‘Çatışma sadece kurşunla olmaz, adalet duygusu rencide olursa…’

EYLEM YILMAZ 10 Ağustos 2019 GÜNDEM

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, 4 aylık dönemini ve Türkiye’deki yerel yönetim sistemine ilişkin sorunları Kronos için değerlendirdi.

Göreve geldiği andan itibaren merkezi idare tarafından, Diyarbakır Sular İdaresi DİSKİ’nin ödemeleri dahi birçok kalemde toplu kesintilere gidildiğini söylen Mızraklı, kayyım dönemin yapılan hizmetlerden kalan borçların ödemelerinin sürdüğünü belirtiyor.

Kayyım döneminde sadece yol yapımından 30 milyon lira borç kaldığını, bunun 19 milyon lirasını ödediklerini söyleyen Adnan Selçuk Mızraklı; “Kayyım döneminde özel kalem için harcanan para ile bugünkü özel kalem harcamasını kıyaslarsanız 100/1 sonucu çıkıyor. Bu bile tek başına bir şey söylüyor. Bugün bizim bile hâlâ ulaşamadığımız bilgi ve belgeler var” diyor.

2015-2016 arasında ilk kez kent merkezlerine taşınan çatışmalar ve kentin özellikle Sur ilçesinin gördüğü zararın ne kadarının giderildiği ve belediyeye ilişkin birçok sorumuza yanıtı için söz Adnan Selçuk Mızraklı’da…

Diyarbakır kent merkezlerine taşınan çatışmalar ve ardından yaşanan kayyım sürecinden ne kadar etkilendi? 

40 yıldan öncesine de dayanan bir sorun varsa ve bu sorun çözüme kavuşamıyor, bir uzlaşma sağlanamıyorsa ya tarafların uzlaşmaya hazır olmaması ya da bilinçli olarak ertelemesi söz konusudur. Ama çözüm gelecektir, çözüm mutlaktır. O dönem yaşananların sadece kente bıraktığı bakiye söz konusuyken diğer yandan yaşadığımız yüzyıl sadece kente özgü bırakmıyor. Kentsel açıdan baktığımız zaman Diyarbakır’da perde boyları çok farklı olan birçok büyük bir yıkım yaşandı. Bunların belki en başında olanı değerlerin yıkımıdır.

Ortadoğu coğrafyasının belki göbek taşı olan bir kentte çözüm adımlarının hemen ardından bir deprem gibi yeniden bir çatışmalı sürece girilmesi yaşandı. Bu sıcak bir banyonun ortasından bir anda üzerinize buz gibi bir su dökülmesi gibidir. Bu topluma bir tür felç olma durumunu yaşatır. Tüm toplumun sosyal, iktisadi tüm yönleriyle verimliliğinin düşmesini getirir.

Nüfus hareketliliğine, halkın gördüğü psikolojik travmalara ilişkin bir takım çalışmalar var. Ama bir bütün olalarak en etkili ve özgün koşullarda bunu karşılanamadı. Hala bugün bile birçok kurum, birçok insan bunu güçlü bir şekilde masaya yatırmadı. Toplumun böyle büyük bir travmadan çıkışı için neler yapılmalı sorusuna yanıt aranmadı. Bir iş birliği yapılmadı. Bütün bu yaşananlar yetmedi, arkasından demokrasiyi felç etme durumu yaşandı. Yerel yönetimlerden tutun, bölgenin siyasal temsiliyetinde etkili olan aktörlere kadar bir budama süreci yaşandı. Bütün bunlar bir süreç içerisinde ardı ardına yaşandı. Kapatılan kurumlardan işinden edilen insanlara kadar…

Çatışma sadece kurşun sesleri değildir. İdare adeta toplumla çatışırsa, eğer toplumun adalet duygusunu rencide eden durumlar yaşatılıyorsa bu da başka bir çatışma eksenidir. Dolayısıyla yaşanılan tahribatın bu boyutlarına vurgu yapmak açısından çok boyutlu bakmak gerektiğini söylüyorum.

Sur’un inşası için çatışmalar yaşanmadan önce hazırlanan bir mimari planma söz konusuydu. Bu planmaya ilişkin çok eleştiri var. Belediye bu planlamanın neresinde ve ne kadar yol alındı?

Şunu çok ve net olarak ifade etmek gerekiyor ki; Türkiye’deki gerek idari sistem gerekse hukuksal yapının almış olduğu yaralar bu alana da yansıyor. Suriçi’ndeki altı mahallede belediyenin iş ve işlem gerçekleştirmesi olanağı ortadan kaldırıldı. Dolayısıyla geçmişteki yerel yönetimlerle çevre bakanlığı ve TOKİ arasında yapılmış Sur’daki mimari dokunun, kültürel varlıkların kısmen dokunulmaması çerçevesinde durumlar şu anda berhava olmuş durumda. O günün bakiyesi olarak bugünkü durum yaşanmıyor.

Bugün geliştirilen bütün tasarrufların idarenin himayesinde olduğu gerçeğinin altını çizmek gerekiyor. Bunun dışındaki alanlarda Sur’un geçmişte yaşamış olduğu kültürel, sosyal, iktisadi mozaiğin yeniden tesisine dönük yerel yönetimlerin kapasitesi nedir, bir. Bir de bölgedeki mevcut kültürel, sanatsal varlıkların korunması, sosyal dokuda yaşanmış travmanın telafisine dönük alınabilecek bir takım tedbirler, sosyal politika. Aynı zamanda oradaki özellikle nüfus yapısı itibariyle baktığımız zaman daha çok esnaf ve düşük gelirle çalışan olarak onları rehabilite edecek veya onların iş kapasitesini arttırmaya dönük ancak yaklaşımlar olabilir. İşi sizin vermeniz değil, oradaki iş imkânlarının cazip hale getirilmesi gerekir.

Bu yönde attığınız somut adımlar var mı veya planlarınız nelerdir?

Diyarbakır’ın kodlarının yazıldığı yer zaten Suriçi’dir. Dolayısıyla bunu tesis etmeye dönük olarak özellikle başta turizm olmak üzere oradaki iktisadi varlıkları daha cazip hale getirebilecek bir takım yaklaşımlarımız var. Şunu çok kolay söyleyebiliriz; eğer siz ulaşım akslarını bile tarif ederken orayı önceleyen bir politika güderseniz bunun pozitif bir etkisi olur. Veya kentsel olarak tarihsel, kültürel, sanatsal bir takım varlıkların yoğunlaştığı yerlerde cazibe mekânları oluşturursanız oraya olan aksı güçlendirirsiniz. Alt yapıda yaşanan; yoldan su sorununa kadar bir takım sorunları telafi edersiniz cazibesini arttırırsınız. Bu kapsamda yerel yönetimlerin yapabileceklerini arttırabiliriz. Bizler kayyum sonrası dönem olmasının zorlu koşullarına rağmen bunları gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bugün kentte geçmişle bugün arasındaki nispi farklılıklar görülebilir.

Kayyım döneminde belediyede yaşanan zararı kamuoyuyla paylaştınız. Peki, siz belediyeyi nereye taşıdınız? Belediye ne kaybetti, ne kazandı? 

Öncelikle bu konuda biz bir konuşuyorsak kent bin konuşuyor. Kentteki bu işi rasat eden aktörler yüz konuşuyorlar. Eğer siz kayyum döneminde Diyarbakır’a gelmiş olsaydınız belediyenin önünde panzerlerin beklediği, bariyerlerin olduğunu, yönetim katına çıktığınız zaman bir Özel Harekât ordusunun beklediği, zırhlı kapıları olan, zırhlı pencereleri olan ve hepinizin bildiği o mekânda yaşayan ve kent gerçekliğine yabancı bir anlayışla karşılaşırdınız. Şimdi birincisi, bu değişti.

Eğer yerel yönetimler kendi hayat alanlarının dâhil olduğu her zerresine dair kaygılarını telafi edecek veya umutlarını gerçekleştirecek alanlar yaratamıyorlarsa toplumda karşılık bulamazlar. Dolayısıyla kendi toplumsal gerçekliğine aynı göz hizasından bakan, onu anlamaya, onu çözümlemeye ve yaşanmış olan zorlukları aşmaya çalışan bir anlayışınız olmanız gerekiyor.

Bu anlamda bir kentteki insanlar artık kentteki yerel yönetimin kendi iradelerini yansıttıklarını biliyorlar. Bu değişen ikinci fasıldır. Üçüncü bir faslı ise; kent canlı bir organizmadır. Her gün değişen ve dönüşen yeni sorunlar da yeni çözümler de çıkacaktır. Bu sorunları aşmada ve çözümleri üretmede toplumsal katılımın güçlü bir şekilde ifadesini bulması gerekiyor.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’deki ilk kent konseyini toplayan belediye oldu. Ama diyelim ki, İmamoğlu’nun her demeci basında yer bulabilirken Diyarbakır’da ilk kez toplanan Kent Konseyi’nin yer bulmaması biraz düşündürücüdür. Diyarbakır’da yaklaşık 800’ün üzerinde muhtarla buluşmalar gerçekleştirildi. Kent Konseyi’nin, içindeki paralel meclislerin aktif olarak çalışmaya başlaması kentteki sivil aktörlerden resmi aktörlere kadar birçok çevrenin, özellikle yerel yönetimeler bağlamında yapılacak uygulamalara aktif atılımı içerecek bir başlıktır bu.

Beraberinde yine şunu söyleyebilirim, kayyum dönemiyle karşılaştırıldığı zaman kaynaklarının nereye harcandığıbilinmeyen bir belediye yerine meclis toplantılarının canlı olarak verildiği ama beraberinde de yapılan harcamaların kamuoyuyla paylaşıldığı bir yeni dönem geldi. Bir de dördüncü bir fasıl; varsayalım resmi kurum olarak Sayıştay müfettişleri gelse, 2019 yılını baz alalım; kayyumun burada olduğu 16 nisana kadar yapılan harcamalar, harcama kalemleri 30 temmuza kadar tam yarı yarıya ediyor. Bu dönem itibariyle yapılan harcamalara ve karşılığına baksınlar. Biz şöyle bir yaklaşımı esas aldık, öncelikle israf olmamalı. İki, kaynaklar verimli kullanılmalı. Üç, yeni kaynaklar yaratılmalı. Dört, toplumda ve kurumda güven oluşmalı.

Havalimanından bindiğim takside doğma büyüme Diyarbakırlı şoföre ‘Yeni Belediye Başkan’ından memnun musunuz’ diye sordum. “Seçildiğinden beri görmüyoruz. Bütün bu yolları da hep kayyum yaptı” dedi. Bu yorumu nasıl değerlendirirsiniz?

Hemen şöyle söyleyeyim; şüphesiz ki kayyum döneminde yapılan yollar bozuktu, stabilizeydi. O dönemde havalimanı açıldı zaten. Ve o dönemde yol çalışması yapıldı. Ama siz yine o dönemde havalimanından çıkarken yonca yaprağı olarak tarif ettiğimiz o bağlantı yollarının arasında kalan kısımları da görmüşsünüzdür. Ondan sonra kentin içine doğru giderken de sadece yol olarak söylemiyorum, peyzajdan çevre temizliğine birçok şeyle karşılaşabilirsiniz. Biz bunları mükemmel yaptığımızı söylemiyoruz.

Kayyum tahribatından sonra yeni yeni toparlanmaya başladığımız süreçte karanlık bitti, aydınlık başladı dersek bu çok dürüst bir yaklaşım olmaz. Ben bu örnekteki kişiyle temas etmemiş olabilirim ama şunu çok iyi biliyorum ki iki kez şoförler ve otomobilciler odasıyla görüşmeler gerçekleştirdim. Oradaki görüşmelerimizin sebeplerinden biri de havalimanındaki taksicilerin müşterilere dönük uygulamalarıydı. Yolu gerektiğinden uzun tutarak fazla ücret alınması ve müşterilere dönük bir takım problemli uygulamalardı. Böyle bir durum üzerinden bir yorumda bulunmak çok gerçekçi olmaz.

Kayyum döneminde yapılan uygulamaların ödemelerini şu anda ben yapıyorum. O yolların yapımından bugüne kalmış olan yaklaşık 30 milyon liralık bir borç yükü vardı. Bizim dönemimizde bunun yaklaşık 19 milyon liralık ödemesini yaptık. Dürüstçe ifade etmek lazım, yollar yapıldı ama şu anda yollar yapılıyor. O taksici arkadaşımızın da bildiği On Gözlü Köprü’nün yolu da yoldu ve çok bozuktu. Orası da yapıldı. Şüphesiz ki, o dönem kamu kaynakları israf edildi desek bile bu bir takım mal ve hizmetlere de dönüşmüştür. Ama eğer o dönemi ele alıyorsak, o zaman yapılan harcamalara dönük hâlâ biz bile bilgi ve belgeye ulaşamıyoruz.

Özellikle tespit etmeye çalıştığınız bir harcama var mı?

Odaklanarak değil, bir bütün olarak hepsine bakmaya çalışıyoruz. Usul, esas, uygulama ve sonucu konusunda yaptığımız incelemeler sonucunda ortaya çıkan hesap milyonlarla tarif edeceğimiz çok sayıda şeyle karşılaştık. Geçmişteki özel kalem harcamalarıyla bugünkü özel kalem harcamalarını karşılaştırırsak neredeyse 1/100 oranını yakalarsınız. Bunun çok şey anlatması gerekir. Veya geçmişe dönük bu kadar borç ödedik diyorsak bu da başka bir şeye tekabül eder.

Son olarak iki sorum olacak. Birincisi, kalkınma ajanslarıyla belediyenin şu an iletişimi nasıl? Bir de OHAL döneminde çıkarılan KHK ile ülkedeki tüm belediyelerin bütçesi Cumhurbaşkanlığına bağlandı. Buradan kaynaklanan her hangi bir sorun yaşadığınız oldu mu? Her hangi bir talebinize olumsuz bir geri dönüş oldu mu?

Bütçe uygulamaları itibariyle büyükşehir bütçeleri, bütçe uygulamalarına ilişkin söylenecek çok şey var. Şunu çok iyi biliyorum ki, kayyum dönemine kadar bekletilen, özellikle kesintiyle sonuçlanacak ertelenen işlemler bizim dönemimizde realize edildi. Örneğin, aralık ayında özellikle belediyenin teşkilatı durumundaki DİSKİ’nin 12 milyonluk yapması beklenen ödeme ocak, şubat ve mart ayında kesilmiş. Biz seçildikten sonraki dönemde bu 12 milyona kesinti yapıldı. Veya Kalkınma Ajansı’na, Belediyeler Birliğine dönük ödemeler yapılmamış. Biz geldiğimizde buraya yapılan ödemelerin toplu kesintisi yapıldı. 12 aylık kesintiler yapıldı. Bütün bunlar ölçeğinde bakarsanız, ilk anda bunlarla karşılaştık ama hemen ertesinde adeta anayasının başlangıç maddesi gibi olan kurumsal ödemeler faslında diğer büyükşehirlere yapılan uygulamalar neyse bize de o uygulandı. Bu fasılda bize farklı davranıldı diyemiyorum. Ama idarenin tutumu olarak bakacak olursanız, idarenin sürekli olarak bir şekilde yollarının kesişmemesi, uzaktan uzağa durma yaklaşımı devam ediyor. Aynı kentte yaşayan insanların birbirlerine uzak durmaması gerekiyor. İdarenin temsilcilerinin de ülkenin temsilcisi olduğunu unutmadan yerel yönetimle birlikte çalışması gerektiğini işaret ediyorum. Henüz bu yaklaşımı göremedik.

Merkeze bağlı yerel yönetim modelinin kente ne zararı var? Temelde yanlış olan ve en acil düzeltilmesi gereken şey nedir?

Türkiye’de yerel yönetimlere ilişkin mali tasarruflar yapılırken nüfuz bazlıolarak ve bölgede üretilen zenginlik ölçeğinde yapılıyor. Bu eğer bölgenizde yeterince güçlü, kayda geçmiş faslı ayrı, kayıt altındaki rakamlarla destek sağlandığında siz yaşamış olduğunuz dezavantajlı duruma mahkûm edilmeniz anlamına gelir. Aksine geride kalmışlık durumu söz konusu ise sizin kapasitenizi arttıran bir yaklaşımın olması gerekir. Buna fırsat verilmiyor. İki, eğer siz sadece merkezi idarenin iki dudağının arasında iş ve işlem gerçekleştiriyorsanız buradaki idareniz nereye gidecek? Burada söz ve karar sahibi olmayacaksınız. Buradaki işler İstanbul’un vergisinde gözüküyor Diyarbakır’ın tasarrufunda gözükmüyorsa ve ben bu vergiler Diyarbakır’da görülmelidir diye zorlayıcı bir hüküm tesis edemiyorsam, bu merkezi idarenin tasarrufundaysa sorunludur. Diyarbakır’da kullanılan araçların yarısından fazlasının yabancı plakaya sahip olduğunu gördüğünüzde şunu sorarsınız; acaba bu plakalardan kaynaklanan vergilerin bir kuruşu bu kente geri dönüş yaptı mı? Esas olan hakikaten demokrasinin, hukuk rejiminin ve yerellerin etkisinin arttığı, daha hakça bir sistem olması gerekiyor.

Son olarak, yeniden bir kayyum atanacağına dair endişeniz var mı?

Hiçbir şekilde. Böyle bir endişem yok. Çünkü Türkiye toplumu bunu hak etmiyor. Kayyumluk halka rağmen bir sistemdir. Anayasal değerlere rağmen bir sistemdir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram