyor. O da, politik mahpuslar için geçerli olmayan hapishanelerde çalışmak…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram