Atilla Kart: AKP, yeni bir OHAL ortamını hatta savaş şartlarını zorlayabilir

Erken seçim için Cumhurbaşkanı’nın yeniden adaylığı konusunda formül arayışı olabileceğini söyleyen Atilla Kart, Türkiye’nin yeni bir olağanüstü hal ortamının yaşanmasından kaygılı olduğunu vurguladı. 

KRONOS 23 Kasım 2019 SÖYLEŞİ

| İLKE EGE

Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) bir ismin Beştepe’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştüğü ve Cumhurbaşkanı’nın kendisine “Genel başkan sen olmasın” dediği iddiası ve erken seçim çağrıları gündemin en sıcak başlıkları olarak öne çıktı. Bu tartışmaları CHP’nin 24. Dönem Konya milletvekilliğini, TBMM Anayasa Komisyonu üyeliğini yapmış deneyimli siyasetçi ve hukukçu Atilla Kart’a sorduk. 

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Beştepe’de Cumhurbaşkanı’yla yapıldığı iddia edilen görüşmeyle ilgili; “Devletin en kilit noktalarında CHP’yi karıştırmak için birimler oluşturulduğunu biliyoruz” diyerek yeni bir iddiada bulunması Kart’a göre; “yeterli olmayan bir söylem.” Söz konusu iddiayı ilerleten Kart şöyle konuştu: “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın öngöremediği olay şu; evet bütün yetkiyi kendinize toplamış görünebilirsiniz ama fiili anlamda tek başınıza kanunsuz emir ve talimatla ülkeyi yönetemezsiniz. Orada muhtelif güç odakları ortaya çıkar. Bu güç odaklarının yasal bir dayanağı yoktur. Doğmuş olan boşluğu iktidar ilişkileri, devlet nüfusu üzerinden kullanan muhtelif güç odakları doğar. O muhtelif güç odakları da doğrudan ya da dolaylı ya da size rağmen bir takım girişimlerde bulunurlar.  

Erken seçim için Cumhurbaşkanı’nın yeniden adaylığı konusunda formül arayışı olabileceğini söyleyen Atilla Kart, Türkiye’nin yeni bir olağanüstü hal ortamının yaşanmasından kaygılı olduğunu vurguladı. 

Söz Atilla Kart’ta… 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın Beştepe’de bir CHP’li ile (Muharrem İnce olduğu öne sürüldü) görüştüğü ve CHP’nin genel başkanı sen olmalısın’ dediği iddiası tartışılıyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu iddiaya şaşırmadığını ifade etti. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Önce şunu belirtmek isterim, gerçekten Saray’a gitme iddiası doğruysa bu kişi CHP’li değildir. CHP’li olabilir ama CHP’nin misyonunu, sorumluluğunu üstlenebilecek bir kişi olmadığını ifade ediyorum. Bunun dışında zaten bu kişinin kimliği ortaya çıktığında CHP kendi içinde bunun sorgulamasını yapar, siyasi açıdan da gereğini yapar, yapmalıdır. Bunda hiç bir tereddüdüm yok.  Çünkü bu kabul edilemez bir ilişkidir. Bunun demokraside, demokratik sistemlerde kabul edilebilir değildir. Fakat burada sorun şu, her ne kadar Cumhurbaşkanlığı bir yalanlama getirdiyse de tatminkâr bir açıklama değildi. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, bir başka partinin muhtemel genel başkan adaylarından birisiyle doğrudan veya dolaylı olarak kapalı kapılar ardında görüşme gereğini neden duyar. Temel soru budur. 

Cumhurbaşkanı İletişim Danışma Fahrettin Altun’un açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz? 

Bakın, yapılan açıklamada aslında bu olay tümden inkâr edilmiyor. İlgisi yoktur anlamında bir açıklamadır. Cumhurbaşkanı doğrudan görüşmemiş olabilir ama Cumhurbaşkanı adına o Saray’da birileri böyle bir sorumluluğu üstlendi mi, böyle bir girişimde bulundu mu? Vahim olan budur. 

Siz böyle olduğunu mu düşünüyorsunuz? 

Olabilir. Cumhurbaşkanı’nın bilgi ve talimatı doğrultusunda birileri bu girişimde bulunmuş olabilir. Bu çok daha kuvvetli bir ihtimaldir. 

Neden böyle düşünüyorsunuz? 

Çünkü Cumhurbaşkanı siyasetin her alanının içinde… Sorun şu; Cumhurbaşkanı elbette AKP içinde bir takım siyasi çalışmalar içerisinde olabilir, ama Saray gücünü kullanarak, devlet gücünü kullanarak, Cumhurbaşkanlığı nüfusunu kullanarak, bunları kötüye kullanarak bu türlü müdahalelerde bulunuyorsanız o rejimlerde demokrasi olmaz. Türkiye’nin bu temel sorunu konuşması gerekiyor. Bu sorunun halen konuşulmadığını görüyoruz. Şunu görmemiz gerekiyor, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kaygıları, siyasi geleceği ve kişisel ve ailevi bagajı, bu dinamikler Türkiye’nin siyasetini, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü, Türkiye’nin demokrasisini bloke etmiş durumdadır.  

‘DEVLETİN ANAYASAL ORGANLARI SARAY’IN ORGANLARINA DÖNÜŞTÜ’

Kılıçdaroğlu, “Devletin en kilit noktalarında CHP’yi karıştırmak için birimler kuruldu” iddiasını nasıl yorumluyorsunuz? 

Bence Sayın Genel Başkan’ın söylediği sınırlı bir söylem ve yine “yeterli olmayan” bir söylem. 

Nasıl yani? 

Türkiye Cumhuriyet’inin anayasal organları artık devletin organları değil. Türkiye’nin anayasal organları işlevini kaybetti. Devletin organları olmaktan çıktı önce AKP-FETÖ arasında paylaşıldı. Egemenlik yetkisi paylaşıldı. Bir devlet egemenlik yetkisini buna yetkisi olmayan gruplara devir eder mi? Türkiye bunları yaşadı. Ondan sonra iktidar kavgası çıktı ve şimdi bunları yaşıyoruz. Şu anda daha ötesini söyleyeyim, Türkiye Cumhuriyet devletinin anayasal organları Adalet ve Kalkınma Partisi’nin organları olmaktan da çıktı Saray’ın organlarına dönüştü. Bunun içindir ki Çubuk faciasını yaşıyoruz. Benzeri facialar yaşıyoruz. Çubuk’ta yaşanan o girişim başarıya ulaşsaydı, fiziki anlamda daha ileri boyutlarda olsaydı Türkiye’nin geleceği noktayı tasavvur etmek istemiyorum. Bakın, daha soruşturmadan bir haber yok. İddianame yok. Bu nasıl olur. İşte o devletin organlarının Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik gayrimeşru girişimleri, devlet nüfusunu kötüye kullanması suretiyle oluşan girişimlerden bahsediyor Sayın Genel Başkan. 

Beştepe’de CHP için karanlık bir takım odakların oluşturulduğunu mu iddia ediyorsunuz? 

Şöyle, sadece CHP için değil. Eğer bir devlet anayasal kurumları işlevini kaybetmişse, bütün yetkiler, yasamanın yetkileri boşaltılıp Saray’a aktarılmışsa, yargı doğrudan kontrol altına alınmışsa, yürütme organı olan Cumhurbaşkanı makamı üzerinden yönetilen bir Türkiye ile karşı karşıya kalınmıştır. Burada anayasanın 137. maddesi anlamında en üst düzeyde kanunsuz emir ve talimatların egemen olduğu bir düzenden bahsediyorum. Aslında buna düzende denmez. Çünkü Türkiye’nin şu anda müesses bir düzeni yok. Şunu kast ediyorum, bırakın hukuk devletini şu an Türkiye’de bir kanun düzeni yok. Önümüzü göremiyoruz. Kanun güvenliği olmayan bir ülke konumundayız. En yukarıdan kanunsuz emir ve talimatla yönetilen bir ülkeyiz. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın öngöremediği olay şu; evet bütün yetkiyi kendinize toplamış görünebilirsiniz ama fiili anlamda tek başınıza kanunsuz emir ve talimatla ülkeyi yönetemezsiniz. Orada muhtelif güç odakları ortaya çıkar. Bu güç odaklarının yasal bir dayanağı yoktur. Doğmuş olan boşluğu iktidar ilişkileri, devlet nüfusu üzerinden kullanan muhtelif güç odakları doğar. O muhtelif güç odakları da doğrudan ya da dolaylı ya da size rağmen bir takım girişimlerde bulunurlar.  

Cumhurbaşkanı sürekli CHP ya da Kılıçdaroğlu’nun muhalefetinin kendisine seçim kazandırdığını söylüyor. Böyle bir şeye ihtiyaç duysun?

Birincisi şu, siyaset biliminin ortaya koyduğu bir gerçektir, mutlak iktidar mutlak yozlaşmayı getirir. Bunun yanında Türkiye bir devlet krizi yaşıyor. Kurumları askıya alınan bir ülke konumundayız. Konuşmamın başında bagajlardan söz ettim. Bu bagajların siyasi boyutu var, yolsuzluk, hukuksuzluk, ailenin korunması, yakın kadronun korunması boyutları var. Bütün bunların arasında sıkışmış bir yönetimle Türkiye karşı karşıyadır. Maalesef kaygı verici olan şu, Amerika olsun Rusya olsun ilişki içinde tüm devletler, uluslararası mekanizmalar da bu bagaj ilişkisini kullanıyorlar, değerlendiriyorlar. Bu temel gerçeği Türkiye’nin görmesi gerekiyor. 

Bu benim sorumun yanıtı olmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan niçin  Kılıçdaroğlu’nun yerine başka birinin olmasını istesin, diye sordum. 

Kabul etmek gerekir ki CHP’nin misyonu hala varlığını korumaktadır. CHP’nin misyonu Türkiye’de eşit yurttaşlığı savunan ve yurttaş hukukunu, eşit yurttaşlığı inşa etmek ve Türkiye’nin bütünlüğüne sahip çıkmaktır. Bu CHP’nin hiçbir zaman vazgeçilmez misyonudur. Yine kabul etmek gerekir ki Sayın Genel Başkan yürüttüğü siyaseti, 31 Mart seçimlerinde İYİ Parti ve Saadet Partisi’yle kurmuş diyalog… Bu son derece gerçekçi ama bana göre eksik olan bir diyalogdur. Burada hiçbir çekinceye kapılmadan, demokrasi ve temel hak ve özgürlükler temelli HDP ile de diyaloğa girilmeliydi. Bu Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kutuplaşmaya dayalı siyasetini etkisiz hale getirirdi. Bu noktada CHP’nin “yönetim noktasındaki” bütün sorunlarına rağmen yüzde 25 civarında müthiş bir tabanı var. Bu taban doğru yönetildiği takdirde yüzde 40’lara yüzde 45’lere çıkabilecek bir potansiyeli barındırıyor. Bu nedenle CHP’nin bu noktalardaki etkisini kırabilmek için devlet nüfusu üzerinden girişimde bulunabilir. 

Siz yerel seçimlerden bahsediyorsunuz. Görüşmenin 9 Kasım 2019’da yapıldığı iddia ediliyor. Yerel seçimlerde HDP ve HDP seçmeninin oylarıyla birçok belediye kazanıldı ama Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra CHP’yi yine HDP’nin karşısında da gördük. 

Elbette ama CHP’nin varlığı her zaman iktidar için, Recep Tayyip Erdoğan için bir tehlikedir. 

Niçin sorusunun yanıtını yine alamadım. 

Ama CHP’nin konumu diğer partilerden tabi ki daha farklıdır. Bu sebeple Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelik olarak bir taraftan onun ana muhalefette kalmasını sağlamak ama bir taraftan da iktidar olma girişimlerini etkisiz kılmaya yönelik olarak Cumhuriyet Halk Partisi bünyesindeki iç dinamikleri kullanmak, istismar etmek, provoke etmek bu siyasi iktidarın bugüne kadar acımasızca uyguladığı yöntemler olarak karşımıza çıkmıştır. 

‘DAVUTOĞLU VE BABACAN’IN YENİ PARTİ ÇALIŞMALARI ERKEN SEÇİMİ HIZLANDIRABİLİR’ 

Bu erken seçim çağrılarını ve CHP’nin tavrını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce CHP’de erken seçim demeli mi? 

Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin şu anki düşüncelerini değerlendirmek konumunda değilim. Kişisel olarak Türkiye’de erken seçimin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Bunu siyasi birikimime, gözlemlerime dayanarak ifade ediyorum. Çünkü Türkiye her anlamda yönetilemiyor. Bu sürdürülebilir değildir. Türkiye siyaseti Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından bloke edilmiş olduğu için burada belirleyici dinamik, belirleyici faktör Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tespitleri ve değerlendirmeleridir. Bu çerçevede Davutoğlu ve Babacan etrafındaki siyasi yapılanmaların ve oradaki gelişmelerin erken seçim takvimini öne alabileceği veya uzatabileceği kanaatindeyim. Bu da önemli bir dinamik olarak karşımıza çıkacaktır.  

Cumhuriyet Halk Partisi’nin zaten anayasal olarak erken seçim takvimini kendi başlarına belirleme imkânı yok. Sayın Genel Başkan’ın, “Erken seçime hazırız” diye gayet somut açıklamaları var.  

CHP’nin HDP’nin yaptığı erken seçim çağrısına katkıda bulunulması gerekmez mi?  

Katılıyorum. Tabi, bu noktadaki duruşunu daha somut olarak, daha pratiğe dönük dile getirmesi gerekir. Buna katılıyorum. Bir diğer hususu hatırlatmak isterim, bu kararı Meclis alacak ya da Cumhurbaşkanı’nın da yetkisi var. Fakat orada şu tartışılıyor, Sayın Cumhurbaşkanı yapılacak olan genel seçimde aday olabilir mi olamaz mı? Bunu da konuşmak gerekir.  

Olabilir mi peki? 

Bana göre olamaz. 

Neden? 

Anayasa’nın 101. maddesinin 2’inci fıkrası cumhurbaşkanının genel oyla yapılan seçimler sonucunda iki dönem görev yapabileceğini düzenliyor. 16 Nisan 2017 seçimlerimde seçimlerin yenilenmesiyle ilgili olarak 116. madde düzenlemesi getirildi. 116. madde şunu ifade eder; cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde Meclis seçimiyle cumhurbaşkanı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçim kararı verilmesi halinde bir kez daha aday olabilir. Anayasa bunu açıkça düzenlemiş. Ama bunun dışında üçüncü kez aday olabileceğine ilişkin bir düzenleme mevcut değil. 

‘ERDOĞAN YENİDEN ADAYLIĞI İÇİN FORMÜL ARANIYOR OLABİLİR’

Bunun için tekrar bir yasal düzenleme yapabilir. 

Burada parlamentodaki durum önemlidir. Parlamentodaki şu anki çoğunluğunu bir ölçüde sürdürebilir. O süreçte Davutoğlu ve Babacan’ın partileşme çalışmaları hangi aşamaya gelir, hangi güce gelir, bütün bu dinamikleri görmek ve değerlendirmek gerekir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olası bir erken seçimde yeniden aday olup olmayacağı kousunda belirsizlik olduğunu söylüyorsunuz, doğru mudur? Ve bu nedenle yeni bir formül mü aranıyor? 

Evet. Dinamiklerden birisi budur. İkincisi de şudur; ekonomik olarak çok dibe vurulmuş durumda. Böyle bir tabloda erken seçime gitmeye cesaret edemez.  

‘YENİ BİR OLAGANÜSTÜ HAL ORTAMININ ZORLANMASINDAN KAYGI DUYUYORUM’

Olası bir erken seçim için adaylık konusunda bir formül arayışı olabileceğini söylüyorsunuz.  

Tek bir dinamiğe bağlamıyorum. Ama bunun önemli bir dinamik, önemli bir faktör olduğunu, belirleyici olabileceğini ve bunun ötesinde ekonomik olarak yönetilemez bir Türkiye söz konusudur. Bu şartlarda vatandaşa bu yoksulluğu, bu geçim zorluğunu anlatabilecek bir inandırıcılığı kalmadı hükümetin. Daha ötesini söyleyeyim; yönetilemeyen, sürdürülemeyen bir yönetim söz konusu olduğu içindir ki Türkiye’de savaş şartlarının zorlanmasından kaygı duyuyorum.  

Nasıl yani? 

Savaş şartlarının, yani yeni bir olağanüstü hal ortamının zorlanmasından kaygı duyuyorum. 

Ne olabileceğini düşünüyorsunuz? Bunu biraz açabilir misiniz? 

Bu kuşatılan iklimde bu kadar ifade edebiliyorum. Gayet açık söylediğim. Tüm demokratik mekanizmaları askıya alınan, kurumları çalışmayan bir ülke ne olur giderek otoriter anlamda, dikta yapılanması anlamında bir süreci yaşar. Burada da her türlü yol ve yöntemin devreye girmesi söz konusu olabilir. Bir yurttaş olarak bunun kaygılarını yaşıyorum. 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com