Bir ödül uğruna kendinden vazgeçmek – bu bir Murat Yurdakul vakası

Edebiyat dünyasının gündemi bu: İlk kez düzenlenen Turgut Uyar Şiir Ödülü’nde ikinci olan Murat Yurdakul’un dosyasındaki şiirlerin çalıntı olduğu ortaya çıktı.

BERKE KAYA 21 Eylül 2023 KÜLTÜR

Bu yıl ilk kez düzenlenen Turgut Uyar Şiir Ödülü’nde tuhaf bulmadığım bir hadise yaşandı: Murat Yurdakul’un ikinci olan Fuzûlî Piano Uverürü adlı dosyasındaki şiirlerden bir kısmının, 2023 Gülten Akın Şiir Ödülü sahibi Fırat Baytak’ın Göç, Yol ve Taş adlı şiir kitabında yayımlanmış şiirler olduğu anlaşıldı.

Durum Murat Yurdakul’a iletildi. O da bunu kabul etti ve ödülü iptal oldu.

Biz okurlar, biz şair adayları ve dışarda kalanlar; New York’ta, ilk kadın film yapımcısı Alice Guy döneminde 10 kuruşluk filme bilet almışçasına, ağzımızı şapırdata şapırdata izliyoruz olup biteni – heyecan dorukta!

Hatırlar mısınız; Fethi Naci, “Türkiye’de ne kadar futbol varsa o kadar roman vardır” demişti de kıyamet kopmuştu adeta. Kıyamet dediğimiz şey de Bizde bir edebiyat var of ki of diyenlerin cürmü kadar bir yerde olmuştu zaten. Bundandır ne korkan vardı, ne de ders alan…

Bizdeki ödül mekanizması da az çok edebiyatımız kadar ‘işlek’ ve ‘anlamlı’…

 

TÜRK OKURU ÖDÜLSEVERDİR

Yıllar önceydi; Murathan Mungan, birkaç ödül aldıktan sonra ödüllere karşı olacağını açıklamıştı. Bunu samimi ve sahih bulanlar çok olmuştu. Dolayısıyla alkış kıyamet!

Oysa Mungan, bilerek bir çürük temeli, rezil bir ezberi gözümüze gözümüze sokarken kinayeli bir üslupla bir eleştiri geliştiriyordu aslında.

Türk okuru ödülseverdir. Ödüllü bir dosyanın yayınlanması görece kolaydır. Ödüllü bir kitabın okurla buluşması kolaydır.

Tamamen aynı iki kitabın birinin kapağında ‘bıdı bıdı ödüllü’ yazarsa, diğerinden daha fazla satın alınır. Ama okunur mu bilemem…

Vaktiyle Orhan Pamuk, gazeteye bir ilan vermişti. Madaralı Roman Ödülü’nü kazanan romanını basacak yayınevi aramıştı. Çünkü Karacan yayıncılıktan çekilme arifesindeydi.

Muhtemel ki, bu görünme hastalığı ve aşırı sıfat merakı biz Doğululara mahsus. Bir şeyi salt ne’liğiyle değerlendirmeyiz pek. Onu onaylayacak muteber bir kurum, bir kişi ararız. Ödül de böylelerine hizmet eder zaten.

Çoksatanlar listesi de az çok bu anlama gelir. Herkesin okuduğu, iltifat gören kitaplara sahip olmak bir duygu ortaklığı yaratır. Okumasa da dost ortamlarında söyleyebileceği üç cümlesi olur o kitapları satın alanın… Ayrıca modaya uyduğu hissi yarattığı için de ruha şifadır.

Eleştiri yazılarında bile “bıdı bıdı’nın da dediği gibi”lerden geçilmez. “Bıdı bıdı ödüllü” yazarlardan, şairlerden söz edilir. Eleştirmen için müthiş bir kolaylıktır bu. Biraz adı ödüle verilenden söz eder. Biraz başkalarının sözlerini alıntılar. İki üç orta karar cümle de kendi kurar. Ve böylelikle okumadan kitap eleştirisi yapar.

Herkes halinden memnundur.

MEĞER ÇİNÇE DE BİLİRMİŞ, İSPANYOLCA DA…

Eğer Murat Yurdakul, bir ‘deneme’ yapmış olsaydı, yani kışkırtma, talan etme niyetiyle yarı anarşist bir tavır sergileyerek ödül mekanizmasının absürtlüğünü dışavursaydı, Turgut Uyar Ödülü’nü de aldıktan sonra elinin tersiyle itip ‘hakikat’i açıklasaydı, edebiyat tarihimize geçerdi.

Ama hazin olan şu: ‘Bu’, adı her neyse, onda bir alışkanlık ve bu alışkanlık bir tür hastalık.

Bakınız Metin Cengiz ne diyor:

“Murat Yurdakul, bundan iki yıl kadar önce beni aramış, İngilizce, İspanyolca, Çince ve daha birçok dilde çeviri yaptığını, bana bu çevirilerden Şiirden dergisinde yayınlanmak üzere göndermek istediğini söylemişti. Şiir de yazdığını belirtmişti. Oldukça kibar ve saygılıydı. Kendisini tanımıyordum ve hakkında bir bilgim yoktu. Bir defa Hatay’a, dostlarımız tarafından düzenlenen festivale katıldığım için, bu oldukça kibar şair ile tanıştığımızı düşünerek yardımcı olmak istemiştim. Çevirileri gönderdi. İlk gelenler fena değildi, ama bir tuhaflık da vardı.”

Eğer bir dergiye ‘tuhaflık’ olduğu sezilen bir çeviri şiir gelmişse, o çevirmenle de daha önce çalışılmamış ve güven tesis edilmemişse, ne yapılır? İtimat edilen bir çevirmene danışılır, değil mi? En kötü ÇEVBİR’in kapısı çalınır… Olmadı, o dile hâkim bir şairden ‘bakma’sı rica edilir.

Hiçbirini tercih etmiyor Metin Cengiz. Bu ne yazık ki yaygın bir tutum dergiciliğimizde…

Sözünü bölmeyelim Metin Cengiz’in. Şöyle devam ediyor:

“Bir iki şiiriyle bazı çevirilerini yayımladım. Rahatsız olduğunu belirtmiş, ancak sabahları arayabildiğini söylemişti. Ara ara arayıp saygılarını sunuyor, yaptığı çevirilerden söz ediyordu. Derken Çince’den yaptığı çeviriler gelince kuşkum kesinleşti. Bu kişinin Çince biliyor olması mümkün değildi. Google çeviriden geldiği belli oluyordu çeviri metinlerinin. Bir yapıdan yoksun, anlamsız sözdizimiydi bu gönderdikleri. Depremde insani olarak arayıp bir iki laf etsem de artık aramalarına cevap vermiyor, gelen çeviri şiir ve şiirlerini ciddiye almayıp siliyordum. Bana yaptığı hoş değildi, ama elimde kanıt da yoktu.”

 

TALAT SAİT HALMAN ÖDÜLÜ

Ne tuhaf hikâye!

Ama Metin Cengiz’e kızmak anlamsız. Bu ülkenin en büyük çeviri ödülü olan Talat Sait Halman ödülü, Yunanistan’da kullanılan bir lehçeyle yazılmış romandan yapılan çeviriye verildi. Güzellik şurada: Bu lehçeyi bilen tek bir jüri üyesi yok!

Şöyle bir savunma geliştiriliyor böylesi abuk durumlarda: Biz, bu dili bilen bir kişiye danıştık.

İyi de o kişi ne kadar hâkim bu dile? Bir dile hâkim olmak, çeviri yapabilmek anlamına gelir mi? Çeviri yapabiliyor olmak, çeviri değerlendirmesi yapabilecek seviyede olduğu anlamını taşır mı? Böyle peş peşe birkaç soru daha eklenebilir… Ama neye yarar?

Her zaman olduğu gibi, su akar, yolunu bulur – burası Türkiye!

 

BENCE ‘İMDAT’ DİYOR

Murat Yurdakul’un vakası tek örnek değil ama…

2019 yılında Düşünbil adlı felsefe dergisine başka yazarlardan aşırma cümlelerle örülmüş (!) yazılar gönderiyor. Derginin genel yayın yönetmeni Olcay Yılmaz bunu fark ediyor. Hatta bir adım ileri gidip, kendisini ‘sahtekâr’ olarak tanımlıyor.

Demek ki, ‘bu’ diye küçümsediğimiz yahut elimize bir külah çekirdek alıp çitleyerek seyrettiğimiz ‘şey’, aslında tekrarlanan bir rahatsızlık.

Elbette bir çuval laf söyleyebiliriz. O da olur, bu da olur. Ama öze dokunmamış oluruz.

Bence Murat Yurdakul, açık açık ‘imdat’ dileniyor. Arkamızda saklı tuttuğumuz etiketleri, levhaları, dövizleri şimdilik kenara bıraksak da, acaba birileri yardıma mı koşsa…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram