Yıkılmış bir şehre ağıt, ya da ‘benim Malatyam’…

"Yıkılmış bir şehre ağıt yakabilirim ya da hatıralarımdaki Malatya’yı anlatabilirim. Ağıt yakmak kolay olanı. Malatya yeniden var olacaksa, o harabelerin üzerinden yeniden yükselecekse, geçmiş güzel hatıralara yaslanarak yükselebilir ancak. O yüzden eski Malatya'yı, 'benim Malatyam'ı anlatacağım."

YAVUZ GENÇ 16 Nisan 2023 YAŞAM

FOTOĞRAF: METİN YOKSU

6 Şubat’taki depremler şüphesiz hepimizin hayatında önemli izler bıraktı. Kimimiz bizzat yaşadık, kimimiz sevdiklerini ve arkadaşlarını, kimimiz de hatıralarını yitirdi.

Yıkıldı Malatya. Bir arkadaşım, “Sağlam hiçbir yapı yok galiba” diyordu, depremden sonra gittiği şehirde. Yıkılanların insanlara mezar olduğu, ayakta kalanların da harabeye döndüğü binaların altında kaç lise arkadaşım, kaç sınıf arkadaşım kaldı bilmiyorum. Varsa da yoksa da onlara karşı bir borcum olduğunu hissediyorum. Acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle kederiyle beni “büyüten” şehre karşı bir borcum var. O borcu nasıl öderim bilmiyorum. Yıkılmış bir şehre ağıt yakabilirim ya da hatıralarımdaki Malatya’yı anlatabilirim. Ağıt yakmak kolay olanı bence. Ama Malatya yeniden var olacaksa, o harabelerin üzerinden yeniden yükselecekse, geçmiş güzel hatıralara yaslanarak yükselebilir ancak. Bence. Bu yüzden ben de kendi payıma düşeni, zihnimin izin verdiği ölçüde dile getireceğim…

Doğrusu depremden sonraki iki ayda 3 yıl yaşadığım ve artık harabeye dönmüş Malatya’yla ilgili bir şeyler yazmaya elim gitmedi hiç. Sebebini de bilmiyorum. Buna şaşırdım. Çünkü, yerle bir olmuş o şehirde, hayatı tanımak için şehri adım adım dolaşan ben, depremden sonra muhakkak bir şeyler hissedip yazmalıydım. Yazardım normal şartlarda. Ama yazı yazdıracak o ‘duygu’ her ne ise bir türlü gelmedi. Ta ki çok sevdiğim, neredeyse 20 yıldır tanıdığım kıymetli bir arkadaşım gönüllü öğretmen olarak Malatya’ya gidene kadar.

MALATYA LİSESİ PANSİYONU… 

Arkadaşımın gitmesi ve oradan birkaç kare fotoğraf atmasıyla bendeki tüm hatıralar bir bir uyanmaya başladı. Malatya Lisesi’nde okudum ben. Eski adıyla Turan Emeksiz Lisesi. Cumhuriyet Lisesi, bu liseden koptu mesela, araya duvar çekilerek ikiye bölünmesine bizzat tanık oldum. Bu lisenin pansiyonunda kaldım. Benim gibi, Ağrı’dan, Muş’tan, Adıyaman’dan, Mardin’den, Urfa’dan ve Malatya’nın daha çok Pötürge, Akçadağ ve Battalgazi ilçelerinden gelen 100’e yakın kişiyle 3 yılım geçti.

Malatya’da öğrencilik, bugünden bakınca sonraki tüm hayatıma etki edecek denli müthiş deneyimlerle doluymuş meğer. İnsan yaşarken pek farkında olmuyor ama yaşadığı her şey, gördüğü, tanık olduğu ya da bir şekilde kıyısından geçtiği her olay üzerinde iz bırakıyor. Arkadaşım Malatya’ya gittikten sonra, “Benim Malatyam” çıkıp geldi zihnimin derinliklerinden. Afra’sıyla, Kernek’iyle, Tecde’siyle, sahaflar çarşısıyla, kanal boyuyla, Emeksiz Caddesi’yle, Şire Pazarı’yla, Yeni Cami’deki öğlen sonrası uykularıyla, ne varsa bir bir sökün etti.

İLKLERİN ŞEHRİ 

Hayatımın pek çok ilkini Malatya’da yaşadım. İlk konser mesela. Okulumuzun hemen önündeki büyük kavşakta yapılırdı genelde tüm mitingler. İlk konser de şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir partinin mitingindeki konserdi. Grup Kızılırmak ve İlkay Akkaya çıktığına göre, yüksek ihtimal sol bir partinin mitingiydi. Lise 1’deydim, Malatya’ya gidişimin ikinci ayı olmalı. Evrensel gazetesi elden satılıyordu mitingde. Üç arkadaş harçlıkları birleştirip bir tane aldık. Renksiz, az fotoğraflı çok yazılı bir gazeteydi. Herkes alınca biz de aldık. İlk sol gazete deneyimi.

O meydanda Deniz Baykal’ı da dinledim mesela Erdoğan’ı da. Döner-ayran dağıtılıp, ünlü sanatçı konserlerinin yapıldığı Cem Uzan mitinglerini de. Hepsine bizzat gidip katılmasam da bahçede durup izlerdim, dinlerdim. (Pansiyon okulun 10 metre yakınında, kampüs içinde bu arada) Devrimci türküler yankılanırdı meydanda bazen. Kürtçe şarkılar. Bizden. Kendi dilimizden olunca nasıl da hevesle karışırdık kalabalığa. Deniz Baykal’ı, Erdoğan’ı, ya da Cem Uzan’ı dinlerken hissettiğimiz “yabancılık” hemen kaybolurdu, Ahmet Kaya türkülerini duyunca. Halayların bir ucundan giriverirdik. O zaman görürdük işte, şehir ahalisine pek benzemeyen, yüzleri bizimki gibi köylü ifadeyle çevrelenmiş, sert bakışlı, sigaradan sarıya dönmüş gür bıyıklıları. Malatya’nın köylerinden kopup gelen Aleviler.

İlk kez Malatya’da aşık oldum. Lise aşkı. Kalbin güm güm attığı, tam ne olduğunu bilemediğim, ama içten içe hissettiğim. ‘Pansiyonlu’ ve başka şehirden biri olarak, ancak müthiş bir başarı ya da farklılıkla ancak kendimi ispatlayabileceğim o büyük ‘aşk pazarında’, sessizce, içte yaşanan fırtınalar. İki kelam etmeye çekinilen zamanlar ve hiç bitmeyen hevesler. Sonra alevin sönmesi gibi sessizliğe yitip giden duygular.

Depremden sonra sahaflar çarşısı. Saatler geçirilen pasaj…

OKUMA HEVESLERİ, İLK YAZMA DENEMELERİ… 

Ömrümün geri kalanında çok büyük bir yer kaplayacak ‘kitap’ da Malatya’yla girdi hayatıma diyebilirim. İlkokulda, ortaokulda ne bulduysa okumaya çalışan ben, artık kütüphanesi olan bir okulda, sahafları, kitapçıları olan bir şehirdeydim. Ne bulduysam okuduğum dönemler. Seçici olabilecek ne bilgi/donanım var, ne yol gösterecek bir ‘büyük.’ O yüzden pansiyona bir kere giriş yaptığında en az 10 kişinin elinden geçen Ahmet Günbay Yıldız’lar da hatmedildi, Risale-i Nur’lar da. Serdengeçti’ler de okundu, Hüseyin Üzmez’ler de. Önce sağcılar yani. Sonra zamanla yeni keşifler, Sabahattin Ali’ler, Nazım Hikmet’ler. Tarık Akan’ın ‘Anne Kafamda Bit Var’ıyla ilk politik duyguların gelişmesi. Çok gereksiz, bugünden bakınca ‘keşke hiç zaman kaybetmeseydim’ dediğim onlarca ıvır zıvır. Ama muhakkak okunan kitaplar.

Ve tüm bunların yanında ufak ufak kendini hissettirmeye başlayan duyguları yazıya aktarma çabaları. Günlük tutmalar, olan biteni kayıt altına alma arzusu. Sonraki yıllarda öykü yazmaya, gazetecilik yapmaya, yazılar yazmaya varılacak yolun ilk basamakları. Kompozisyon ödevleri edebiyat öğretmenince fark edilince, sınıfta bir anda yıldızı parlayan bir öğrenci olmak vs…

Malatya’da hiç otobüse bindiğimi hatırlamıyorum. Belediye otobüslerine yani. Minibüslere bindiğim de aynı şekilde neredeyse hiç yoktur. Şehri adım adım dolaşırdık biz. Bir uçtan bir uca. Şire Pazarı’na, Mısır Çarşısı’na, Fuzuli Caddesi’ne, İnönü Caddesi’ne, Kanal Boyu’na, Kernek’e, oradan Yeşilyurt’a, Battalgazi’ye, Bostanbaşı’na uzanan yolculuklar. Cumartesi pazar günleri tüm şehri baştan başa gezerdik. Keşf ederdik daha doğrusu. Pazarlardan alırdık misal elbiselerimizi. Pazarlar ne öğreticidir. Bazen bir kavgaya, bazen mevsiminde çıkılmış bir kiraz seferine, bazen sırf vakit geçsin diye avareliğine. Benimki gibi küçücük bir ilçeden, köyden gelenler için gezmekle bitmeyecek kadar büyüktü Malatya.

FİLM İZLENEN KAHVEHANELER

Filmler kiralardık pansiyonda. Cuma günü öğleden sonra herkes okuldan gelince genelde akşam yemeğinden hemen önce birkaç kişi öncü olur tüm katları ve yatakhaneleri dolaşıp ‘bozukluk’ toplardı. Hepimiz de verirdik. O bozukluklarla cumartesi pazar için receiver’lar kiralanır, en az 8 film CD’si alınıp gelinirdi. Cuma akşamından başlayıp, pazar akşam yemeğine kadar devam eden kesintisiz film seansları. Korku filmleri, gençlik filmleri, popüler filmler ya da diğerleri. Pansiyonun yemekhane duvarına monteli tüplü büyük televizyon hafta sonları en büyük keyfimiz, eğer dışarı çıkmamaya karar vermişsek.

Depremden sonra Tecde…

Film demişken, bir şeyi daha hatırladım şimdi: Malatya’da bir dönem, sabah içeri girip, sadece çay içerek akşama kadar, dönemin en popüler, en iyi filmlerini izleyebildiğiniz kahvehaneler vardı. Şehrin belirli bir gölgesinde toplanmış bu kahvehanelerde akşama kadar yeni filmler dönerdi dev ekranlardan. Çay içmek yeterliydi. Kimse size neden geldiğinizi sormaz, neden uzun süre kalkmamanızı sorgulamaz, canınız ne zaman isterse kalkıp gidebildiğiniz yerlerdi. Sayısız film izledik o ‘sinemalarda’. Acıktığımızda dürümcüler sokağından ucuz tavuk dürüm aldık, akşam pansiyon kapısının kapandığı son saatlere kadar ‘takılmaya’ devam ettik.

SOYKAN PARKI’NDA BİR EFSANE MAÇ

Dedim ya hayatımdaki birçok ‘ilkin’ adresidir Malatya. İlk kez orada otelde kaldım mesela. Köyden geldik Ayhan’la bir tatil ya da bayram dönüşü, ama bir gün önce gelmişiz, pansiyon kapalı. Gidecek yer yok, tanıdık kimse de yok. Soykan Parkı’nın arkasına düşen bir sokakta, küçük, ucuz, ortak tuvaletli bir ‘otelde’ kaldık o gece. Akşam dışarı çıkıp Soykan Parkı’nda Fenerbahçe-Gaziantepspor maçını izledik. Aylardan şimdiki gibi nisan, belki de tam bu tarihler. 3-0 yenik düştüğü maçtan 4-3 galip ayrılıyor Fenerbahçe. Fenerbahçe’yi tutan ben sevinçli, Beşiktaşlı Ayhan üzgün, dönüyoruz otelimize.

YENİ CAMİ, AH YENİ CAMİ… 

Son senemde dershaneye gittim. ‘Kulvar’ Dershanesi. Soykan Parkı’nın az ilerisinde, 6 Şubat’taki depremde yıkılan Yeni Camii’nin hemen yanındaki bir binanın en üst katında bir yer. Hafta sonları bu dershaneye gidip gelirken yeni bir dönemdeyim artık. Daha çok kitap okuyor, daha sık geziyor, şehrin altını üstüne getiriyorum. Artık biraz daha yalnızım. Hem o dershaneye tek giden kişiyim, hem de yavaş yavaş ‘bağımsızlık’ baskın geliyor. Namaz kılıyorum düzenli bu dönemde. Pansiyona yakın bir yerde bulunan ‘Nurs Apartmanı’na gidip geliyorum. Nurcuların “Okuyucular” koluna ait. Apartmanın tamamı adından da anlaşılacağı üzere Risale-i Nur’a kendini adayan gençler yaşıyor orada.

Yıkılmış Yeni Cami…

Dershanenin dibindeki Yeni Cami’de öğlen namazlarını kılıyorum. Ders yoksa oralarda takılıyorum ikindiye kadar. Camide çok uyuduğum olmuştur. Bir cam kenarında. Ya da avlusunda sohbetleri dinliyorum, kulak misafiri oluyorum, şehrin fısıltılarına. Ya da camiden çıkar çıkmaz girilen ‘tanzim’lerde dolanıyorum. Şire Pazarı’na uzanıyorum. Demirciler Çarşısı’na. Şehrin uğultusu duyabildiğim her yere. Pansiyona yürüyerek gideceğim 1,5 saatlik yolu düşünmeden. Nereye gittiğimi de bilmeden. Kaybolduğum sokaklar, eninde sonunda bir büyük caddeye çıkarır nasılsa diyorum her seferinde.

ŞEHRİN FISILTISI… 

Şehrin derinlerine iniyorum sık sık. Uzak mahallelere, gecekonduların olduğu semtlere. Başıma bir iş gelir mi korkusu taşımadan, “eski Malatya”ya, kerpiç evlerin oralara. İnsanları izliyorum. Gözlemliyorum. Nasıl yürüyorlar, nasıl yiyip içiyorlar, neler yapıyorlar, çocuklar, yaşlılar, anneler, gençler, kimler nasıl yaşıyor, hayat nasıl akıyor, hepsi radarımda. Neden yaptığımı bilmeden, ama bugünden bakınca ileride “dönüşeceğim” kişiyi oluşturuyormuşum meğer sokak sokak. Artık sadece yıkıntıların, molozların ve diğer harabe havası veren şeylerin bulunduğu sokaklarda…

“Benim Malatyam” böyleydi işte. Yeniden dirileceğine inandığım şehrim.

Bir zamanlar kulağıma hayatı, tecrübeyi ve özgürlüğü fısıldayan şehre bu kez de ben fısıldamak istiyorum: Bırakma kendini…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com