Yorgunluk türleri

Şefkat yorgunu, pandemi yorgunu, sosyal medya yorgunu, annelik yorgunuyuz. Bedenimiz de ruhumuz da yorgun. Ama durmak, nefes almak, yolun farkına varmak için yorulmak da gerekiyor.

BAŞAK YÜCE 18 Aralık 2020 GÖRÜŞ

Kareler halinde akıyor fotoğraflar: Çocuklara ve kitaplara ilişkin aramaları daha çok yaptığımdan, bir yanda yeni yayımlanmış bir romanın fotoğrafı, hemen yanında çocuklar için bir oyun etkinliği, iki yaş için yeşil bir “vitamin deposu” içecek beliriyor. Alışkanlıkla ekranı kaydırıyorum, sandalyede bir adam, yanında ışıklı bir Rio de Janeiro fotoğrafı, sağında kim olduğunu bilmediğim bir kadının üzerinde “itiraf etti” yazıyor. Altında duvar kenarına dizilmiş çocuklar var, bu fotoğrafı biliyorum, cezaevinde çekilmiş, yüzlerce kez gördüm. Yanında bir mama tarifi, “gece kalkan çocuklar için” diye not düşülmüş. Ekrandan akanlar için belki “hayat zaten bu değil mi” diyebilirsiniz. Oysa gerçek hayat neyi var, neyi yok üstümüze bir anda fırlatmıyor, fırlattıklarının hepsine aynı performansla tepki vermemizi de beklemiyor.

Akan fotoğraflar, haberler, yorumlar, görüntüler arasında sandalyedeki bir ölü bedene ya da duvar dibindeki çocuklara her gördüğümde aynı tepkiyi veremiyorum artık. Yalnız olmadığımı da biliyorum üstelik. İlk gördüğümde şok etkisi yaratmış bu fotoğraflar, şimdi içimden ancak bir burukluk geçiriyor. Hatta dikkatli bakmazsam görmediğim de oluyor onları. Sonra yenileri geliyor, başka bir çocuğun hüzünlü yüzü, yemek tarifleri arasına sıkışmış, diğeri çoktan üst dizide kalmış. “Compassion fatigue” deniyor buna, şefkat yorgunluğu. Şefkat stresinden kaynaklanan kayıtsızlık hali yani.

Şefkat yorgunluğu öncelikle hastalara, yaşlılara, ihtiyaç sahiplerine, travmatik deneyimler yaşamış insanlara bakanlarda görülüyor. Pandeminin içinden geçerken sağlık çalışanlarının yaşadıklarının yanında, böyle bir yorgunluktan yakınmaktan utanıyorum aslında. Ama sosyal medya çağında hayatımızın içine istesek de istemesek de sokulan ötekilerin acısı, derdi, isyanı, ihtiyacı, çoğumuzu şefkat yorgunu yapmıyor mu? Duygusal tepkimizi, empati kurmamızı talep eden bu görüntülerle, haberlerle akıl yoluyla başa çıkmamız pek de olanaklı değil. 

Bugünlerde başka bir yorgunluk türünden daha bahsediliyor. Sosyal medyanın dayattığı yeni perspektif çoğumuzu sosyal medya yorgunu da yaptı şüphesiz. Şefkat yorgunluğuyla iç içe ve onu tetikleyen bir yorgunluk türü bu. Buna bağlı haber bağımlılığı, sadece gazetecilerin değil, hepimizin mustarip olduğu yeni bir yorgunluk türü doğuruyor. 

Bir PEW araştırması kadınların erkeklerden daha çok eğimli olduğunu gösteriyor şefkat yorgunluğuna. Kadınlar bugünlerde konuşulmaya başlanan pandemi yorgunluğundan da en çok etkilenenler. Anneler için yine literatürde çokça kullanılan anne yorgunluğu, evin ofis, yuva, okul ve hâlâ yine de ev olarak deneyimlendiği şu günlerde kadınları yorgunluğun ötesinde “burnout” denilen bir tükeniş haline itiyor.

Pandemi yorgunluğu belki aylar öncesine oranla daha az dikkatli olmamıza ya da salgını daha az umursamamıza neden oluyor. Bu da ürkütücü rakamlar olarak geri dönüyor bize. Oysa salgının en tehlikeli zamanlarından geçiyoruz. Uzmanlar da uyarıyor: Pandemi yorgunluğu küresel sağlığın önündeki en önemli tehlike. Pandemi konusunda alınan ve sürekli değişen önlemleri takip etmek bile gittikçe güç olmaya başladı. Üstelik salgın süresince yaşam yukarıda bahsettiğim yorgunluklarla iç içe geçmiş durumda. Yeni bir habere göre karantinadayken sosyal medyada çok daha fazla vakit harcıyormuşuz. Uzmanlar buna “kıyamet kaydırmak” diyorlar. Bütün yorgunluklarımız galiba bu tanımda da birleşiyor.

Mesleklerimizin adının yanına “fatigue” nitelemesi çoktan eklendi bile. Akademik yorgunluk, kendi deneyimim ve arkadaşlarımın yakınmaları nedeniyle en çok karşıma çıkan örnek. Diğer bir deyişle, pandemi sürecinde akademik yaşamını sürdürmeye çalışan, toplumsal olaylara duyarlı bir annenin yukarıda saydığım tüm yorgunluk türlerini yaşadığını söyleyebiliriz.

Pandemiden aldığımız en önemli derslerden biri sınırlarımızın olduğu, olması gerektiği. Modern yaşamın sınırsızlığında sınırlarımızla var olmaya çalışıyoruz. Yine de sadece modern yaşamı suçlamamak gerekiyor. Yorgunluk türleri, tükenmişlikler insan kadar eski, sadece nedenleri ve etkileri değişiyor. Modern tıptan önce yorgunluk belirtileri “nevrasteni” yani sinir zayıflığı olarak değerlendiriliyormuş. Virginia Woolf’tan Thomas Mann’a, Charles Darwin’e birçok isme bu tanı koyulmuş. Huzursuzluğun Kitabı’nda şöyle diyor Fernando Pessoa: “Soyut zekanın yarattığı yorgunluk en kötüsüdür. Bedensel yorgunluk gibi çökmez üstümüze, duygusal bir deneyimin yorgunluğu gibi huzur kaçırmaz. Dünyanın bilincinde olmamızın yorgunluğudur bu, ruhumuzda bir nefes darlığı.” 

Yorgunluk insan kadar eski deseler de uzmanlar şunu da kabul ediyorlar: Modern hayatın sınırsızlık algısı bizi yoruyor. İstediğimiz her şeyi yapabileceğimiz, her şeyi olabileceğimiz algısıyla besleniyoruz. İş yaşamının sınırları ortadan kalkıyor, bir elektronik postayla evimize giriyor örneğin. Dışarısı (dünya) sürekli talep ediyor.

Exhaustion: A History (Tükenmişlik: Bir Tarih) adlı kitabın yazarı Anna Katharina Shaffner’a göre her çağ kendini en yorgun çağ olarak nitelendirmiş bugüne dek. Shaffner’ın dikkat çektiği önemli bir başka nokta şu: Bugün Batı’da çoğu insanın denediği holistik uygulamalara -yogaya, meditasyona ya da reikiye- başvurulmasının nedeni bu kültürde bedenimizi ve aklımızı yenilemek için yöntemler olmaması.

Şefkat yorgunu, pandemi yorgunu, sosyal medya yorgunu, annelik yorgunuyuz. Bedenimiz de ruhumuz da yorgun. Ama durmak, nefes almak, yolun farkına varmak için yorulmak da gerekiyor. Rayın kenarına geçip nihayet manzaraya dalabilen bir lokomotif gibi ya da Pessoa’nın Álvaro de Campos adıyla yazdığı “Estou cansado, é claro” adlı şiirinde dediği gibi: “Yorgunum, bu aşikâr / zira bir noktada insan yorulmalıdır.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com