Yeneroğlu’dan TBMM’ye çağrı: On binlerce insan tekrar cezaevine girebilir

'Ciddi mağduriyetler doğuran terör örgütü yargılamaları üzerinde artık somut bir adım atmak zorundayız. Sorunun hala çözümsüz bırakılmasının sorumluluğu iktidarın ve TBMM’nin omuzlarında. İktidarı ve TBMM’yi ikaz etme yükümlülüğü de başta hukukçular olmak üzere tüm vicdanlı insanlara aittir.'

KRONOS 06 Şubat 2024 GÜNDEM

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Bylock, Bank Asya gibi gerekçelerle hapis yatan on binlerce kişinin cezaları Yargıtay’da onanma aşamasına geldiği için yeniden cezaevine girme ihtimali olduğuna dikkat çekerek TBMM’ye yeni bir düzenleme yapma çağrısında bulundu.

Hayata tutunmaya çalışan, aile kuran, çocuk sahibi olan binlerce kişinin yeniden hapse girmesinin bir kabustan başka bir kabusa uyanmak anlamına geleceğini belirten Yeneroğlu, ‘Geçmiş acıları telafi etmek mümkün değil; ancak hukuku esas alıp yanlıştan dönmek ve vicdanları susturmak yerine mağduriyetler daha fazla artmasın diye adım atmak hala mümkün.’ dedi.

Yeneroğlu, ‘Bu sorunun hala çözümsüz bırakılmasının sorumluluğu elbette iktidarın ve TBMM’nin omuzlarında. Ancak bu adımların atılması için iktidarı ve TBMM’yi ikaz etme yükümlülüğü de başta hukukçular olmak üzere tüm vicdanlı insanlara aittir.’ ifadelerini kullandı.

Mustafa Yeneroğlu Serbestiyet’te yayınlanan yazısında şu görüşlere yer verdi:

Bilenler vardır; ancak bilmeyenler için bu altı çocuğun yaşadığı acıyı, benzer tüm acılara da ayna tutmak için kısaca açıklamakta fayda görüyorum.

Daha önce zor şartlarda dünyaya gelmeleriyle haber olan beşizler, geçtiğimiz Ekim ayında sosyal medyada dolaşan videolarla yeniden gündem oldular. Videolardan ilki, anne babaları tutuklandığı için ağlayan çocuklardan ibaret. Daha sonra çekilen videoda ise 13 yaşındaki en büyük çocuk; anne ve babasının Edirne’de tutuklu olduğunu, kardeşleriyle birlikte deprem bölgesi Malatya’da dayılarının çadırında kaldıklarını ve okula gidemediklerini anlatıyor…

Bu iki kısa video, izleyenleri sarsacak kadar büyük bir acıyı anlatmaya yetiyor. Ancak meclis kürsüsünden anlatıldığı sırada, bazı milletvekilleri “Niye tutuklandılar? Sebebini de söyle!” diye bağırmalarına rağmen aslında yaşanan dramın sebeplerini gerçek anlamda merak etmiyorlar. Tam aksine, öyle inanılmaz bir kayıtsızlık içindeler ki altı çocuklu bir anneyi terörist olarak damgalayan tarifi imkânsız adaletsizliğin olasılığı ile dahi yüzleşmeyi reddediyorlar.

Madem adaleti ayakta tutamıyoruz, en azından bir aileyi mahveden adaletsizliğe şahitlik yapma adına beşizlerin yaşadıklarının arka planını anlatmaya ve anne-babalarının neden cezaevinde oldukları sorusunun cevabını vermeye çalışacağım.

Nurcan-Abdulkadir Arslan Çiftinin Tutuklanma Süreci

Nurcan ve Abdülkadir Arslan çifti, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında başlatılan soruşturmaların akabinde silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılanmış ve bu yargılamalar neticesinde sırasıyla 6 yıl 3 ay ve 9 yıl hapis cezasına mahkûm edilmişler. Çiftin mahkûmiyet gerekçelerine bakılacak olursa; anne Nurcan Arslan’ın dosyasında ByLock kullanımı, ilgili tarihte yasal bir banka olan Bank Asya hesabının varlığı, KHK ile kapatılan bir dershanede 2014-2016 yılları arasında çalışmasına; baba Abdulkadir Arslan’da ise 2007-2008 yıllarından 2012 yılına kadarki bir zaman sürecinde dini sohbetler ve toplantılar düzenlemesi, yardım toplaması, KHK ile kapatılan bir dershanede 2012-2014 yılları arasında çalışması, ByLock kullanımı ve Bank Asya hesabının olmasına yönelik iddialar yer alıyor. Dosya kapsamında yer alan ByLock içeriklerine bakıldığında da ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında açıkça yazılan şekli ile “Nurcan hanımın bir arkadaşının kendisinden bir şey istediği” şeklindeki sohbet mesajı olduğu görülmekte ve bu mesajlaşma silahlı terör örgütü üyeliği suçunun işlendiğine dair delil sayılmakta.

Anne ve babaya bu gerekçelerle verilen cezalara karşı yapılan istinaf başvuruları da Adana Bölge Adliye Mahkemesi tarafından reddedilmiş. Bu ret kararlarının ardından da çift, adalet beklentilerini kaybetmeyerek Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunmuş ve dosya halen Yargıtay’da…

Ülkenin yargısının içinde bulunduğu ve düşman hukuku uygulamalarının hakim olduğu böyle bir ortamda Nurcan ve Abdülkadir Arslan çiftinin, ülkeyi terk etmek üzereyken Edirne’de çocukları ile birlikte yakalandıkları belirtiliyor ve bu yüzden yaşadıkları bazı kesimler tarafından müstahak görülüyor. Ancak adaletle yargılanacaklarından ümitleri kalmayan, üstelik altı çocuklarını yanlarına da alarak ülkeden kaçmayı göze alan bu çiftin içinde bulunduğu durum bana Konfüçyüs’ün yırtıcı kaplanlardan daha tehlikeli gördüğü adil olmayan yönetimlerden kaçan kadının hikayesini hatırlatıyor.

Yedi yıldır biri engelli olan altı çocuğunu haksız bir yargılamanın maddi ve manevi baskısı altında büyütmeye çalışan, sosyal ve ekonomik olarak bir başlarına bırakılan, adalet yerini bulur inancıyla yargılamanın son aşamasına kadar hukuktan ümidini kesmeyen Arslan çiftinin bakıma muhtaç çocuklarını kimsesiz bırakmak yahut da birlikte olabilmek pahasına korkunç riskleri göze almak arasında yaşadıkları çaresizliği bu nedenle kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

Yargılamalarda Dayanak Gösterilen Bu İddialar, Bir Kişiyi Gerçekten Silahlı Terör Örgütü Üyesi Yapar Mı?  

Gerek Arslan çiftinin mahkûmiyet kararında gerek süregelen yargılamalarda verilen tutuklama ve mahkûmiyet kararlarında dernek üyeliği, bazı kurumlarda sigorta kaydının olması, Bank Asya’ya para yatırma, ByLock uygulamasını kullanma gibi gerekçeler terör örgütü üyeliği için yeterli delil olarak kabul edilmektedir. Bu yargılamalarda, kişilerin suç kastıyla hareket edip etmediklerinin sorgulanmaması çok büyük bir hata olmanın yanında yasal faaliyetlerin bir suç unsuru olarak kabul edilmesi yargılamaları bütünüyle sakatlamış durumdadır.

Yargıtay’ın çok eski tarihlere dayanan içtihadını bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Terör örgütü üyeliği suçunun maddi unsurlarından en önemlisi kişinin örgütün hiyerarşik yapısına dahil olması ve bu bağlamda eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk bulunmasıdır. Suçun manevi unsuru kapsamında kişinin ise örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, suç işleme amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak için de failde saikin “suç işleme amacı” olması gerekir.

Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Kastıyla Hareket Edildiğinin Ortaya Konulması Şarttır

Öte yandan, yapılan yargılamalarda diğer sistematik bir sorun da silahlı terör örgütü üyeliği kastıyla hareket edildiğinin ortaya konulmamasıdır. Hem beşizlerin anne ve babasının dosyasında hem de benzer yargılamalarda kişilerin dini amaçla mı hareket ettiği yoksa suç işleme kastı ile mi bu örgüte üye olduğu sorgulanmamıştır. Bu da dini cemaate üye olmanın terör örgütü üyeliği için ön kabul sayılmasına ve Türkiye’de yüzbinlerce insanın düşman ceza hukuku ile cezalandırılmasına yol açmıştır.

Yaşanılan Acılara Son Vermek Hala Mümkün!

Geçmişte yaşanan haksızlıkları ve acıları, yargılamaların yol açtığı dramları, yerle bir edilen hayatları uzun uzun anlatmak yerine, bundan sonra yapılabileceklere ilişkin birkaç söz söylemek istiyorum.

Bilindiği gibi, söz konusu yargılamalarda tutuksuz yargılanan binlerce kişi var ve tutuksuz yargılanmaları bir nebze olsun acıları hafifleterek kişilere yaşama tutunma fırsatı vermekteydi. Ancak devam eden yargılamaların ciddi bir kısmında son aşamalara gelindi. Dahası, bu kararlar artık Yargıtay tarafından onanıyor ve bir şekilde hayata tutunmaya çalışan, geleceklerini sıfırdan kurgulayan, aile kuran, çocuk sahibi olan binlerce kişi yeniden cezaevine girme ihtimaliyle karşı karşıya. Bu, yaşanan acıların katlanarak artması, on binlerce ailenin bir kabustan yeni bir kabusa uyanması demek!

Daha önce de belirttiğim gibi, geçmiş acıları telafi etmek mümkün değil; ancak hukuku esas alıp yanlıştan dönmek ve vicdanları susturmak yerine mağduriyetler daha fazla artmasın diye adım atmak hala mümkün.

Adalet; zulmetmemek ve hukuksuzca bir kişinin bir dakika dahi özgürlüğünden mahrum bırakılmaması ise ciddi mağduriyetler doğuran terör örgütü yargılamaları üzerinde artık somut bir adım atmak ve hataları telafi etmek zorundayız. Geciken adaletin adaletsizlik olduğu aşikarsa bu sorunun hala çözümsüz bırakılmasının sorumluluğu elbette iktidarın ve TBMM’nin omuzlarında. Ancak bu adımların atılması için iktidarı ve TBMM’yi ikaz etme yükümlülüğü de başta hukukçular olmak üzere tüm vicdanlı insanlara aittir.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram