Soğuk Savaş bitti; şimdi sıra ‘Serin Savaş’ta mı?

Tarihin rayını değiştiren iki olay ne? Avrupa sanayisi yok olmanın eşiğinde mi? Özellikle otomotiv ve enerji sektörünü tehdit eden risk ne? ABD ve Çin karşısında AB neden güç kaybetti?

BERKE KAYA 29 Ocak 2023 HABER ANALİZ

Tarih de canlı bir organizma gibidir; olağan akışına yapılan bir müdahale güzergâhını değiştirir. Bu müdahale, bir doktorun bir hastasına neşteri vurması şeklinde de olabilir, kişinin bile isteye kendini zehirlemesi şeklinde de olabilir.

Bilinçle yahut bilinçsiz yapılan her müdahale belli sonuçlara yol açar.

Mesela 20’inci yüzyılın ilk büyük felaketi olarak kabul edilen Birinci Dünya Savaşı’nın, nam-ı diğer Saraybosna Suikastı’nın, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun 1908’de işgal ettiği Bosna-Hersek’in Saraybosna kentinde, 28 Haziran 1914’te, Gavrilo Princip isimli bir Sırp milliyetçisinin Arşidük Franz Ferdinand’ı öldürmesi üzerine başladığı söylenir. Dünya o ilk kurşundan sonra asla eskisi gibi olmamıştır.

Mesela atom bombası olarak bilinen ilk nükleer silahın 1945 yılında tamamlanarak, ABD tarafından İkinci Dünya Savaşı’na direnen son ülke Japonya üzerinde kullanılması böyle bir hadisedir.  Mucidi Robert Oppenheimer’ın dahi “nasıl olsa kullanılmaz” diye düşündüğü silah, Hiroşima ve Nagazaki’de yalnız yüz binlerce insanı bir anda yok etmedi, tarihi de rayından çıkardı. Artık ne Japonya eski Japonya’ydı ne de Amerika…

TARİHİN RAYINI DEĞİŞTİREN İKİ ‘OLAY’

Eskiden, çok eskiden yüz yılda bir, iki yüz yılda bir yaşanan bu tür hadiseler, günümüze yaklaştıkça 30-40 yıl gibi kısa aralıklarla yaşanır oldu. Şu talihe bakın ki, tarihin rayını, kimyasını değiştiren iki olay yaşadık peş peşe… Biri koronavirüs pandemisi, diğeri ise Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi…

Pandemi ekonomiden sosyal ilişkilere kadar nice ezberi bozdu. “Home Office” denilen esnek işyeri istihdam düzenlemesi, yani evden çalışma, pandemi sonrasında da sürdü. Hibrit çalışma diye bir kavram girdi hayatımıza; belirli günler ofiste, belirli günler de ofis dışında çalışmaya başlandı insanlar.

Lakin pandemi iş hayatı dışında da etkin bir rol üstlendi; boşanma oranları arttı, aile içi şiddet olayları arttı; dükkândan, mağazadan satın alma alışkanlığı internet üzerinden alışverişe döndü; uzaktan eğitim sistemi yerleşti, hatta bazı üniversitelerde öğrenciler video kayıtları üzerinden ders almaya başladı, üç kuruş karşılığında nice akademisyen evine mahkûm edildi.

Öte yandan bilhassa Almanya, İsviçre gibi gelişmiş ülkelerde aşı sonrası sendromları inceleme ve tedavi amaçlı klinikler bile kuruldu.

 SOĞUK SAVAŞ BİTTİ, SIRADA ‘SERİN SAVAŞ’ VAR

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi de tarihin güzergâhını bir kez daha bozdu. Ukrayna’nın NATO’ya üye olma çabası daha bir anlam kazandı. Buğdayın ne kadar stratejik öneme sahip olduğu anlaşıldı. Malûm; Ukrayna, verimli toprakları ve uygun iklim koşulları ile tarım alanında dünyada en yüksek üretim potansiyeline sahip ülkelerden biri. Öyle ki sadece Avrupa’nın değil, dünyanın da ekmek sepeti…

Rusya’nın Ukrayna’da müşkül duruma düşmesi, Kafkaslar, Orta Asya ve Suriye gibi nüfuz alanının içinde bulunan bölgelerdeki etkisini kaybetmesine yol açtı. Örneğin Kafkasya’da Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmalar tekrar alevlendi. Orta Asya’da Kazakistan Rus etkisinden kurtulma çabasına girdi. Tacikistan ile Kırgızistan arasındaki sınır çatışmaları şiddetlendi. Türkiye’nin buralardaki boşluğu doldurabilir mi, bu konuşulmaya başlandı.

Dünyanın çift kutuplu düzene geçip geçmeyeceğini üç vakte kadar göreceğiz. Bloklaşmaların çok katı çizgilerle ayrılmadığı bir düzeni tarif eden “Serin Savaş”ın başlayıp başlamayacağını da…

Dünyadaki jeopolitik fay hatlarını tetikleyen bu iki olay, pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, kim bilir daha nelere gebe. İçinden geçilirken manzaranın bütününü görmek zor, nadiren mümkün oluyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya askerî müdahalesi sonrası Batı’nın uyguladığı ekonomik yaptırımların Rus ekonomisine yansıması ne kadar ‘ciddi’, bunu da göreceğiz çok yakında. Gerçi Rusya gibi medyanın ciddi anlamda kontrol altında olduğu bir ülkede gerçek rakamları görmek pek kolay olmayacak. Eski Maliye Bakanı ve mevcut hesaplama kurumunun başkanı Aleksey Kudrin, Rus ekonomisinin yeniden inşasına ihtiyaç olduğunu ve bunun gerçekleşmesinin de en az iki yıl sürebileceğini söylemesi, belki bize bir ipucu verebilir Unutmayalım ki, 2022 yılında Rusya Gayri Safi Milli Hasılası’nın yüzde 8-10 oranında küçüldüğü kulis dedikoduları arasında.

 

Aleksey Kudrin

 

“TÜRKİYE HAKKINDA HERKESİN YANILDIĞI ŞEY”

Tam da burada uluslararası politikanın önemli dergilerinden Foreign Affairs’de yayımlanan Steven Cook imzalı yazıya (What Everyone Gets Wrong About Turkey – Turkey isn’t East or West. It’s Turkey ) bakmak gerek.

Gerçi Cook, kimi çevrelerce “Fetö”cüleri övdüğu söylenen, hatta Saray’da ballarla böreklerle ağırlandığı iddia edilen biri. Öte yandan, Gezi Parkı olayları sonrası Nasuhi Güngör, Taha Özhan ve benzeri AK Parti’ye yakın isimlerin kendisine Yahudilik, Amerikalılık ve İsrailcilik üzerinden eleştiriler yağdırdığı biri de…

Oysa Cook, Council on Foreign Relations (CFR), yani Dış İlişkiler Konseyi’nin Orta Doğu ve Afrika üzerine çalışan kıdemli araştırmacılarından. Siyaset Bilimi alanında doktora derecesine sahip. İngilizce, Arapça ve Türkçe biliyor. Farkı dillere çevrilmiş 3 kitabı bulunmakta…

Cook, NATO üyesi Türkiye’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasındaki söylem ve eylemlerine bakıyor. Bir yanda Ukrayna’yı desteklediğimize dikkat çekiyor, aynı zamanda da Rusya ile ticari ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirdiğimizi, tahıl koridoru meselesinde diyalog aradığımızı söylüyor.

Uzatmadan sözü ona verelim. Diyor ki Cook: “Türkiye ile ilgili haberler yanlış değil. Ekonomisinin içinde bulunduğu korkunç durum Erdoğan’ın Rusya’ya yaklaşımında önemli bir etken. ABD’nin yaptırım baskılarına direnen Ankara, 2022 yılında Moskova ile ticaretini ikiye katlayarak Türkiye’yi Rusya’nın en büyük üçüncü ticaret ortağı haline getirdi. Bu ortaklığın büyük bir kısmı enerji sektöründe. Rusya, Türkiye’ye ciddi miktarda doğalgaz, petrol ve kömür ihraç ediyor ve Türkiye bunların bir kısmını ruble ile ödüyor. Erdoğan ve Putin geçtiğimiz Ekim ayında Kazakistan’da bir araya geldi ve bu ticarete dayanarak Türkiye’yi Rus doğalgazı için bir merkez haline getirecek bir plan üzerinde anlaştı.”

 

Steven Cook

 

Cook’a göre Türkiye bir NATO müttefiki olsa da bir ortağı değil. Türkiye’yi eleştirenler Ankara’nın Batı’dan uzaklaşmasını yanlış anlıyor: “Ankara’da NATO’ya şüpheyle yaklaşan ve Türkiye’yi Moskova’nın yanına çekmek isteyen bir kesim olduğu sır değil. Bu grubun etkisi azalıp artma eğiliminde olsa da, daha fazla söz sahibi olduğu zamanlarda bile Erdoğan dış politikayı Avrasyacılar olarak adlandırılan gruba devretmeye direndi. Böyle bir şey yaptığı takdirde, bu muhtemelen Türkiye’nin Batı’dan kopuşu anlamına gelecektir ki Türkiye’nin Rusya ile artan bağlarına rağmen bu Türk liderin istediği bir şey değil.”

AVRUPA SANAYİSİ YOK MU OLUYOR?

İşte tam da bu süreçte, Avrupa Birliği’nin sanayi sektörü yükselen enerji fiyatları sonucu artan maliyetler ile karşı karşıya kaldı. Avrupa’daki hükümet çevreleri fabrikaların kapanması ve Avrupa sanayisinin yok olması tehlikesinden endişeleniyor.

Eski Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis ise asıl tehlikenin fabrikaların kapanması olmadığını söylüyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına ve başta Almanya olmak üzere Avrupa sanayisinin önemli bir kısmını oluşturan otomotiv sektöründe elektrikli araçlara geçişin artık her zamankinden daha büyük bir önem taşıdığını söylüyor. Ama bir şeyin de altını çiziyor: Avrupa Birliği ‘bulut sermayesi’ olarak tabir edilen bu alanda ABD ve Çin’e kıyasla çok geride kaldı.

Varoufakis’in çeşitli küresel konularda yorum ve analiz yayınlayan uluslararası medya kuruluşu Project Syndicate’teki yazısında (Is Europe Deindustrializing?) önemli noktalara değiniliyor.

 

Yanis Varoufakis

 

İlkin bir durum tespitinde bulunuyor Varoufakis: “Avrupa sanayi sektörü, yüksek enerji fiyatları ve ABD Başkanı Joe Biden’ın Avrupa’nın çevre dostu enerji sektörünü ABD’ye göç etmeye teşvik etmeyi amaçlayan Enflasyon Azaltma Yasası gibi tehditler karşısında sarsılıyor. Avrupa’nın endüstriyel kalbi, sanayisizleşme, ekonomik düşüş, nüfusun azalması ve kentsel bozulmayı ifade eden yeni bir “Rust Belt” vakasıyla mı karşı karşıya? Almanya, İngiltere’de olduğu gibi fabrikaların kapanmasına sebep olan ve yüksek vasıflı üretime dayalı işgücünü düşük vasıflı, düşük verimli ve düşük ücretli işleri kabul etmeye zorlayan bir travmayı yaşayacak mı?”

KİŞİSEL KURTULUŞLARIN TOPLUMSAL ÇÖKÜŞTE ANLAMI VAR MI?

Ne tuhaf ki, iletişim çağında insanlar her zamankinden daha çok kör, daha çok sağır. Kendini odağa aldığından mıdır, bilinmez; küresel olaylara, küresel reflekslere ya duyarsız ya da meraksız. Kişisel kurtuluşların toplumsal çöküşte ne tür anlamı olabilir, sorgulayan pek az.

Varoufakis, biraz da bu kaygılarla tane tane anlatıyor: “Bu tehlike Avrupa’nın iktidar çevrelerinde yankılanıyor. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, ABD teşviklerinin cezbettiği AB şirketlerine devlet yardımı sağlayacak yeni bir Avrupa Birliği fonu teklifi için hızla harekete geçti. Ancak Avrupa’nın özellikle de herhangi bir şeyi finanse etmek için ortak bir bütçe çıkarılması gerektiğinde ne kadar yavaş hareket ettiği göz önüne alındığında, AB teşviklerinin ABD teşviklerine zamanında ve orantılı bir şekilde karşılık verip veremeyeceği tartışmaya açık.”

Almanya’nın otomobil endüstrisi nelerin tehlikede olduğuna dair iyi bir örnek.

Varoufakis otomobil üreticileri enflasyonun tekrar ortaya çıkması ile çifte darbe aldığı görüşünde: “Artan yakıt fiyatları müşterileri otomobillerden uzaklaştırdı ve üretim maliyetlerini artırdı. Alman sanayisinin önemli bir kısmının otomobil üretimine dayandığı düşünüldüğünde, analistler ülke sanayisinin yok olmasından endişe duymaya başladı. Endişelerinde haklı olsalar bile analizlerinde önemli bir noktayı gözden kaçırıyorlar.

Alman otomobil üreticileri, yenilenebilir enerji üretiminin artışı ile hızlı bir şekilde elektrikli araç üretimine geçerek, çevre dostu enerjiye geçişin ve artan fosil yakıt maliyetlerinin ortaya çıkardığı zorlukların üstesinden gelebileceklerini şimdiden gösterdi. Eğer Alman hükümetinden ya da AB’den bir miktar devlet yardımı da alırlarsa, muhtemelen geçmişte olduğu gibi gelecekte de Almanya’da çok sayıda otomobil üretmeye devam edecekler.”

ABD VE ÇİN KARŞISINDA AB GÜÇ KAYBETTİ

Varoufakis’i okuyunca insan ister istemez şu soruyu soruyor: Avrupalı kapitalistler hangi konuda geride kaldı?

Bu durum tespitlerini takiben can alıcı noktaya geliyor nihayet Varoufakis: “Ancak Almanya sanayisinin yok olacağına dair korkular abartılıyorsa dahi Almanya’nın ve dolayısıyla Avrupa’nın ABD ve Çin karşısında güç kaybetmek üzere olduğuna dair endişelerde haklılık payı var.”

Sebeplerini ve neticelerini de şöyle yorumluyor: “Enerji fiyatlarındaki enflasyonun hızlandırdığı elektrikli otomobillere geçiş süreci, Avrupa sermayesinin gücünü ve derinliğini azaltıyor. Alman sermayesinin gücünün kaynağını, hassas makine ve elektrik mühendisliğini düşünün. Alman otomobil üreticileri, yüksek kaliteli içten yanmalı motorlar ve bu motorların ürettiği gücün otomobilin tekerleklerine aktarılması için gerekli olan tüm parçaları (vites kutuları, akslar, diferansiyeller, vb.) üreterek elde ettikleri kârlar sayesinde zengin oldular. Ancak elektrikli araçlar mühendislik açısından çok daha basit bir mekanik bir tasarıma sahipler. Elektrikli araçların katma değeri, otomobilin bulut ağına bağlanmasını sağlayan yapay zekâ ve akıllı yazılımlardan geliyor. Alman kapitalistlerin geçtiğimiz yıllarda bu teknolojilere yatırımları yetersiz kaldı. Dolayısıyla, AB devlet yardımları Volkswagen, Mercedes-Benz ve BMW’yi ABD’nin Enflasyon Azaltma Yasası teşviklerinden faydalanmak için Amerika’ya göç etmek yerine, elektrikli otomobillerini Avrupa’da üretmeye ikna etse bile, Almanya ve Avrupa’da otomobil üretimi asla eskisi kadar kârlı olmayacak.”

ENERJİ SEKTÖRÜ NASIL BİR DÖNÜŞÜMÜN EŞİĞİNDE?

İnsan bu satırları okuyunca, acaba Türkiye TOGG’u tasarlama, üretme ve fizibilite aşamasında bunları düşündü mü, diye soruyor kendi kendine. Zira bir işe ne kadar iştahla başladığımız ve süreç içinde karşımıza çıkan engeller neticesinde iştahımızın ne kadar çabuk ve bir balon gibi söndüğü aşikâr.

O halde soralım: Enerji sektörü nasıl bir dönüşümün eşiğinde?

Soralım ve yanıtını Varoufakis’den okuyalım: “Pandemi sona erdiğinde ve enerji fiyatları yükseldiğinde, büyük petrol ve doğalgaz şirketleri servet elde etti. Bugün ise salgın sonrası enflasyonda yaşanan artış, bulut sermayesinin enerji sektörüne girişini hızlandırıyor. Fosil yakıt sektörü, feodal dönem sözleşmeleri ve yeraltı sermayesinin bir ittifakıdır. Sektör, hükümetlerin ve özel mülk sahiplerinin eskiden olduğu gibi toprak kirası aldığı belirli araziler veya okyanus yatağı üzerinde sondaj yapmak için verilen ruhsatlara dayanıyor. Sektör ayrıca fosil yakıtları hem estetik hem de ekonomik açıdan on dokuzuncu yüzyıl fabrikalarını, William Blake’in betimlemesiyle “karanlık şeytani değirmenleri” hatırlatan büyük, son derece merkezi, dikey olarak (veya yukarıdan aşağıya) entegre enerji santrallerini beslemek için petrol kuleleri, tankerler, boru hatları ve yeniden gazlaştırma tesisleri gibi geleneksel sabit varlıklara dayanıyor.

Buna karşılık yenilenebilir enerji kaynakları, merkezi olmayan bir şekilde, güneş panelleri, rüzgâr türbinleri, ısı pompaları, jeotermal üniteler, dalgayla çalışan cihazlar ve benzerlerinin hepsi bulut sermayesinden oluşan sinir sistemine benzeyen bir ağın parçası olarak yatay bir şekilde entegre edilerek kullanılır. Arazi için kira ödemeye sebep olan ruhsatlara ihtiyaç duymayan bu şirketlerin üretkenliği, gelişmiş yazılımlara ve yapay zekaya dayanan akıllı ağlara bağlı.

Kısacası çevre dostu enerji, tıpkı elektrikli otomobil endüstrisi gibi bulut sermayesine dayalı bir sektör.”

 GAF MI, BİLİNÇALTININ DIŞA VURUMU MU?

Hemen bitişiğimizdeki bir ülkenin eski Maliye Bakanı bunları düşünüyor. Bizim Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin ise her çıkışı tartışma yaratıyor. Gaf mı yapıyor, yoksa Freud’un ruhuna rahmet okuturcasına bilinçaltı gerçekleri mi dışa vuruyor, bunu kestirmek zor.

Üstü Lütfü Elvan susarken bir gece yarısı tweet’lerin etkisiyle belki de, bir hafta sonra bakan olan Nebati’nin ilk röportajı da (Habertürk, Sevilay Yılman. 13 Aralık 2021) ne kadar ‘büyük’ düşündüğünü gösterdi bize. Ekonominin çok hızlı bir şekilde düzeleceğini savunurken, şöyle deyiverdi: “Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin; ama ben bu işi düzelmezsem eğer 1000 çalışanımla beraber bütün varlığımı kaybederim, bunu göze alır mıyım?”

Halkı küçümseyen bu bakış tepki çekti. Ancak koltuk sallanmadı bile.

Her ne kadar sıra dışı bir siyasi hayatımız varsa da alışık değildik böylesine. Ama bunun ilk olduğunu ve daha vahimlerine hazır olmamızı müjdeleyen (!) eylem gecikmedi. Bakan Nebati, bu sefer TRT ekranlarına çıktı (21 Aralık 2021) ve programın sunucusuna. “Gözlerime bakar mısınız? Ne görüyorsunuz?” diye sordu.

Sunucu, kendisini zor duruma sokan bu soru karşısında ne diyebilirdi ki… “Ekonomi rakam işidir” dedi masumcca… Nebati ise onu düzeltti: “Ekonomi rakam işi, temenni, güven, istikrar, beklenti, gözlerdeki ışıltıdır.”

Nurtopu gibi bir “gözlerdeki ışıltı” polemiği gelip kuruldu soframıza. Bu arada faiz indirimi gerçekleşti. Bazılarının gözleri fazlasıyla ışıldadı.

“EKONOMİ İLE OLAN MÜKTESEBATINIZ NEDİR?”

Bir süre de bu ışıltıyla oyalanırken Bakan Nebati, CNN Türk’te (30 Aralık 2021) Ahmet Hakan’ın sunduğu Tarafsız Bölge programına çıktı.

Nebati, Ahmet Hakan’ın, “Ekonomi ile olan müktesebatınız nedir?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Piyasadan geliyorum demek şu: Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğmuşsunuz. Viranşehir’de bir defa çiftçilik yapıyorsunuz. Doğal olarak benzin istasyonunuz olur. Çocukluğunuzdan itibaren işin içerisindesiniz. Daha ilkokulda iş yerinde çalışmaya başladım. İstanbul’da ağabeylerim var, piyasa ile her alanda iletişim kurma imkanınız var. Turizmi bilirim çünkü babamın oteli vardı. Akaryakıt işini bilirim. Otomobil işini bilirim, bir şirketin bayisi olmuştuk ben işletiyordum. Bu hayat gelişimi içerisinde de siyasete bulaştıktan sonra zaten sağ olsun kardeşlerim, ortaklarım işi götürüyorlar.”

Ne hoş değil mi?

Yanis Varufakis ise bir ‘ortadirek’… Dünyaya sol pencereden bakıyor. Bakan seçilmeden önce Atina Üniversitesi’nde İktisat Teorisi Profesörü ve Valve Corporation’da danışmandı.

Hadi, takılmış plak gibi, “Bayrak yere inmeyecek, ezan susmayacak. Bırakın onlar kafalarını duvara vursunlar” nakaratını dile getiren Bakan Nebati’yi bir kenara bırakıp, Varufakis nasıl nokta koymuş yazısına, ona bakalım: “Tekrar ifade etmek gerekirse, AB teşvikleri Avrupa sanayisinin güneş panelleri, rüzgâr türbinleri ve diğer çevre dostu enerji ekipmanlarını seri bir şekilde üretmesini sağlasa bile, Avrupa değer zincirinin en kazançlı kısmına, çevre dostu enerji şebekelerinin üzerinde çalıştığı bulut tabanlı sermayeye erişimden mahrum kalacak.

Enflasyonun geri dönüşü Avrupa sanayisini yok etmese bile, Avrupa’nın imalat sanayisini, Avrupa’da eksik olan bulut sermayesine çok daha fazla dayanan üretim yöntemlerini benimsemeye zorlayacaktır.

Bulut sermayesi ya da bulut sistemi kiralama için yeterli getiri sağlayamayan Almanya’nın üretimi zarar görecek ve bundan Avrupa ekonomisi de etkilenecektir.”

Bir Maliye Bakanı, düzeltiyorum eski bir Maliye Bakanı, Avrupa Sanayisi’nin çökme olasılığından ve bulut sermayesinden söz ediyor; görevini sürdürmekte olan bir başka Maliye Bakanı ise “Türkiye ekonomisini kurtardık elhamdülillah” diyor.

Büyüğümüzdür; muhakkak bir bildiği vardır. Bunun ne olduğunu kavramak ise bizlere kalıyor galiba…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram