‘Cezaevi Gözlem Kurulu hukukun temel ilkelerini ihlal ediyor’

Avukat Sinan Sürücü, ceza infaz düzenlemeleri ve İdare Gözlem Kurulu’yla ilgili Kronos’un sorularını yanıtladı: İnfazı idarenin takdirine terk ettiğinizde keyfilik olur. Bugün ülkemizde olduğu gibi. Muhalifler, cezaevinde kalması anayasaya aykırı olanlar bile kalmaya devam ederken başkaları kolayca iyi halli kabul edilir.

ÖZLEM ERGUN 19 Kasım 2023 SÖYLEŞİ

Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın İdare ve Gözlem Kurulu’nun hazırladığı raporla ‘iyi hal’ denerek tahliye edilmesi, zaten tartışmalı olan kurulu şimdi bir kez daha gündeme getirdi.

Pandemi zamanlarında kurularak 2021 yılında uygulamaya konan İdare ve Gözlem Kurulu, Samast’ın tahliyesinin yolunu açarken İnsan Hakları Derneği’nin  (İHD) raporlarına göre bugüne kadar 313 mahpusun da tahliyesini engelledi. Bu tabloya, sağlık sorunlarıyla cezaevlerinde hayatta kalma mücadelesi veren hasta mahpuslar da dahil. Tahliyesi engellenen 88 hasta mahpusun 42’sinin ise ağır hasta olduğu biliniyor.

Tahliye şartları oluşmasına rağmen yüzlerce siyasi mahpus, bu kurullar yoluyla denetimli serbestlik ve koşullu salıverilme hakları yok sayılarak cezaevinde tutuluyor.

‘Pişmanlık’ dayatmasını kabul etmemekten elektrik/suyu tasarruflu kullanmamaya kadar geniş bir skalada seyreden soyut ve sübjektif salıverilmeme gerekçelerinin hukukla zaten bir ilgisinin olmadığı sayısız kez ifade edildi/ ediliyor.

Bir tür ‘kişiye özel düzenlemeler’ yoluyla infaz hukukunun temel ilkelerinden uzaklaşıldığını söyleyen avukat Sinan Sürücü, ‘af kanunu’ niteliğindeki infaz düzenlemeleri ve İdare ve Gözlem Kurulu ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Sözü; “İnfaz hukuku, işlenen suçu değil hükümlüyü esas alır. Hükümlünün yeniden sosyalleştirilmesini, topluma kazandırılmasını amaçlar. Bu nedenle hükümlünün hangi suçu işlemiş olduğunun aslen bir önemi bulunmamaktadır. Buna karşın getirilen değişiklikler ile koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik düzenlemelerinde suç tipleri esas alınır hale getirildi” diyen Sinan Sürücü’ye bırakıyoruz.

TEMEL SORUN, İNFAZ HUKUKUNA BAKIŞ AÇIMIZ

Adalet Bakanlığı, Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın tahliye edilmesiyle kamuoyunda oluşan tepkilere ‘infaza ilişkin düzenlemelerden istifade etmesi söz konusu değildir’ dedi. Sizce de öyle mi?

Sorunuza hukukçu bakış açısıyla cevap vermek durumundayım ve buradaki temel sorunu soruyorsanız, maalesef çok uzun bir cevap vermek zorundayım. En sonda söylenmesi gerekeni tek cümle ile en başta söylenmak gerekirse temel sorunun infaz hukukuna bakış açımızda olduğunu söylemek durumundayım.

Tüm “modern” hukuk sistemlerinde hapis cezasının infazı kefaret ya da kamuoyunu tatmin amacıyla değil hükümlünün yeniden sosyalleştirilmesi yani topluma kazandırılması için yapılır. Zira cezalandırma yetkisi gibi çok önemli bir yetkiyi elinde bulunduran devlet kimseden intikam almaz. Bu durum çocuklar söz konusu olduğunda çok daha belirgindir. Çünkü bir çocuğun hapis cezası infaz edilirken dikkate alınacak tek kriter çocuğun üstün yararı ve onun ıslahıdır.

Ancak bugün Türkiye’de hem hapis cezalarında hem de çocuklar hakkındaki hapis cezasının infazında bu hususları önemsemiyor, sadece “kendimiz gibi” ya da “desteklediğimiz” hükümlülerin infazının iyi koşullarda gerçekleştirilmesini ve bu kişilerin erken bir şekilde tahliye edilmesini, mümkünse hiçbir zaman cezaevine girmemesini istiyoruz. Ancak karşıtımız gördüğümüz bir hükümlü, çocuk dahi olsa, uzun yıllar ve hatta mümkünse hiçbir zaman cezaevinden çıkmasın istiyoruz. Oysa İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi bir kişinin, hangi suçu kaç kez işlemiş olursa olsun bir gün özgür kalma umuduna sahip olması gerektiğini aksi halde işkence, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağının ihlal edileceğini belirtmektedir.

Sorunuz kapsamında belirttiğim genel hususlardan sonra birkaç özel hususa da değineyim. Öncelikle Hrant Dink hem bir insan hem bir baba hem bir eş hem de bir aydın olarak çok önemli biriydi. Nitekim bu durum kendisinin katlinden sonra yaşadıklarımız ile ortadadır. Türkiye’nin bir araya gelemeyecek unsurları sevgili Hrant Dink için bir araya gelmiştir. Hrank Dink’in kaybı Türkiye’deki ifade başta olmak üzere birçok özgürlüğü, barış ve birlikte gelecek inşa etme şanslarını çok olumsuz bir şekilde etkilemiş, her birimize zarar vermiş ve umudumuzu kırmıştır. Ancak çok sevdiğim Hrant Dink’in öldürülmesine de bir hukukçu olarak bakmak zorundayım. Bu durumda ilk söylemem gereken husus; tahliye edilmesi hakkında soru sorduğunuz bu kişinin ismini dahi bilmiyor olmamız gerekliliğidir. Her ne kadar kendisi sevgili Hrant Dink’i aramızdan alan tetiği çeken kişi olsa da eylem tarihinde bir çocuktur ve çocuk yargılamasında gizlilik esastır. Kendisinin yargılanması gibi hapis cezasının infazı sırasında da eylem tarihinde çocuk olduğu gerçeği dikkate alınmak durumundadır. Bu açıdan bakıldığında Adalet Bakanlığı’nın açıklamasının mevzuata, en azından kanunun lafzına, uygun olduğu görülmektedir.

BEBEKTEN KATİL YARATAN KARANLIĞI SORGULAMADAN HİÇBİR ŞEY YAPILAMAZ

Bununla birlikte kanımca bu cevapta yer almayan ve yer alması da mümkün olmayan çok önemli eksiklikler vardır. Bunlardan ilki; hayatımda duyduğum en etkileyici konuşma olan Rakel Dink’in Hrant’a veda konuşmasında da belirttiği üzere “bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz”. Hrant Dink’in ve kendisi ile benzer şekilde katledilen kişiler açısından bu karanlığın sorgulandığını söyleyebilmek mümkün değildir. Herkesin hemfikir olduğunu düşündüğüm üzere sevgili Hrant Dink’in ölümüne neden olan tetiği çeken kişi bir piyondan ibarettir.

Yine kendisi ile birlikte hareket ettiği ortaya konulan kişilerin mahkum edilmesi ile de karanlığın sorgulandığı veya aydınlatıldığı düşüncesinde değilim. Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de aynı kanaate ulaşmıştır. Bu nedenle sevgili Hrant Dink ve kendisi gibi katledilen ancak tüm veya herhangi bir faili tespit edilemeyen tüm cinayetlerin tüm sorumluları ortaya çıkartılmadıkça vicdanımızdaki yara kanamaya devam edecektir. Kanımca ancak bu sorumlular tespit edildiği takdirde ortak bir gelecek inşası mümkün olabilecektir.

İkinci önemli eksiklik ve sorun ise Hrant’ı aramızdan alan tetiği çeken kişinin tahliyesinden ziyade o tahliye edilirken cezaevinde kalmaya devam eden kişilerin durumudur. Evet bana sormuş olduğunuz sorudaki kişinin tahliyesi mevzuata uygun olabilir ancak tahliyesi mevzuata uygun olmasına karşın ve hatta cezaevinde tutulmasının Anayasa’ya aykırılık oluşturduğu tespit edilmesine karşın cezaevinde tutulmaya devam edilenler bulunuyor olması da açıklanabilir bir durum değildir. Nitekim Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün açıklamasında bu konuya da doğal olarak değinilememiştir. Kamuoyunda oluşan tepkinin asıl nedeninin de bu durum olduğu kanaatindeyim.

İNFAZ HUKUKUNUN TEMEL İLKELERİNE AYKIRI

Hrant Dink’in katili hakkında iyi hal değerlendirmesi yaparak ‘tahliye edilebilir’ sonucu çıkaran İdare ve Gözlem Kurulu nedir, ne zaman hayata geçti, kimlerden oluşur, neye göre karar verir/vermelidir?

Benzeri ya da daha basit hali olarak kabul edilebilecek yapılar daha önce de mevzuatımızda bulunmakla birlikte İdare ve Gözlem Kurulları 14.04.2020 tarihinde 7242 sayılı Kanun ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a yapılan ekleme ile hayata geçti.

7242 sayılı Kanun’un tarihine dikkat çekmek isterim. Zira kanun Covid-19 salgınının yarattığı ortamdan istifade edilerek itirazlar engellenmek suretiyle kısa sürede çıkartıldı. Anılan kanun infaz hukukunun temel ilkelerine aykırılıklar taşımaktadır. Temel ilkelere aykırı düzenlemelerden biri de İdare ve Gözlem Kurullarıdır. Zira anılan kurullar tamamen idarenin kontrolünde olan kurullar olarak dizayn edilmiştir.

Oysa gelişmiş bir infaz hukuku sistemine sahip olan ülkelere bakıldığında bu tip kurumların sadece idare eline bırakılmadığı görülmektedir. Nitekim infaz hukuku alanını idarenin takdirine terk ettiğinizde keyfilik söz konusu olabilecek, bugün ülkemizde olduğu gibi muhalifler cezaevlerinde kalmaya devam ederken idare ile aynı görüşü paylaşanlar kolayca iyi halli olarak kabul edilebilecektir.

Buna karşın olması gereken; kişinin idare ile aynı görüşü paylaşması değil topluma kazandırılma noktasında gösterdiği gelişimdir. Tabii bu konuda hapis cezasının infazından önce ceza yargılaması sürecine bakılması gereklidir. Zira bugün ülkemizde cezaevlerinde bulunan azımsanmayacak sayıda kişi herhangi bir suç işlediğini düşünmemektedir. Nitekim kamuoyunun çoğunluğu da anılan kişilerin herhangi bir suç işlemediğini düşünmektedir. Bu nedenle ceza yargılamalarımız en azından kanuna uygun hale getirilmeden ve tarafsız yargılama güvencesi gerçek anlamda sağlanmadan infaz hukukunun düzeltilebilmesi mümkün değildir.

HRANT DİNK HAKKINDAKİ YARGILAMALAR KENDİSİNİ HEDEF HALİNE GETİRDİ

Konu hakkında son olarak bir hususu daha vurgulamak isterim. Hrant Dink özeline dönersek kendisinin aramızdan alınmasına ilişkin süreçte öldürme eylemini gerçekleştirenler, bu yöndeki emri verenler, ortamı hazırlayanlar gibi hedef gösterenlerin de sorumluluğunun da tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Zira sevgili Hrant Dink herhangi bir suç işlememiş olmasına karşın hakkındaki yargılamalarda verilen kararlar kendisini adeta hedef haline getirmiştir. O zamanki yargının bambaşka bir yapıda olduğu gerçeği dikkate alındığında maalesef bu konuda hiçbir olumlu adım atamadığımız gibi daha da geriye gittiğimiz görülmektedir.

Sonuçta sadece infaz sistemimiz değil ceza hukukunun tüm alanlarında olması gerekenden çok uzakta olduğumuz açıktır. Bu nedenle de yargıyı, infaz sistemi de içine alacak şekilde, ele geçirilmesi gereken bir alan olarak görmekten uzaklaşılması gerekmektedir. Aksi halde aynı kısır döngü devam edecek ve yıllar sonra da sevdiklerimizi zamansız uğurlarken aynı hususları tartışmaya devam ediyor olacağız.

İDARENİN TAKDİRİNE TERK EDİLİRSE İHLALLER ORTAYA ÇIKAR

İdare ve Gözlem Kurulu uygulamasının devreye konulduğu günden bu yana en az 313 hükümlünün tahliyesinin engellendiğini, siyasi tutsaklara ‘pişmanlık’ ve ‘itirafçılık’ dayatması yapıldığını İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) açıklamalarından biliyoruz. Siz bu alandaki pratikleri nasıl gözlemliyorsunuz, cezaevlerindeki tüm bu hak ihlalleri İdare ve Gözlem Kurulları hakkında ne söylüyor?

Bu sayıları net bir şekilde belirleyebilmek mümkün değildir. Ancak İHD gibi birçok kuruluş bu konuda çalışmalar yürütmekte. Tespit edilen sayıları asgari sayı olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Zira infaz sürecindeki aksaklık ve hataların sayısal olarak net bir şekilde tespiti neredeyse mümkün değildir. Bununla birlikte uygulamada birçok sorunun bulunduğu, bunlardan birinin de İdare ve Gözlem Kurullarının vermiş olduğu kararlar olduğu görülmektedir.

Biraz önce de belirttiğim üzere herhangi bir suç işlemediğini düşünen kişinin idarenin istediği anlamda bir gelişme kaydedemeyeceği de açıktır. Bu durumda kendisinin “pişmanlık” göstermesi de mümkün olamayacaktır. Üstelik uygulamada “pişmanlığın” kurul tarafından son derece muğlak ve keyfi değerlendirmelere tabi tutulduğu da görülmektedir. Eğer bu tip kurullar idarenin takdirine terk edilirse bu şekilde ihlallerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu kurullarda denge ve denetim mekanizmalarının oluşturulması, barolar ile sivil toplum kuruluşlarının da kurullara alınması hem süreci şeffaflaştıracak hem de keyfiliği önleyecektir.

İNFAZ HUKUKU, SUÇU DEĞİL HÜKÜMLÜYÜ ESAS ALIR

Son ceza infaz düzenlemesi ne zaman hayata geçti? İçeriği nasıl çizildi, kimler yararlandı, kimler kapsam dışı bırakıldı? İnfaz düzenlemelerinin temel dinamikleri nasıl ve neye göre şekillendi?

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun; 5237 sayılı TCK ve 5271 sayılı CMK gibi temel kanunlarla birlikte 2005 yılında yapılan köklü ceza hukuku değişiklikleri çerçevesinde yürürlüğe girdi. Kanunun ilk halinde de eleştiriye açık hususlar bulunmakla birlikte sonrasında kanun birçok değişikliğe uğradı ve 2020 yılında 7242 sayılı Kanun kapsamında yapılan değişiklikler ile kanun bambaşka bir hale getirildi.

Öncelikle belirtmem gerekir ki infaz hukuku işlenen suçu değil hükümlüyü esas alır. Biraz önce de açıklamaya çalıştığım üzere hükümlünün yeniden sosyalleştirilmesini, topluma kazandırılmasını amaçlar. Bu nedenle hükümlünün hangi suçu işlemiş olduğunun aslen bir önemi bulunmamaktadır. Buna karşın getirilen değişiklikler ile koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik düzenlemelerinde suç tipleri esas alınır hale getirildi.

Böylece kamuoyunda kişiye özel düzenleme eleştirisi ortaya çıktığı gibi infaz hukukunun temel ilkelerinden de uzaklaşıldı. Getirilen değişikliklerde iktidarın, tahliye edilmeleri halinde kamuoyunda olumsuz bir hava eseceğini düşündüğü hükümlüleri düzenleme dışında bıraktığı ya da en azından kağıt üzerinde bu şekilde yapıldığı izleniminin yaratıldığı görüldü.

Bu kapsamda özellikle insan öldürme, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, terör suçları olarak nitelendirilebilecek olan suçlar ya düzenleme dışında bırakıldı ya da bu suçlardan hükümlü olanlar düzenlemelerden daha az yararlanır hale getirildi.

GENEL VEYA ÖZEL AF YERİNE İNFAZ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK  

İnfaz düzenlemelerinin ‘af kanunu’ niteliğinde olduğu, bir tür ‘örtülü af’ içeriği taşıdığı eleştirileri çokça yapıldı. Bu tablonun hukuk, toplum ve adalet açısından sorunları nedir?

İnfaz hukukunun en önemli görevlerinden bir tanesi de genel önlemeyi sağlamasıdır. Bir başka deyişle suç işleyerek kamu düzenini bozan kişinin yaptırıma tabi tutulması suretiyle hem kendisinin ıslahı hem de kişinin karşı karşıya kaldığı yaptırım sayesinde toplumun genelinin de suçtan uzak durmasının sağlanmasıdır.

Ancak genel kanının aksine; yeni suçların işlenmesinin önlenebilmesi için gerekli olan cezaların ağır olması değil kaçınılmaz olmasıdır. Oysa Türkiye’de neredeyse hiç kimse cezaların, özellikle de hapis cezasının kaçınılmaz olduğunu düşünmemektedir. Bu nedenle de suç işleme noktasında korku duyulmamakta tam aksine “nasıl olsa cezalandırılmam” bakış açısı ile suç oluşturan eylemler yaygınlaşmaktadır.

Son yıllarda AKP, Anayasa uyarınca gerekli olan çoğunluğa ulaşamadığından, genel veya özel af yerine infaz kanunda yapılan değişikliklerle zımni af çıkartma yoluna gitmektedir. Bu durum cezaların kaçınılmazlığına olan inancı ortadan kaldırmaktadır. Üstelik anılan düzenlemeler aslında infaz indirimi dışında bırakıldığı belirtilen suçlardan hükümlü olanların da tahliye olmasına olanak sağlamıştır.

İZİN SÜRESİ 19 KEZ UZATILDI

Örneğin Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nde değişikliğe gidilmiş ve şartlar aşağıya çekilmiştir. Böylece açık cezaevlerinden ayrılmak kolaylaşmıştır. 7242 sayılı Kanun ile infaz kanunumuza geçici 9. madde eklenmiş ve anılan madde kapsamında Covid-19 salgını nedeniyle açık ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler izinli sayılarak tahliye edilmiştir. Nitekim sonradan yapılan değişikliklerle Covid-19 salgınının etkilerinin geçmesine ya da salgına ilişkin herhangi bir önlem kalmamasına karşın izin süresi on dokuz kez uzatılmış, bu da yeterli olmamış ve yine kanun değişikliği ile izin kalıcı hale getirilmiş ya da hapis cezasında önemli bir indirime gidilmiştir.

Sonuçta sorunuzda belirtildiği üzere eşitlik, adalet, ölçülülük gibi temelini anayasadan alan ilkeler kadar infaz hukukunun rehabilitasyonu amaçlayan ilkeleri de ihlal edilmiştir. Bu tablonun hukuki olmadığı açık olduğu gibi topluma bir faydasının olmadığı adaleti ise ortadan kaldırdığı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram