Hedef gösterilen Şebnem Korur Fincancı: ‘Bazılarına işkence yapılabilir’ anlayışı çok tehlikeli

TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, işkence raporu verdiği gerekçesiyle Adnan Oktar davasının düşürüldüğü iddialarına yanıt verdi: "30 yıl önceki olaylarla ilgili tanı koyma yeterliliğine sahibiz. İnsanlar sevdikleri kişilere işkence yapılmasına karşı çıkıyor ama suçlu olduğu ortaya çıkan kişilere işkence yapılmasına göz yumabiliyor, bu çok tehlikeli bir şey."

KRONOS 13 Şubat 2024 GÜNDEM

Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı

140journos’un, Adnan Oktar ve örgütüyle ilgili hazırladığı belgeselin ikinci bölümünde ömrünü işkenceyle mücadeleye adamış olan Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı hedef gösterildi. Belgeseldeki iddiaya göre, 1999 yılında Oktar grubuna yapılan operasyonda Fincancı tarafından bazı sanıklara sahte işkence raporu verildi ve davanın düşürülmesine neden oldu. Hakkındaki iddialara ilişkin konuşan Şebnem Korur Fincancı, 1999’daki operasyonla ilgili 2006’da verilen işkence raporuna ilişkin “Biz bazen aylar sonra bazen yıllar sonra bize yapılan başvurular üzerine değerlendirme yapmak durumunda kalıyoruz. 7 yıl önceki bir olay değil 30 yıl önceki olaylarla ilgili tanı koyma yeterliliğine de sahibiz” dedi.

Fincancı, “İnsanlar sevdikleri kişilere veya suçsuzluğu ortaya çıkan kişilere işkence yapılmasına karşı çıkıyor ama sevmediklerine, karşı olduklarına, suçlu olduğu ortaya çıkan kişilere işkence yapılmasına göz yumabiliyor bu çok tehlikeli bir şey. Suçluymuş, katilmiş o zaman işkence yapılabilir diye bakılıyor” değerlendirmesini yaptı.

Serbestiyet‘in sorularını yanıtlayan Fincancı, işkencenin genel olarak hızlı bir şekilde belgelenemediğine dikkat çekti. Fincancı, “Aslında hemen hekim karşısında çıktığında belgelenmesi gerekir ve bunun olabilmesi için gözaltı öncesi ile sonrasında muayene sistematiği var. Ancak fiilen bu olmuyor. Birincisi mahremiyet ihlali var. Yaygın olarak hekim böyle soruları sorarsa da herkesin olduğu açık bir ortamda soruyor, kelepçeyi çıkartmadan muayene yapabiliyor. İkincisi, işkence gören insanlar, işkencenin etkilerinin bir sonucu olarak bundan hemen bahsedemiyor. Ruhsal etkilenmeleri nedeniyle söz etmekten kaçınıyorlar. Böyle olunca biz bazen aylar sonra bazen yıllar sonra bize yapılan başvurular üzerine değerlendirme yapmak durumunda kalıyoruz. 7 yıl önceki bir olay değil 30 yıl önceki olaylarla ilgili tanı koyma yeterliliğine de sahibiz” ifadelerini kullandı.

Mesleki pratiğini yıllardır bunun üzerine yaptığını belirten Fincancı, “Bir olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra tanı konulmasıyla ilgili benim ve birçok meslektaşımın çalışmaları var. 7 yıl sonra da, 10 yıl sonra da, 30 yıl sonra da bir insanın işkence gördüğünü belgeleyebilecek deliller bulunabilir ve bunları toplarız. ‘7 yıl önceki işkenceyi nasıl belgeledi’ diyor. Bu tıp bilgisinin olmamasıyla ilgili bir şey ama doğrusu bilinmeyince inanılır olan onların söylediği zannediliyor” diye konuştu.

“Bu kişilerin 1999’daki sağlık raporlarını gördünüz mü? O zaman işkence gördükleriyle ilgili bir talepleri olmuş mu?” sorusuna Fincancı, şu yanıtı verdi:

Darp ve cebir izi olmadığı şeklinde rapor var. Öykü yok, yakınmaları yok, sistem muayeneleri yok. Darp ve cebir izi olmadığı diye rapor düzenlenmiş. O da bir kişi için değil. Bazılarında 15 kişinin aynı raporda isimleri alt alta yazılmış, darp ve cebir izi olmadığı diye rapor verilmiş. Buna adli rapor diyorlar. Bir kere bu İstanbul Protokolü adını verdiğimiz İşkencenin Etkili Soruşturulması ve Belgelenmesi El Kitabı’ndaki yani kılavuzdaki temel ilkelere aykırı. Yargının baştan böyle bir raporu reddetmesi gerekir zaten.”

Fincancı, sanıkların yedi yıl sonra başvurmasına ilişkin de şunları söyledi:

“İşkence gören kişinin işkenceyi paylaşması için kendisini hazır hissetmesi önemli. Kendilerini o zaman hazır hissetmiş olabilirler. Kadına şiddette, çocuk istismarlarında da gördüğümüze benzer bir tablo. Ruhsal etkileri ağır şiddet biçimleri bunlar. İşkence görenler, bunu paylaşabilecek gücü kendilerinde yıllar sonra bulabiliyor. İşkence gören açısından, işkence, uygulayan ile kendisi arasında bir tahakküm ilişkisi olarak, bir iktidarın şiddeti olarak yansıdığı için etkileri kolayca paylaşabilmesinin önüne geçiyor. Bunun dışında paylaşmaya korkabilirler çünkü tehdit altında olabilirler. İşkence gördükten sonra da tehdit edilebilirler. Paylaşırlarsa başlarına iş gelebilir diye düşünebilirler.

Örneğin işkence için suç duyurusunda bulunan insanlar hakkında daha sonra polise mukavemetten, kamu görevlisine direnmekten dava açılabiliyor. Bu da insanların kendilerini tehdit altında hissedebileceklerini bir durum. Bunlardan dolayı olabilir ama neden 2006’da başvurduklarını bilmiyorum. Ama başvurdukları andan itibaren bizim yapmamız gereken tıp biliminin ilkeleri uyarınca dinlemek, muayene etmek, gözlemek, görüntüleme ve laboratuvar tetkikleri gerekiyorsa onları yapıp bu verilerden derlediklerimizden bir rapor yazmak.”

‘MUAYANE EDEREK RAPOR HAZIRLADIK’

Raporun yalnızca sanıkların beyanlarıyla hazırlandığı iddiasına itiraz eden Fincancı, “Muayene ederek hazırlandı tabii ki. Tutuksuz yargılanıyorlardı, geldiler muayene ettik ve muayene sonucunda saptadığımız bulgular üzerinden bir değerlendirme yaptık. Sadece ben de etmedim. Konsültasyon mekanizması var biliyorsunuz. Bizim alanımızın dışındaki alanlardan uzmanlara da ihtiyacımız olur. Mesela bu sözü edilen kişinin İşkence Atlası’nda fotoğrafları görünen kişinin göz kapağı sorunu var. Değerlendirme yapabilmek için bir göz uzmanından görüş almak zorundayım. Görüntülemesi yapılacak, radyoloji uzmanından görüş almak zorundayım. Dolayısıyla tek başıma üfürmüyorum. Vakayı, vakadaki travma bulgularını, bir ekip olarak birlikte çalışarak üzerinde tartışıp değerlendiriyoruz. Vakada travma bulguları var ve onları görünür kılmışız” dedi.

‘SUÇLULARA İŞKENCE YAPILMASINA GÖZ YUMULABİLİYOR, BU ÇOK TEHLİKELİ’

Fincacı, şu ifadeleri kullandı:

“Burada şöyle bir şey var. İnsanlar sevdikleri kişilere veya suçsuzluğu ortaya çıkan kişilere işkence yapılmasına karşı çıkıyor ama sevmediklerine, karşı olduklarına, suçlu olduğu ortaya çıkan kişilere işkence yapılmasına göz yumabiliyor bu çok tehlikeli bir şey. Suçluymuş, katilmiş o zaman işkence yapılabilir diye bakılıyor. Zamanında Uğur Mumcu suikastı sanıklarının avukatları bize başvurduğunda, şahıslar cezaevinde olduğu için muayene edememiştik. Daha önce düzenlenmiş raporları inceledik ve bu raporları tartışarak ‘Muayeneler yeterli değil. Şu muayenelerin yapılması gerekir’ diye rapor düzenledik.

Ceyhan Mumcu, benim o raporum için ‘Muayene etmeden rapor verdi’ diyor. Ben zaten söylüyorum onu muayene edemediğimi, ki bu rapor ‘muayene edilmeleri gerekir’ raporuydu işkence raporu değil. Bunun ardından dönemin rektörü tarafından çağırıldım. İçişleri Bakanı ‘Atın bu kadını’ demiş. Dönemin rektörü, bana ‘Bazılarına işkence yapılabilir sen onların kim olduğunu bilmiyor musunuz?’ dedi. Ben, ‘Hiç kimseye işkence yapılamaz. İşkence mutlak yasak’ dedim. Bir hekim olan üniversite rektörünün söylediği güzel özetliyor yukarıdaki bahsettiğim bakışı: ‘Bazılarına işkence yapılabilir.’ Kimseye olumlu ya da olumsuz ayrıcalık yapmam, babam suç işlemişse suçunu ortaya koyarım.”

‘KEŞKE RAPORLARIMIZ ETKİLİ OLSA’

“2006’daki raporun o dönem devam eden Adnan Oktar suç örgütü davasının kapanmasına neden olduğu iddiası da var. Rapor, davanın seyrini ne kadar etkiledi bilginiz var mı? Adnan Oktar ve diğer sanık avukatları, daha sonra süreçle ilgili size bilgilendirme yaptı mı?” sorusunu da Fincancı, şöyle yanıtladı:

“Bizim raporlarımız öyle etkili olmuyordu. Keşke adil bir yargılama, etkili bir soruşturma yapılmadığının delili olarak dosyada yerini alsa ve bunu dikkate alsalar.

Ama öyle bir etkisi olmadığı gibi, raporla birlikte verilen suç duyurularını bile ciddiye almayıp dosyaları kapatıyorlar genelde. Maalesef böyle bir durum var.

Ben davayı takip etmedim. Avukatları da gelip davada olanları anlatmıyor. Yani aslında merak etmiyor değiliz. Ben mesela kadına şiddet olaylarında, çocuk istismarlarında daha sonra ne olduğunu merak ederim. Çocuklar iyi mi, kadın güvende mi, işkence görenlerin olduğu dosyalar ne şekilde ilerliyor gibi merak ettiğim birçok olay vardır ama avukatlar ya da kişilerin kendileri gelip bize “böyle oldu” demiyor. Çok nadirdir. Bazen insanlar gelip teşekkür eder.


 

Bir şey söyleyeyim. Hani nasıl ki her fani bir gün ölümü tadacaksa, eğer bu ülkede işkence böyle devam eder ve meşrulaştırma konusunda çaba gösterilirse herkes bir gün Şebnem Korur Fincancı’nın işkence değerlendirmesine ihtiyaç duyacak. Öleceğim gideceğim 65 yaşındayım sonuçta genç değilim artık. Bir gün Şebnem Korur Fincancı olsaydı keşke ona başvururduk diyecekler.

Çünkü rapor verecek başka bir hekim bulamayacaklar. Bana bu linç ve karalama kampanyası diğer hekimleri de korkutuyor, sindiriyor. Aslında en büyük tehlike budur. Kimse elini taşın altına koymaz. Ben, “Ölmekten korkmam, boyun eğmekten korkarım” diyorum. Bu şekilde bakacak da çok fazla da insan yoktur.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram